Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Mart '10

 
Kategori
Basın Yayın / Medya
 

Medya'da Kirli Çamaşırların Döküldüğü Günlere Geldik

Medya'da Kirli Çamaşırların Döküldüğü Günlere Geldik
 

Ergun Babahan


Şu medya dünyasına hayran! olmamak ne mümkün. Muhteremler, bir dönem yediği haltları bir bir ortalığa salkım saçak döküyor ve yan yanayken, hafif tarafından şaklabanlık tarzı ilişkiler eşliğinde gazetelerini çıkartıp, iç dünyalarında “Ülen görüşürüz o vakti zaman geldiğinde” yollu incilere bezeli ruh hallerinin üzerine derin derin uyuyakalmış misalinden bakış fırlatıyorlardı. O vakti zaman geldiğinde, döneme ilişkin afişasyon işlemide gürül gürül, çağıl çağıl başlıyordu. O bir zamanlardaki ense tokat ilişki sürecinde, zihnin arka planında saklanan hırs ve kin nöbetlerinin yaratmış olduğu saldırı okları, sağdan soldan gönderilmeye başlıyordu.

Pek tabiki dikkatimizi bu hafta Neşe Düzel çekti ve Ergun Babahan’la yapmış olduğu söyleşiyi gündemimize oturtuverdi.

Söyleşinin her bir satırı zannımca çok önemli. Zira memleketin çok bilmişler taifesinin, vakti zamanında, kapalı kapıların ardında ne haltlar yediğine ilişkin bilcümle eylemleri ortalık yere dökülüp saçılıyordu. Bilmediğimizi sanmayın, her bir hadiseyi bilmesek de tahmin ediyorduk. Hangi medya mensubu yüksek şahsiyetin, hangi siyasi ile ne tür ilişki içerisinde olduğunu, bu yüksek şahsiyetlerin, generallerden icazet alarak döktürüverdikleri yazıları ve nasıl kamuoyu yönlendirme odağı halinde çalıştıklarını bilmeyecek kadar tabiki saf değildik.

Çok saf olduğunu düşündüğüm bir ahbabıma ki kendisi hacıdır ve geleneklerine bağlı, muhafazakâr bir kimliktir, medyanın bu yüksek şahsiyetlerine dair etmiş olduğu laf halen zihnimin bir köşesinde, beş yıldızlı hali ile beklemektedir. “Bunların hebisinde üç kâğıt, alavere, dalavere, ellem ve gullem, gata gulli işleri pek bir çoktur canımmmm” deyivermişti

-Ömer efendi sen nereden biliyorsun bunların vaziyeti hallerini? Diye sorduğumda, bana göz altından, küçük bir sinsi gülüş fırlatmıştı.

Bu gibi hadiseleri ilk elden, yani o günleri göbeğinden yaşamış olan birisinin ağzından dinlemek hayli eğlenceli oluyor canım. Tabi birazda dedikodu mealinden hadiseler olunca ve karşı tarafa küfürlü halinden cevap hakkı doğurunca, tadından geçilmiyor söyleşinin. Dört gözle beklemekteyim muhatapların neler söyleyeceğini ve hangi gün görmemiş cevaplar ile kendilerini savunacaklarını. İlk savunu, hayli müstehcen bir başlık eşliğinde, memleket insanına has küfür reperutuarından seçilmiş küfürlerle, MİT ajanı olduğuna dair muhatap ilan edilen muhteremden geldi. “On sekiz yaşından küçükler okumasın” başlığı altında, vakti zamanında yaşanan olaylara gayet güzel ve hayli edepli! cevap gönderdi ve cevabi yazı pek tabiki gecikmedi, Ergun Babahan o vakti zamanında yazılanları ve yaşananları arşivlerden çıkarıp “Aha işte mal meydanda. Zamanında etmediğin küfürü bırakmadığın adamın gazetesinin başındasın” deyiverdi.

Ne yalan söyleyeyim, yarını dört gözle bekliyorum. Magazin tadından olduğundan canım. Söyleşiye konu olan diğer muhataplar, hangi veciz küfürler eşliğinde, ne türden incilerle süsleyecekler bu haftayı, merak ediyorum. Kirli çamaşırlar orta yerlere nasıl dökülecek hep birlikte göreceğiz. Hep birlikte o kirli çamaşırların vakti zamanında nasıl çitilendiğini, hiçbir şey olmamış gibi bu günlere nasıl gelindiğini, birbirlerinin arkasından ardıç sapından yapılmış kazmalarla, hangi ebatlarda kuyular kazıldığını öğreneceğiz. Ve daha o denli çok şey öğreneceğizki, şaşırıp kalacağız. Zira ben şaşırıp kaldım, hemde feci halde şaşırıp kaldım. Ergun Babahan söyleşinin bir yerinde bir laf etmişki, ben o lafı alıp, çerçeveletip, evimdeki salonun baş köşesine asmayı düşünüyorum! Şimdi merak ediyorsunuz değil mi Ergun Babahan’ın hangi lafı ederek benim bir hayli dikkatimi çekmeyi becerdiğini.

“Hasan Cemal, Kürtler kitabını yazana kadar biz Diyarbakır Cezaevinde nelerin yaşandığını bimiyorduk”.

“Hayda”

dediğinizi duyar gibiyim. Ya işte böyle bizim medyamız. Diyarbakır cezaevinde nelerin olup bittiğinden haberdar olmayan ve bilmeyen bir medyadan bahsediyor Ergun Babahan. Hayli ilginç bir itiraf bence. Blog yazarlarının, medyanın yüksek şahsiyetlerinden daha bir ileri düzeyde olduklarını rahatlıkla iddia edebilirim şimdi. Çünkü şahsım olarak bendeniz, Diyarbakır cezaevinde olanları henüz daha çocukluk zamanlarımda duymuştumda, bu muhteremler o dönemlerde nerede yaşamışlardı acep?

Tabi bu gibi itirafları insan duyunca, memleketin asli sorunlarını ifade eden tarihin kanlı yüzü ile nasıl nasıl yüzleşecekti bu halk?

Ergun Babahan’ın dediklerini ve dediklerine gelecek olan cevapları dikkatlice izleyelim. Bu günleri daha iyi anlayacağız kanısındayım.

 
Toplam blog
: 1509
: 1145
Kayıt tarihi
: 07.08.07
 
 

Yazarım... Okurum... Öğrencilik yıllarımda çok yazdım... Kompozisyon derslerinde yazdım... Duvar ..