Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Ocak '13

 
Kategori
Basın Yayın / Medya
 

Medya Tava Komedyenleri

Medya Tava Komedyenleri
 

 

Vesselam biz Türkler teknolojik yeniliklere meraklı, hemen sahiplenen; ama ertesi gün de yenilerini arayan tüketim açı bir milletiz. Çok seyahat eden bir insan olarak gururla şunu da söylemeliyim ki birçok Avrupa ülkesinden daha ileri ve moderniz!! Kredi kartlarının mağaza önünde pazarlandığı, taksit atlatma-hoplatma-zıplatma tanımlarının dünyaya tanıtıldığı, her sokak başına İncilûzca isimli AVM’lerin dikildiği, (cin)fikirlerin hiç tükenmediği bir başka ülke daha biliyor musunuz?

Galiba yıl 1984’tü renkli TV’yle ilk tanıştığımızda. O zamanların en revaçta modeli de Sony Trinitron’du. Renkli TV’si olanlar kalantor sınıfına geçiyorlardı. “Regülatör de almazsanız, TV satmıyoruz.” diyecek kadar talep şaşkınıydı satıcılar. O yıllarda Avrupa ülkelerine yaptığım seyahatlerde hâlâ siyah-beyaz TV kullanıldığını görüyordum. Seksenli yılların sonuna geldiğimizde de Magic Box fırtınası vardı. Hani şu Ahmet Özal ve Cem Uzan’ın birlikte kurdukları ve bugünkü adı Star TV olan televizyon kanalı. Kısa sürede otuzlu rakamlara çıkmıştı kanal sayımız. İngiltere’de ise sadece 4 kanal vardı o günlerde. Bugüne geldiğimizde, ulusal kanallar dışında yüzlerce uydu kanalına sahip bizler kendimizden geçmişcesine Full HD LED, 3D televizyonlar, akıllı cep telefonları, bilmem kaç megapiksel kameralar, tablet bilgisayarlar peşinde AVM’den AVM’ye koşuyoruz. Evlerimizde birden çok televizyon, çantalarımızda birden çok cep telefonu var. Bir arkadaşımın 5 yaşındaki oğlu iPad istiyor! Yeni açılan bir elektronik marketin önünde bütün gece kuyrukta bekliyoruz. Sonra da bir televizyonu bilmem kaç lira ucuza almış olmanın mutluluğu ve savaş kazanmış kumandan edasıyla evin yolunu tutuyoruz. Ama eve girmeden önce ekmek almayı unutuyoruz. Bir telefon şebekesi, "Ayfon 55'i gece yarısı 24:00'te satışa sunacağım." diyor, insanlar battaniyelere sarınıp geceden kuyruğa giriyor, sabahı bekleyemiyor! İnanılır gibi değil! Ben 23:00'de yatağa girerken, ekmek kuyruğunda değil de telefon kuyruğundaki insanları hayâl ediyorum.

“Ay kardeş, benim adam bütün gece aç biilaç marketin kapısında bekledi amma öyle ucuza aldı ki bu tilevizonu. Sesi de gümbür gümbür. Bedavaya geldi vallaa.”

“Maşallah maşallah!! Pek becerikli senin adam da yanii. Kırmızılar da çok güzel çıkıyoo. Kocamanmış gıız! Ekranı kaç ki bunun?"

Kadın günlerinin ana konusu oldu teknolojik kocalar! Mübarekler sanki vatan kurtarmış!

"Ekranına parmağını şööle bi sürüosun, mesaj siliniverioo!"

"Ayy! Ne güzell yaa! Seninki kaç cicabayt'tı?"

Ya pardon hanımlar, neydi ülkemizin Gayri Safi Milli Hasıla'sı?

Çok beklersiniz cevabını.

Hep diyorum ya, bayılıyorum insan manzaralarına. Ne radyo dinlemenize ne de TV izlemenize gerek yok. Çıkın sokağa, bakın yaşama ve o yaşamın parçası insanlara.

Pek güldüğüm bir şey daha var. Yıllarca yurt dışında yaşadım, hiç bizdeki gibi örneklerine rastlamadım. Kötü bir şey değil aslında da biraz komik:)

Sokaktaki TV Muhabirleri neden hep nefes nefesedir?

İzliyorum, genç bir muhabir Ankara sokaklarında hayat pahalılığı ile ilgili röportaj yapıyor. Karşısındaki kişi son derece sakin cevaplar verirken bizim muhabir arkadaşımız sanki Çankaya’ya kadar koşmuş, Cinnah’tan geri yuvarlanmış, kan ter içinde yırtınıyor Kızılay’da! Elleri kolları da ayrı oynuyor. Çoğu gencecik çocuklar. Nefes nefese konuşurlarsa işlerini çok iyi yaptıkları düşünülür gibi bir yanılgıya sahipler. Güneydoğunun dağlarında -omuzlarında kamerayla- koşuyorlarsa soluksuz kalmaları çok normal de koştuğunu biz de görsek ekranda. Hatta alnında biriken teri de silmeyi hayâl etsek. Ama sabit dururken nefes nefese haber sunması anlaşılmaz. Sanki haberin hemen öncesinde dağlara tırmanmış, haberi bir an önce bize sunmak için hızla aşağı inmiş ve hatta yuvarlanmış, haliyle de bitâp düşmüş, konuşamıyor. Dinlen bir iki dakika arkadaşım. Sonra da düzgün ve anlaşılır bir Türkçeyle ver haberini. Sesindeki telaştan kim bilir sana ne olduğuna değil, verdiğin habere odaklanalım, anlattığını anlayalım ya da tırmandığın o dağın tepesinden, hatta tırmanırken anlat olanı biteni. Sesindeki çatallaşmaları, yutkunmaları anlarız biz. İşte o zaman öperim seni alnından. Nefes nefeselik gerekli bir aksesuar sanki. Ben bu heyecanlı gençleri izlerken gülümsüyorum. İstanbul’un sokaklarında da güneydoğunun dağlarında da sanki tepelerinde roketler uçuşan savaş muhabiri telaşındalar. Onlara bakan, 3. Dünya Savaşı çıktı çıkacak sanır. Bu sunum ne kadar normalse, 42 km maraton koşmuş, yorgunluktan bitmiş bir atletin de finiş çizgisinde son derece sakin ve akıcı bir dille konuşması o kadar normaldir.

*****

TVkolik değilim; ama bir iki seneye kalmaz yine tek kanal zamanlarına döneriz. Sadece televizyonla da kalsa iyi.

Macun TV, Macun Radyo, Macun Medya, Macun Ajans, Macun Mobile, Macun Hava Yolları, Macun Demir Yolları, Macun Deniz Yolları, Macun Seslerini ve Yeteneklerini ve hatta Kazazedelerini Koruma ve Yaşatma Derneği vs…

Son yılların platin çocuğu Macun Kaplıcalı ile ilgili olarak önce gerçekleri yazalım: Hayatı hazmetmiş, işkolik, mütevazı, iyi kalpli, insancıl, yardımsever, kibar, dürüst, çocuksu, liyâkat ve aidiyet duyguları yüksek.

Ama imdaaattttt be kardeşim!! Billboard’larda, bina ve ticari araç giydirmelerinde sen; gazetelerde, mecmualarda sen; sosyal medya banner'larında sen; radyoda, TV programlarında, reklamlarında sen; günün her saatinde her yerde sen sen sen, kaçacak yer yok!!

Yahu, her Allah'ın günü Hünkâr Beğendi yenir mi? Bıktık be kardeşim! Seni bizden al biraz da özleyelim, nerde bu Macun Kardeş diye aranalım. Yüzün ne kadar eskidi, yoruldu ve bıktırdı farkında değil misin? Neden yaptığın her programın jürisinde baş köşede oturmalısın? Jüri olamadığın yerde de kenara bir masa atıp başmüfettişlik yapıyorsun! Program aralarında her reklamda yine sen varsın. Ev de almak istemiyorum, kola da içmek istemiyorum, bankaya da gitmeyeceğim kardeşim. Alacağım varsa da almayacağım, gideceğim varsa da gitmeyeceğim. Seni bu kadar seven Türk halkına ikrâh geldi vallahi. Kocaman bir şirketin oldu, kazancın da bol olsun; ama biraz geri planda durun Macun Bey diyen danışmanların filan yok mu? One Man Show-Tek Adam Şovu tanımından kurtulup biraz kurumsallaşsan da Macun Medya’nın senden ibaret olmadığını görsek ve hem de yüzünü özlesek!

Seni severim; ama bil ki ne yaptığın programları izliyorum ne de reklamlarını. Çünkü senin gideceğin yok, ben senden gidiyorum ki özleyebileyim!

Denizdeki, havadaki, karadaki araçlarına ve yaşamı tüketim hızına bakacak olursak, hızlı yaşa, genç öl; cesedin yakışıklı olsun felsefesini şiar edinmiş gibisin de Allah gecinden versin, seni evlatlarına ve biz sevenlerine bağışlasın kardeşim.

*****

Size Avrupa’dan iki büyük TV kanalının prime-time programlarını vereyim de ne acınacak haldeyiz anlayın;

BBC, 23 Ocak 2013

20:00 - 20:30   Sissinghurst Episode 1 (Dizi)

20:30 - 21:00   Nature's Microworlds Canada's Coastal Forests (Kanada kıyı ormanlarıyla ilgili belgesel)

21:00 - 22:00   Timeshift Series 12, The Joy of (Train) Sets (İngiliz Model Trenciliği'yle ilgili belgesel)

22:00 - 22:30   Bob Servant Independent Launch Day (Politik dizi)

22:30 - 00:00   The Secret Life of Bob Monkhouse (Bir komedyenin hayat hikayesi)

RTL, 23 Ocak 2013

20:15 - 21:15   Deutschland sucht den Superstar (Almanya Superstar'ını arıyor)

21:15 - 22:15   Der Bachelor (Kadın-Erkek ilişkilerini oyun şeklinde işleyen reality show programı)

22:15 - 23:15   Ich bin ein Star - Holt mich hier raus (Survivor gibi, ormanda geçen reality show programı)

Program sürelerine dikkat ettiniz mi? İzleyiciyi sıkmamak adına hep birer saat. Sizce reklamlar nerede? Seksenli yıllarda TRT programları da aynen böyleydi. Prime-time'da film, dizi, müzik, belgeseller olurdu. Başlama bitme saatleri verilir ve kesinlikle program içinde reklam yayını olmazdı. Reklamlar sadece iki program arasında verilirdi.

Mesela Star TV’nin bu akşamki primetime akışına da bakalım.

STAR TV, 23 Ocak 2013

20:00 - 23:15   Muhteşem Yüzyıl

Doğru görüyorsunuz, tek program; başka yok:))

Aynı saatlerde pazartesi günü O Ses Türkiye ve perşembe, cumartesi, pazar günleri de Yetenek Sizsiniz yarışmaları var! Gözünü sevdiğim memleketimin ne sesi bitiyor ne de yeteneği. Bir iki ay içinde de ZorVayVır başlar Karayipler’den yırtınmaya! Tabii, diğer kanallarda da durum farklı değil. Prime-time tek dizi ya da yarışmadan ibaret.

Neyse, biz dizilere bakalım. Yukarıdaki yayın akışına göre Muhteşem Yüzyıl fanları bu akşam 3 saat 15 dk ekran başında olacaklar. Kolay değil, Pargalı defnedilecek:( Bu sürenin sadece 1 saat 40 dakikası dizi, geri kalanı ise reklam! Sizce reklamlar izleniyor mu? Bence on kişiden biri izliyordur. Geri kalanı lavaboya, mutfağa, telefona, msn'e, başka kanala kaçıyordur. Reklam araları fuzuli işleri yapmak için de en uygun zamanlar. Peki, reklam verenlere yazık değil mi? Çünkü prime-time'da saniyesine 900 lira ödüyorlar. Kanal, reytingi yüksek bir diziden -reklam geliri olarak- gecede 2.5 milyon lira kadar kazanırken, yapımcıya bunun ancak yarısını ödüyor. Sonuçta: Yapımcı ve Kanal Yönetimi mutlu, reklamları es geçip güzel bir dizi izleyen insanlar da mutlu. Peki, izlenmeyen reklamları veren, paranın asıl kaynağı şirketlerin suçu ne? Ee, bile bile lades!! 

İnsanlığına 10 puan; ama elli tane de şirketim olsa reklam kampanyalarımda Macun kardeşime rol vermeyi aklımın ucundan geçirmezdim. Yani, nasıl bir akıl tutulması yaşıyor ki bu şirketler aynı rüzgâra kapılmış gidiyorlar. Macun Kardeş dün de köklü bir Alman firmasının kahvesini tanıtıyordu. O kahveyi de içmem bir daha. Yorgun ve eskimiş yüzlerle yapılan reklamların geri tepişini batılı ülkeler yıllar önce keşfetmişken bizde hâlâ halkı tiye almanın açıklaması nedir bilmiyorum.

İzlediğim üç dizi var: Muhteşem Yüzyıl, Öyle Bir Geçer Zaman Ki ve Behzat Ç. Ama kendi tespit ettikleri yayın günleri ve saatleriyle, bıktırıcı reklamlarıyla beni esir alamazlar. Dilediğim gün ve saatte reklamsız olarak internet’ten izliyorum. Evlerinin önü mersin’i söylemem de gerekmiyor:)

 

 
Toplam blog
: 462
: 1159
Kayıt tarihi
: 07.03.09
 
 

Ne güzel bloglar yazdık, ne muhteşem dostluklar kurduk; onlar kaldı baki... ..