Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Şubat '10

 
Kategori
Sosyoloji
 

Medyanın denetimsizliği ya da Sosyal Hukuk Devleti avuntusu

Medyanın denetimsizliği ya da Sosyal Hukuk Devleti avuntusu
 

ADALET BAKANLIĞI (Sanal ortamdan alınmıştır)


Medyanın denetimsizliği ya da Sosyal Hukuk Devleti Avuntusu

Devletin, şirketlerin ve diğer tüzel kişiliklerin; kadrolu görevlilerine niteliklerinin uygun olmaması ve sürekli olarak istihdamına gerek duyulmayan bazı işler için Borçlar Kanunu'nun 313, 355 ve 356. maddeleri ile 506 Sayılı Sigortalar Kanunu'nun ilgili pek çok maddesine bağlı olarak personel çalıştırabilmesi yetkisi verilmiştir.

Ancak uygulamalardaki yanlışlıklar yüzünden çalışanların şirketler ve kurumlar tarafından belgeli ya da belgesiz olarak verdikleri ücretler yanında karşılaşılan ödeme sorunları mevcut yasaların yetersizliklerinden çok; uygulamalardaki başıboşluklar, kurum ve kuruluşlar arasındaki kopukluklar ve denetimsizlikler yüzünden yeni yeni tartışmaların doğmasına yol açmaktadır.

Ne yazık ki uygulamada karşılaşılan sorunlara rağmen dün olduğu gibi bugün de gerekli düzenlemelerin yapılmadığını ilgililer iyi bilirler. Mesleği ya da geçimi için bir iş yapmak için çırpınan milyonlarca insan çok acıdır ki dün olduğu bugün de değişik iş kesimlerinde bu bakımlardan istismar edilmektedir. Olayların özünde KAYIT DIŞI EKONOMİ anlayışının yatmakta olduğunu baştan söylemekte yarar var.

Meslek hayatımda ve emekli olduktan sonra da karşılaştığım bu gibi duyumları ve karşılaştığım sorunlar karşısında, üzülmemek elde değil. Çünkü göz göre göre bazı kurumlarda özellikle meslek sahibi GENÇLER ile İŞÇİLER ''kuruluş kanununa göre Kurumumuz sigortalı işçi çalıştıramaz'' denilerek, çalışma hayatını düzenleyen pek çok kanun maddesine ve İnsan Hakları'na rağmen sigortasız çalıştırılmaktadır. Şirketler de ''Sözleşme yapmıyoruz. İstersen çalış; yoksa sırada başkaları var. Nazlanma.'' deniliyor.

Dışarıdan zorunlu olarak hizmet almak bakımından. bu uygulama ne yazık ki sabit üç kişi ile döndürülen pek çok şirketler için de geçerlidir. 1993 yılında TRT'nin AKİTLİ ÇALIŞANLARI'nın sorunları için tanık olarak gitmek durumunda kaldığım ANKARA ADLİYESİ'ndeki bir duruşmanın sonunda duurşmanın Bayan Yargıcının açıklamasına göre, biliyorum ki bu gibi konularda yargıya başvuran kişi ya da kişiler hiç bir belge göstermeseler bile; devlet'e ''ben zarar gördüm, benim hakkım ne olacak'' diye başvurduğu için iddialarının %10 oranında da olsa ALACAKLI olabiliyorlar.

Yıllardan beri beni ve tanıdığım pek çok arkadaşım ile yüzbinlerce yurttaşımızı ilgilendiren bu konuyu, ileride analarım içerisinde yazmayı tasarlamışken iki Şubat günü Bugün Gazetesi'nde Gazeteci Aykut IŞIKLAR'ın

''TV'ciler tarafından aldatılan insanların hazin öyküsü'' adlı makalesini okuyunca yazmaya karar verdim. Çünkü atalarımızın demiş olduğu gibi: Haksızlıklar karşısında susan şeytandır. Makalesine konu olan olaydan esinlenerek haklı olarak aşağıdaki tespitlerde bulunuyor Aykut IŞIKLAR:
''Pek çok insan yaşadı, yaşamaya devam ediyor. Onların yarasına merhem olmak da gazetecinin görevi... Birilerinin bu oyuna el koyması gerekiyor. Hadi TV yöneticilerinin umurunda değil onlar sadece reyting hesabı ile yatıp kalkıyor. Ama RTÜK ve TRT gibi kurumlar mutlaka ilgilenmeli. Yapılanlar yayıncılık değil resmen dolandırıcılık.''

Bana göre olay doğrudan doğruya RTÜK ile TRT Kurumu'nu ilgilendirse de olayların özündeki sorunlar çok daha başka alanlarda gelişerek sorunlaşmaya başlamış bulunmaktadır. Çünkü bu çalışma alanlarındaki düzenlemeler ve denetimler ne yazık ki gazeteden dergiye radyodan televizyona, reklam şirketlerinden diğer yapım şirketlerine kadar bütün kitle iletişim çalışanlarını ve işverenlerini çok yakından ilgilendirmektedir.

Bu kapsamda hiç bir sözleşme yapılmadan hizmet vermekte olan yüz bini aşkın kişinin EMEK SÖMÜRÜSÜ'nün önlenebilmesi için KAYITLI EKONOMİ'nin bütün kurallarının yerine getirilmesi gerekmektedir. Gelişmelere baktığımızda, işin içinde VERGİ KAÇIRMA işlerinin yoğunluğu yanında EMEK SÖMÜRÜSÜ'ne hiç durmadan göz yumulduğu gibi bir durumda ortaya çıkmaktadır.

Bu gibi alanları da egemenliği altına aldığından hiç kuşkumuz olmayan SOSYAL HUKUK DEVLETİ kimbilir bu boşluklardan dolayı kimlerin ne kadar vurgun yaptığını biliyor, olmasa bile TAHMİN edebiliyordur.

Bu çerçevede soruyorum: Biz SOSYAL HUKUK DEVLETİYİZ diyenler NEREDE?

Emek Sömürüsü için bu gençler neden MAHKEME KAPILARINDA sürünsün? Bana göre bir HUKUK DEVLETİ bağlılarının hukuki sorunlarını çözen, bağlılarını HAKKIM YENİLDİ diye üzmeyen; avukat avukat, mahkeme mahkeme gezdirmeyen devlettir.

Bir de HAK ARAMAK için Baro Tarifeleri'nin en az %75 ucuzlatılması yanında Mahkeme Harcı adı verilen haksız isteğin ortadan kaldırılması gerekiyor. Çünkü o ADLİYELER bu MİLLET için ayaktadır. İçinde çalışanlar da MİLLETİN alınteri göz nuru ile kazandığı vergilerden dolayı hiç de azımsanmayacak olan maaşlarını almaktadırlar.

İŞ için çırpınan EMEKÇİLERİN HAKLARI ne yazık ki UCUZ EMEK İSTERİM diyen çoğu vicdansız işverenler tarafından istismar edilmekte: Hiçbir belgeye dayandırılmayan ücret ödemeleri elden yapılmakta; bu amaçla da KDV'si ödenerek ŞİŞİRİLMİŞ pek çok düzmece fatura kullanılmaktadır. Bu gibi işler bulaşmış bir LTD.ŞTİ'in eşinden dolayı ortağı durumunda olan arkadaşıma dedim ki: Neden olur? Nasıl olur? Alın Müdürü görevden! Alamıyoruz; biliyoruz da durumları. Senden benden zengin oldu, demişti. İşte TÜRKİYE bu!

Yeni MALİYE BAKANI bakalım ne zaman anlayacak bu gerçekleri. Eski tas eski hamam anlayışı ile dem süren; ALIN TERİ GÖZ NURU ile çalışanlara değil de İŞ İÇİN her türlü yanlış oyunu oynamaktan çekinmeyen İŞVERENLER'e yakın olmayı seçmiş olan ÖNCEKİLER çözmeye yanaşmamıştı bu sorunu. Bu yüzden de ÇALIŞANLAR ile ÇALIŞTIRANLAR arasında işin kalitesini olumsuz yönde etkileyen sürekli bir gerginlik ve husumet vardır.

SİZ hiç HAKKI YENMİŞ OLAN bir işveren duydunuz, gördünüz mü? Oysa ben HAKKI YENMİŞ OLAN pek çok kişinin varlığını duydum da gördüm de yaşadım da! Özellikle içinde anket çalışanları dahil KİTLE İLETİŞİM alanında, İNŞAAT kesiminde, çıraklık kalfalık, tezgahtarlık ve MEVSİMLİK TARIM alanlarında bu gibi KANUNLARA AYKIRI uygulamalar almış başını gidiyor. Bir de bu gibi işlerin ''topluca'' ya da ''bir ekip olarak'' yapılıyor olması da sanırım İŞ MAHKEMELERİ tarafından da ayrıca nazr-ı dikkate alınacak özellikler taşımaktadır.

Bu yüzden de eğer T.C. ADALET BAKANLIĞI İŞVERENİNİ MAHKEMEYE VERENLER adlı bir DÖKÜM çıkartmaya kalkışsa kim bilir ne gibi gerçekler ile karşılaşılacaktır. Umarım tez elden bu gibi ayrıntılı mahkeme dökümleri yapılmaya başlar. Unutmayalım ki Mahkemelere başvuranların en az %80 kadarı da AVUKAT TARİFESİ ve MAHKEME HARCI yüzünden o binalardan içeriye bile girememektedir. Çünkü bu gibi durumlarda ÇALIŞANALAR'ın elinde ne yazık ki ne bir ÖDEME PLANI ne bir SÖZLEŞME ne bir NOTER belgesi ne de bir BANKA ÖDEME MAKBUZU bulunmaktadır.

Oysa yeme içme, ulaşım, inşaat, tadilat ve bazı kalemlerde piyasa fiyatlarının çok üstünde nice ödemeler yapıldığını gösteren KDV'si ödenen nice FATURALAR'ın var olduğunu görürsünüz. Peki bir işte çalışan onlarca emek sahibinin istismarı adına üç dört ortaklı şirketlerin yalnızca KDV ödemelerine bakılarak yapılan, sözüm ona bzaı denetlemeler ile bu sorun KÜLLENMİŞ mi oluyor? İşte bunca soruna rağmen bu çarpık ilişkiler ağında SOSYAL HUKUK DEVLETİ nerede, bulunuyor.

1990'larda ilk özel televizyonlar kurulduğunda da bu gibi binlerce istismar konusu yaşanmıştır. Özellikle bir dizi için TRT Kurumu ile Özel TV'lerle anlaşan TANINMIŞ pek çok kişi ya da şirket kendi şirketleri üzerinden almış oldukları işler sebebi ile, o işler için kurmuş oldukları ekiplerin ücretini sürekli olarak elden ödeyerek sanırım çok zengin olmuşlardır. Çünkü HUKUK DEVLETİ'nin bu alanda söyeyecek hiç bir söz; hiç bir yaptırımı yok! Bu gibi durumları eskilerden bize kadar ölmeyen sözlerden biri ile açıklayacak olursak: Alan razı veren razı. Bu sözü : Çar naçar alan razı, veren tazı, olarak da söylemek mümkün!

Olayların teklif, davet ya da ihale boyutları ise daha da karmaşık olduğu için o konulara girmeyeceğim. Bu konuda da mahkemelerde ne gibi duruşmaların yapıldığı ve hangi dosyaların nasıl sonuçlandığı az da olsa kamuoyunun bilgi dağarcığında saklıdır sanırım.

Aykut IŞIKLAR'ın eski bir gazeteci olması yanında İSTANBUL'da olması bakımından da çok önem verdiğim yakşlşaımlarının hiç de yabana atılacak bir yanı yok! O da en az benim kadar nerede ise KIRK YILLIK YAYINCI. Yalanımız dolanımız olamaz. İşte bu çerçevede Aykut IŞIKLAR: ''5-10 bin lira alacağınızı düşünürken 300 liraya başroldeki figüran oluyorsunuz... '' diyor.

Bu nasıl bir iştir değil mi? Ateş olmayan yerden duman tütmeyeceğine göre MALİYE BAKANLIĞI bazı sanatçılar için denetlemeler yapmak adına nasıl harekete geçiyor ise bu konuda da sanırım bazı tasarruflarda bulunuyordur. Kaldı ki bu çalışma alanında bazı şişirişmiş nasraflara rağmen yüzde 900 (dokuzyüz)'e varan kazançlar elde edildiği de gözden uzak tutulmamalıdır..

Benzeri durumları bildiğim için yukarıdaki karşılaştırma hiç de gözden ırak tutulmayacak kadar gerçeğe yakındır. Bu amaçla gündeme taşınmış olan bu konular için KAYITLI EKONOMİ'ye geçişimize ne yazık ki daha bir on yıl kaldığını da düşünerek, diyorum ki Devlet gerekli gördüğü kurum ve kuruluşlarda her türlü araştırmayı yapmak ve kamu vicdanını da rahatlatmak zorundadır.

Çünkü ORTADA önceden düzenlenmesi gereken ne bir ödeme belgesi ne bir sözleşme ne de hak edilen ücretin kişinin hesabının bulunduğu bankaya yollanacağı bir BANKA adını da içeren bir başka belge. Çünkü doğrudan doğruya hesabınıza düşecek olan bir parayı kat kata faizi ile birlikte BORÇ ALMIŞ gibi ödemek mecburiyeti de var.

Ayrıca KİŞİ KURUM ya da ŞİRKET yanında olmazsa olmaz durumundaki o elemanları çalıştırır ve gerçek İŞVEREN durumundaki Özel Şirketler ile MALİYE de bu çalışanlar için NOTER ONAYLI SÖZLEŞME, BANKA ÖDEMESİ gibi gerekli zorunlulukları dayatmaz ve denetlemez ise bu ekonominin adı ne olur? İşte sorun da burada başlıyor!

Bu konuda yalnızca bir yönetmenin ya da metin yazarının NOTER onaylı olarak yayınların tekrarı durumunda hiçbir hak istemeyeceğine dair bir hak devri vekâletmnamesi vermesi hiç de yeterli değildir. Kaldı ki bu da eğer siz o eseri yeniden yayınlıyor iseniz ikinci yayınında %50 oranında yeniden ödeme yapmak zorundasınız. Çünkü beğenmiş olmanız yanında onun üstünden kazanacağınız diğer faydalar(başta reklam) dışarıdan satın alınan bir film ya da dizi için bu gibi uluslararası bir uygulama zorunluluğu olduğunu ilgililer bilir.

BİZ ne yazık ki Anayasa'da yazılmış biçimi ile çok öğündüğümüz HUKUK DEVLETİ nitelendirmesinin arkasına sığınarak yüzbimlerin belki de milyonların EMEKLERİNİN İSTİSMARI'na göz yumuyoruz. Oysa 12 Eylül 1980'de bir gece ansızın ''bizim oğlanlar'' tarafından gerçekleştirilen ve pek çok yamaları ile birlikte bugüne kadar gelen 1982 tarihli ANAYASA ikinci maddesinde, bana göre gerçekten çok yerinde bir hüküm ortaya koymuştur:

“Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir.”

Ne demektir SOSYAL BİR HUKUK DEVLETİ olmak?
Bana göre en azından TOPLUM her türlü işinde hukuk tarafından gözetilir; yapılan her iş kanun denetimine açık olmak zorundadır, demektir. Bir başka yönü ile de TBMM gerekli gördüğünde bu konularda gerekli her türlü düzenlemeyi yapar ve gerekli yaptırımların işlemek konulması için başta ADALET, MALİYE, ÇALIŞMA ve SOSYAL GÜVENLİK ile SANAYİ ve TİCARET Bakanlıkları yanında GÜVENLİK GÜÇLERİNİ devreye sokar. Gödüğün işleyişler ve çarpıklıklar doğrulturusunda; bana göre bir HUKUK DEVLETİ piyasadaki iş üretme süreçlerinde yalnızca: Sen şirket sahibisin, ne yaparsan yap; bana KDV'si ödenmiş faturaları sırala yeter. Ekinde de başka bir şey istemem senden, be arkadaşım diyemez.

Bu konuda hukukçuları aşağıdaki özlü yaklaşımı ise sanırım bu alanın ilgilileri tarafından daha kolay anlaşılacaktır:

''Hukuk devleti, devletin tüm eylem ve işlemlerinin varolan hukuk kurallarına uygun yapıldığı ve vatandaşların hukuki güvenliğe sahip bulunduğu bir devlettir.

Hukuk devletinin tüm öğelerini içeren bir tanımın güçlüğü yanında; hukuk devletinin şu nitelikleri sıralanabilir: Yasal idare ilkesi, yasaların genelliği ilkesi, yasa önünde eşitlik ilkesi, kazanılmış haklara saygı ilkesi, temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı, yasaların Anayasaya uygunluğunun yargısal denetimi, idari işlem ve eylemlerin yargısal denetimi ve denetimin mali sorumluluğu. (Erdal SÖNMEZ - Garip AYAZ,
Vergi Yargısı, Oluş Yayıncılık, Ankara, 1999, s.541)

Eşit hukuk uygulamaları ve denetimi demek olan DEMOKRASİ yolunda ağır aksak yürümekte olan TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ doğrudan işgörenler ve telif hakkı bakımından istismara en açık Devlet düzeni görüntüsünü İNSAN ONURU yanında İnsan Hakları ve giderek dilimize çevrilmeye başlayacak olan AB Müktesebatı yönlerinden, tez elden değiştirmek zorundadır.

Umarım içinde bulunduğumuz yasama döneminde TBMM de bu konudaki düzenlemeler için gerekenleri yapacaktır.

 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..