Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Eylül '11

 
Kategori
Blog
 

MB'nin "Beta"sını beklerken "sevimsiz" bir yazı daha!

MB'nin "Beta"sını beklerken "sevimsiz" bir yazı daha!
 

"Şeytan ayrıntıda gizlidir" sözüne inandığım için Şeytan'ı hep ayrıntıda ararım. 

MB'nin kendini imha edip yerine beta sürümünü ikame edeceğini açıkladıktan ve beta sürümünü görüşlerimize arzından sonra ben hep ayrıntıları inceledim. Şekil iyi ya da kötü, ama esas olarak içerikle ilgili bir yenilik, moda tabirle bir "açılım" var mıydı acaba? Çünkü altından sütunlarla altın blogları sunsanız da, eğer o altın blogların okunması için yeni imkanlar yaratmıyorsanız bunun ne anlamı olabilirdi ki? Ya da "altın" bloglara "bakır" gözüyle bakmaya devam edecekseniz değişen ne olurdu ki? 

Bu duygularla beta MB'yi araştırırken "MB nedir"e girdim. "Bloglarınız her yerde!" ara başlığı altında şunlar yazıyordu: 

"MB, birikim, düşünce ve deneyimlerinizle her geçen gün daha renkli, daha zengin ve çok sesli bir ortam haline geliyor. 

Şimdi sesinizi tüm Milliyet okurlarına ulaştırıyor; sizin tanıklığınızda gelişen olaylara Milliyet.com.tr ana sayfasında yer veriyoruz 

Sizin veya tanıdıklarınızın başından geçen, dikkatinizi çeken, paylaşmaya değer bulduğunuz, gündelik yaşamın içinden olay ve haberleri "Ben bildiriyorum" bölümünüze gönderin, sesinizi dünyaya duyuralım.! 

Siz önemlisiniz, yaşadığınız her olay önemli. Gündem sadece dünya ve Türkiye'deki büyük olaylardan oluşmuyor. Sizlerin yaşadıkları, başınızdan geçenler, hoşunuza gidenler de önemli. Belki daha da önemli. 

Bekliyoruz. Herkesle paylaşın, başkalarının deneyimine de siz ortak olun. 

Gündem sizsiniz!" 

Siyaset kategorisinde yazan biri olarak, her ne kadar beni ilgilendiren bir şey yoksa da ve bu yazılanları bir yerlerden hatırlıyor gibi olsam da, yine de umutlandım. Demek ki yeni MB'de blog yazarlarına bir bakıma haber toplayıcı görevi verilecek, sınırlı sayıdaki profesyonel haberciler yanında sayısız amatör habercilerin haberlerine Milliyet İnternet'te yer verilecek, haber zenginliği yaşanacak ve daha da önemlisi profesyonel habercilerle amatör haberciler yarışacaklar! 

Ne yalan söyleyeyim, kendi adıma değil ama blog yazarları adına ham hayale kapıldım. Demek ki yeni MB'de hiç değilse bu alanda yenilik getirilecek ve yeni imkanlar sunulacak diye düşündüm. Hatta bunu sizlerle de paylaşacaktım ki, bir de eski MB'nin "Blog nedir?"ine bir bakayım ve bir karşılaştırma yapayım dedim. Bakmamla hayal kırıklığına uğramam bir oldu. Birebir kopyalanmıştı. Bir yerlerden hatırlamam da bu yüzdenmiş! Eski MB'de de aynı şeyler yazıyordu ama işlevini yeterince görememiştik. Yani yazılanlar özde değil sözdeymiş! 4 yıllık MB üyeliğimde sadece bir kere bir blog yazarının haberinin, -sanıyorum bir hastanedeki aksaklıkla ilgili bir haberdi- Milliyet İnternet'te haber olarak değerlendirildiğini gördüm. Gözümden kaçmış olanlar da olabilir ama bu konuda yaygın bir uygulamanın olmadığı çok açıktır. 

Aslında "Blog nedir?"de "Yeni bloglarınız herkese ulaşıyor!" ara başlığında yazılanlar, MB yönetiminin MB'ye hangi gözle baktığını daha iyi açıklamaktaydı. Burada: 

"Milliyet.com.tr ve MB sayfalarındaki tanıtım / ön plana çıkarma alanlarında dönüşümlü olarak yayınlanan tüm bloglar, Milliyet Blog sistemince otomatik olarak rastgele ön plana çıkarılmaktadır." demekteydi. 

Yani; üç beş anlamsız sözcükten oluşan ve bir günde 10 -15 blog yazılabilen "boş" bloglarla ya da 2011 seçimlerinden önce internete düşen yurt dışı kaynaklı bir araştırma şirketinin Ak Pati'yi % 30'larda, CHP'yi iktidarda gösteren manipülatif anketini sayfasına taşıyan ve kendi tahmininin de aynı olduğunu söyleyen "yanıltıcı" bloglarla , köşe yazarlarınca bile verilmeyen bir emekle günlerce araştırılan ve özenle hazırlanan akademik makale kıvamındaki bloglar yan yana ve eşit şartlarda Milliyet İnternet'te sunulacaktır. 

Yani; günde 10-15 tane yazılma imkanı olan ve çoğunluğu oluşturan boş bloglar arasında bu değerli bloglar kaybolup gideceklerdir! 

Yani; nasıl olsa boş yazılar diye Milliyet İnternet okuyucuları da zaman içerisinde tümüyle blog yazılarından uzaklaşacaklardır! 

Yani; kaliteye neden değer veriyorsunuz ki? Siz de boş yazılar yazın ya da yazmasanız da olur! 

Yani; MB, Milliyet gibi ciddi bir fikir ve düşünce platformu değil, sıradan bir paylaşım sitesidir! 

Oysa benim "Merhaba derken neden Milliyet Blog" başlıklı ilk yazımdan ve yine bir çok blog yazarının konuyla ilgili blog yazılarından anlaşılacağı gibi, çoğunluk, "Milliyet" adı olduğu için MB'ye koşarak geldiler ve üye oldular. Ve bu gelenler MB'ye Milliyet'in yansıması gözüyle bakıyorlar. "Otomasyon" ve "rastgele" dediğinizde Milliyet'in "seçiciliği" ve "ilkeleri" kaybolup gidiyor ve MB sıradanlaşıyor! 

Ekonomideki "kötü para iyi parayı kovar" kuralı gibi MB'de de kötü yazılar iyi yazıları kovmaktadır. Tanıdığım çok değerli yazarlar ya artık yazmıyorlar ya da çok seyrek yazıyorlar. Allahın bildiğini kuldan saklayacak değilim, ben de MB'de pek mutlu değilim, benim de içimden yazmak gelmiyor. Daha önceki yazılarımda belirttiğim gibi, ağırlıklı olarak vatandaşlık sorumluluğu için siyaset yazıları yazıyorum. Bu sorumluluğum tabii ki halen devam ediyor. Ayrıca blog kategorisindeki son yazımda belirttiğim gibi yazılarım zengin olmasa da (O yazımda kullandığım zengin ifadesi oldukça iddialı bir ifade olmuş) mütevazi bir arşiv oluşturduğundan bu arşivimin de eksik kalmamasını istiyorum. MB'den daha iyi bir site de bulamadığım için (Bu bir itiraftır), eskisi kadar sık olmasa da, şimdilik yazılarıma devam edeceğim. 

MB'deki değerli yazarlar gibi ben de elimden geldiğince içi dolu yazılar yazmaya çalıştım. Bunu, aynı zamanda, yazılarımı okumaya değer bulup okuma zahmetine katlanan okuyuculara karşı da bir saygının ifadesi olarak gördüm. Her ne kadar yazı tekniği olarak kendimi halen yetersiz görsem de, içerik olarak yazdıklarım beni hiç utandırmadılar. Sırça köşklerden astronomik transfer ücretleriyle profesyonelce yazan köşe yazarlarıyla amatörce yarıştım ve memnuniyetle ifade etmeliyim ki; zaman, hep beni haklı çıkardı. 

Türkiye'nin yüksek gerilimden geçtiği ya da geçirildiği bir ortamda, ünlü Profesör Şerif Mardin "Mahalle Baskısı" dedi diye, zamanın ABD'li politikacısı Richard Holbrooke "Ilımlı islam ve Malezya" açıklaması yaptı diye, malum çevreler "Mal bulmuş magribi" gibi bu sözlerin üzerine atladılar ve ta Malezyalara kadar gazeteciler gönderdiler, günlerce tefrikalar yayınladılar. Bu gazetecilerden biri de Ece Temelkuran'dı (O sıralar Milliyet'te yazıyordu). Onu "ti"ye alan 27.09.2007 tarihli "Yel değirmenleriyle savaş!" başlıklı yazımı yazdım. Bugün o tartışmalara gülerek bakıyoruz ve o gün o yazıları yazanlar, harhalde bugün utanıyorlardır! 

2009 yılında bazı yazarlar 2010 yılında erken seçim olacağını yazdılar. O zamanki Vatan yazarı Mehmet Tezkan, daha da ileri giderek kendinden emin bir şekilde yazılarında "2010 seçimleri" demeye başladı. "Çok merak edenlere tarihi örnekler ışığında erken seçim tarihini açıklıyorum" başlıklı yazımda, erken seçimin olmayacağını, mevsimsel nedenlerle seçimin sadece birkaç ay öne alınacağını yazdım. 

Baykal'ın istifasından sonra yaşanan süreçte başta Fatih Çekirge de dahil olmak üzere neredeyse tüm yazarlar Baykal'ın döneceğine kesin gözüyle bakıyorlardı. Kılıçdaroğlu'nun adaylığını açıklamasından bir gün önce, "Benim bildiğim Baykal dönmez, dönemez, dönmemelidir" başlıklı yazımla bir blog yazarı olarak son noktayı ben koydum. 

Yine Kılıçdaroğlu'nun Sav'ı tasfiye ettiği kongreden sonra bazı yazarlar, 2010 sonlarından itibaren CHP'yi iktidara taşıma adına, "CHP'de eve dönüş rüzgarları" estirmeye başladılar. Bunlara karşı ben de kendi blog sayfamda "CHP'de eve dönüş olmaz" dedim. Gerçekten de yazımda belirttiğim gerekçeler sebebiyle CHP'de kimse evine dönemedi. 

Son üç örneği daha önce sizlerle paylaşmıştım. 

Ve son olarak çok taze bir örnek: Vatan Gazetesi yazarı Bilal Çetin'in 08.09.2011 günlü yazısı, benim iki yıl önce yazdığım bir yazımdaki öngörülerimi doğrulamaktadır. 

Erdağan ile Büyükanıt'ın, 27 Nisan e-muhtırası sonrasında, 04.05.2007 günü Dolmabahçe'de gerçekleştirdikleri görüşmenin Türk siyasetinde ve özellikle de asker-sivil ilişkilerinde bir kırılma noktası olduğu bugün için artık tartışmasızdır. Bunun içindir ki, içeriği taraflarınca gizli tutulan bu görüşme hakkında çok çeşitli iddialar ortaya atılmaktadır. Örneğin Fikri Sağlar bu görüşmede Erdoğan'ın Büyükanıt'a "Şantaj" yaptığını iddia etti. CHP'nin eski ve yeni liderleri de siyaseten her sıkıştıklarında bu görüşmeye atıfta bulundular ve Büyükanıt'ı olur olmaz iddialarla itham ettiler. 

Ben ise, 13.06.2009 günü yazdığım "Erdoğan'la Büyükanıt'ın Dolmabahçe görüşmesi bir anlaşma mıdır yoksa bir restleşme midir?" başlıklı yazımda, belli karinelerden yola çıkarak, belli konuları görüştükten sonra esas konuya geçtiklerini bakın nasıl anlatmışım: 

"Bu görüşme bu kadar mı acaba? Bu kadarlık bir görüşme en fazla yarım saat sürer. Kalan iki saatlık sürede çay kahve içip hasret mi gidermişlerdir? Tabii ki hayır! Bana göre esas görüşme; henüz haklarında soruşturma başlatılmamış olsa da, günlüklerden, açık ve cesur icraatlarından deşifre olmuş, hükümet kadar ordu için de bir tehdit haline gelmiş olan ve Erdoğan'da haklarında kalınca bir dosya bulunan ortak sorun Ergenekon'u konuşmaya başlamışlardır. Türkiye'yi e-muhtıra sürecine sürükleyen de gerçekte Ergenekon'dur. Şimdi anlıyoruz ki, Ergenekon sadece Erdoğan için değil, Büyükanıt için de dosya hazırlamış! Kişisel bir sorundan çok öte ordudaki emir-komuta zincirini bozacak ve sonunun ne olacağı kestirilemeyecek bir tehdit ve tehlike söz konusudur. 

Son günlerde internete düşen ve Bayan Eruygur'a ait olduğu iddia edilen konuşmalarda, "Tandoğan mitingine tam destek veren Büyükanıt, 5 Mayıs'tan sonra tamamen değişti ve karşı tavır almaya başladı." ifadeleri eğer doğruysa, Dolmabahçe görüşmesinde Ergenekon esaslı bir şekilde masaya yatırılmış olmalı." demişim. 

Vatan yazarı Bilal Çetin de 08.09.2011 tarihli "TSK'yı kim yıpratıyor? Komutanları mı, yargı mı, hükümet mi?" başlıklı yazısında, TSK içindeki hukuk dışı yapılanmalar ve yargı önüne çıkmak zorunda kalan yüksek rütbeli komutanlar sorununu irdeliyor ve dönemin çok etkili siyasi isimlerinden biriyle yaptığı söyleşiye yer veriyor. Bu etkili siyasi isim şöyle diyor: 

"Bütün bunların çok fazlası en üst düzey seviyede kendilerine söylendi, anlatıldı. Ama yapmadılar, hep inkar ettiler." Bilal Çetin: 

"Kime söylenmişti, İlker Başbuğ'a mı?" diye soruyor. Etkili siyasi isim: 

"Ona da söylendi, başkalarına da. Tahmin ediyorum 2007 baharındaki meşhur Dolmabahçe görüşmesinde Tayyip Bey Yaşar Büyükanıt'a da söylemiştir bunları." diye cevap veriyor. 

Bilal Çetin yazısında etkili siyasi ismin kim olduğunu açıklamamış ama; o kişinin üslubundan Erdoğan'ın çok yakınındaki bir isim olduğu anlaşılmaktadır. 

Dolmabahçe görüşmesiyle ilgili iki yıl önceki öngörülerim, kamuoyu baskılarına dayanamayan taraflarının açıklamasıyla yalanlanabilirdi. Etkili siyasi ismin de benimle aynı görüşte olması bu konuyla ilgili öngörülerimin boş olmadığını göstermektedir. Etkili siyasi isimle benim aramdaki fark, onun olayların çok yakınında olması, benimse çok uzağında olmamdır. 

Dolmabahçe görüşmesiyle ilgili bu yazım ne yazık ki MB'de yeteri kadar okunmadı. Bu görüşmenin her tartışmaya açılmasında, okunmasındaki hareket ve halen her gün belli bir mıktarda düzenli olarak okunması ve okunma sayısının 3000'ı geçmesi, bu yazımın google'da okunduğunu göstermektedir. 

Oysa ki google'da değer bulan yazılarımızın öncelikle Milliyet İnternet'te değer bulmasını istemekteyiz. 

Tabii ki insanın kendi yazılarından bahsettiği yazılar sevimsiz yazılardır. Çünkü insanın kendinden bahsetmesi pek hoş karşılanmaz... 

Bu durumu bile bile, yöneticileri uyararak hiç değilse yeni MB'de durumun değişmesi ve kaliteye gerekli değerin verilmesi için bu sevimsiz yazılara devam edeceğim. 

 
Toplam blog
: 337
: 4184
Kayıt tarihi
: 03.08.07
 
 

Hukukçuyum... Hukukun üstünlüğünün ve hukukçunun saygınlığının ülkemde gelişmesini ve kalıcı olma..