Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Mayıs '11

 
Kategori
Siyaset
 

Medya darbelerin carrieri mi?

Medya darbelerin carrieri mi?
 

Basın ve yayın her ülkede olduğu gibi bizim ülkemizde de hep önemli ve ciddi bir güç olmuştur. Bizde medya kendisini neredeyse “yasama, yargı ve yürütme erklerine dâhil edip ultra-demokrasiye ‘4 erk’li geçiş yapacaktı. Hatta “aramızdan ‘birileri’nin buna ‘IV. Kuvvet Medya” dediklerini de bugünkü gibi hatırlıyorum. 

Öncelikle belirtmeliyim ki eleştirime konu olan medya için kimileri ‘malum medya’, ‘kimileri yandaş medya’, bazıları ‘laikçi/darbeci medya’ derken, rahmetli ERBAKAN Hoca ‘Kartel medyası’ diyordu. İşte ben de tam olarak bu medyadan bahsetmek istiyorum. 

Biliyoruz ki medyamızda kaleminin onurunu, mesleğinin ilkelerini, bireysel haysiyetini asla kaybetmeyenler her zaman olmuşlardır ve bunları yapacağımız sitemlerimizin dışında tutuyoruz. 

Yıllarca bu memlekette Türkiye’yi bir yerlere benzetme hikâyelerini bıkmadan, usanmadan! dinledik. Medyamızın manşetleriyle gâh İran olduk, gâh Cezayir’e döndük. Recm cezası uygulanmışsa, başörtüsü gündemdeyse Afganistan ve/ya Suudi olmamıza çeyrekten de az süre kalıyordu. Yani manşetler bir türlü kendimiz olmamıza izin vermedi. 

İsterseniz gelin sizlerle 50 yıl gerilere bir yolculuk yapalım. 

Yıl: 1950 sonları ve halkın büyük desteğiyle iktidara gelmiş (doğrusu ve yanlışlarıyla) DP var. 

Vay! Sen misin “gerici, yobazların” oylarıyla yine iktidara gelen? (şimdilerde de bu halkın adı bidon kafalı, göbeğini kaşıyanlar olmuş) 

Ve sonra “malum düğme” basılmayı bekliyor. “BAS” dediler, gazetelerimiz bastılar manşetlerini: 

-Gericiler geliyor!.. 

-İnkılap kanunları elden gidiyor!.. 

—“Said Nursi her geçen gün taraftar buluyor”. 

Camilerde Risale-i Nur’un okunmasını mahzurlu görmeyenlere: 

-“İnanılması zor” manşetlerimiz vardı. 

Soruyorsun; 

Ne oldu kardeş, kim geliyor, nasıl geliyor? 

—“Menemen, Kubilay, Derviş” hikâyeleri. Hele hele “Ticani meczupları…” uydurmaları havada uçuşuyor. Buna “seni ben bile kurtaramam” diyerek Milli Şef İ. İNÖNÜ de bu tehdidiyle katkılarına bir yenisini ekliyordu. 

Anlamadıysanız, bir başköşede; 

—“Ne anlamaz adamlarsınız? Atatürk büstleri kırılıyor, her yerde ezanlar Arapça okunuyor, camilere gidenlerin sayısı arttı. İşte size gericilik, daha ne olsun?” hezeyanları... 

… 

Demek bunlar olunca 50 milyonluk Türkiye Cumhuriyeti Suudi Arabistan olacak ha!.. (o dönem TV’ler olmadığı için) şarkı radyolarda, gazetelerde koro halinde barda, sazda, pavyonda, karada, havada, denizde hem koro ve hem solo olarak icra ediliyordu. 

Sonuç ne oldu dersiniz? 

Yaygaralar, kıyametler koparan basınımızın sayesinde ilerici-gerici tasnifine gidildi ve neredeyse evlere (X) işareti konulacaktı. 

Buna “kıt’a dur!” diyecek birileri de vardı elbet. Analar ne GÜRSEL’ler, ne AYDEMİR’ler… doğurmuş, boşuna mı? 

Yıl: 1960 27 Mayıs; Türk Milleti Adına! Yönetimi Arabistan olmaktan kurtarıp! Uganda saflarına çektik. 

Basınımız da hemen o saniyede darbeciliğini manşetlerinin altını, üstünü ve kenarlarını çizip çerçeveleyerek sergiledi: 

-“Türk Ordusu Vazife Başında” 

-“MENDERES’in korkunç tasavvurları meydana çıktı” 

“Darbe boşuna yapılmazdı! “Cumhurbaşkanı, başbakan ve bakanları içeri tıkan güç”, gereğini yapacak mahkeme de kuracaktı elbet… Öyle de oldu… 

-“İnkılâp mahkemeleri kuruldu”. 

“MENDERES mahkemede çaresiz ve yaptıklarından pişman” 

Mahkeme safhasında Darbecileri ve mahkemelerini savunma görevinin şerefine içen basınımız, yeni mevzileri hedeflerine almanın planlarını hazırlıyordu. 

Son durum: 

Cumhurbaşkanı Celal BAYAR ipten döndü. Başbakan (MENDERES) iki bakanıyla (ZORLU ile POLATKAN) darağacına gittiler; vatan için!.. 

Aman Allah’ım! 

Faciaya bakar mısınız? 

Adnan MENDERES ve şeriatçılık… 

Şimdiki son; 

Adnan MENDERES ve iki bakana iade-i itibar… yani “af edersiniz, yanlışlık oldu” 

Ne zaman? 

Asılmalarından 30 yıl sonra; “PARDON…” 

Bütün bu olup bitenlere rağmen; 

“Bir musibet bin nasihatten yeğdir” dedik; demez olaydık. Sadece 9 yıl sonra: 

“Tabanca, molotofkokteyli, dinamit, banka soygunları... 

Nihayet Adam da Kaçırdılar” manşetleri gazetelerimizden eksik olmadı. Yok, yani bunlar olmadı değil; bu anarşi ve terörü doğuran, besleyen, büyüten unsurlar (ki buna artık rahatlıkla GLADYO/Derin devlet ittifakı diyebiliyoruz) basınımızda hiç mi hiç işlenmedi. Buna karşın basın “darbeye ortam hazırlamak için” üzerine düşeni yapmada imtina etmedi. Sonuç; 

Darbeciler: 2 Halk: 0 

Demokrasi nakavt; kanlar içinde; 

Kimi şapkasını alıp kaçmış, kimi “oh olsun” demiş… 

Tabi manşetlerimiz, makalelerimiz de buna eşlik ederek “görevinin” dayanılmaz hafifliğini yaşamanın zevkini ihmal etmedi: 

“Ordu Antikemalist Gidişe ‘Artık Dur’ Dedi” 

“DEVRİMCİ ORDU” 

“Cici demokrasinin artık sonu geldi. Fakat can çekişme, daha hayli zaman alabilir.” 

“HÜKÜMETE MUHTIRA, ” 

Demokrasiyi raydan çıkaranlar! Yönetimden uzaklaştırıldı. 

Bu kez kimi solcular, sosyalistler, Nurcular tehlike!.. Deniz GEZMİŞ ve arkadaşları darağacına, yüzlerce Nurcu ve solcu genç hapishanelere… 

Biz bütün olup bitenlerden herkes payına düşeni almıştık derken yanıldığımızı kısa bir süre sonra fark ettik. Onlarca gencimizin hayatına mal olan sağ-sol eylemlerinde medyamız yine aynı darbeci dili kullandılar; 

- Komünizm geleceeek! 

—Hayır, şeriat geleceeek! 

—Komünizm geleceeek! 

—Hayır, İran’da devrim oldu, Türkiye İran (gibi) Suudi olacaaak! (pek anlamadım)
Yapma etme kardeşim, Türkiye niye Arabistan olsun ki? 

—Siz bilmezsiniz, Türkiye adım adım Arabistan’laşıyor… Türkiye Sovyetler Birliği olacaaak! Ya bir dakika niye Sovyetler Birliği, niçin İran? Ya da hangisi? 

—Görmüyor musunuz İmam Hatip’ler çoğalmakta, Kur’an Kurslarına gidenler artmakta. O zaman Sovyet’ler olmaktan kurtulduk. 

Yok, yani evet… 

Sonrası malum; “az kalsın şeriat ya da komünizm gelecekti!” Demokrasi rafa kalkacak, anayasa değiştirilecekti. Buna karşı uyanık olunmalıydı. Netekim iç tehditlere karşı müteyakkız “bazı paşalarımız” durumu zamanında fark ettiler de komünistler, gericiler gelmesin, Türkiye Suudi veya Sovyetler Birliği olmasın diye “hiç istemedikleri halde ihtilal yapmak zorunda” kaldılar! 

Böylece darbeciler 12 Eylül 1980 yılının serin bir cuma sabahında yönetime el koydu. (cinayetler aynı gün ve saatte bıçak gibi kesildi, örgütlerden çıt yok) “11 Eylülde akan kan ne oldu da birden durdu” sorusu yıllardır cevap bekliyor?
Mecbur(iyett)en anayasayı buzdolabına koyup dondurdular, tabi ki demokrasi de tirtir titreyrek paaat! diye yüzümüze çarptı. E tabi bütün bu ayıplanacak duruma düşmemiz, yani 4. sınıf ülke olmayı göze almamız anayasayı, demokrasiyi kurtarmak için!.. (nasıl olacaksa) 

Sonuç: Türkiye’yi “Suudi Arabistan olmaktan” kurtardık, “cunta”nistan olmaya feda ederek. Onlarca gencimiz darağacına, binlercesi hapishanelere gönderildi. 

Yurt dışına gidebilen canını kurtardı ama vatandaşlığını kaybederek… 

Cezaevlerinde -başta Diyarbakır cezaevi olmak üzere- can kaybının haddi hesabı yok, bunu hesabını verecek birileri de yok… 

İşkence zulüm… On binlerce gözaltı ve fişleme… nefes alınamayacak bir ortam… Geride kalan kan, gözyaşı, bin bir sönmüş ocak… Ve tabi ki belini doğrultamayan demokrasi… 

Bunları “saygıdeğer basınımız ve güzide temsilcileri” görmediler! 

Yani? 

Yani Suudi, İran, Sovyetler olmadık… Peki demokrat ve insan haklarına saygılı ülke olduk mu? 

 
Toplam blog
: 62
: 739
Kayıt tarihi
: 15.01.11
 
 

İnsan Hakları Aktivisti - Yazar Diyarbakır'da ikamet ediyor, Hiç kimseyi ötekileştirmeden, hiçbir..