Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Mayıs '11

 
Kategori
Siyaset
 

Medyanın kürt sorunuyla imtihanı

Medyanın kürt sorunuyla imtihanı
 

Ülkemizde 27 yıldır akan kanın hepimizi yüreğimizden nasıl vurduğunu anlatacak cümleleri dizmeye kalkarsak dünyanın etrafını birkaç tez turlamamızın gerekli olduğunu biliyoruz. Keza bu akan kanın durmamasında medyanın tutumunu da eklersek kıyamete kadar dünya ile beraber dönmek zorunda kalacağımızı da biliyoruz. 

Gazeteler, televizyonlar, radyolar, internet üzerinden hizmet sunan siteler, kısacası basın yayın organları/çalışanları başta vatandaşlarının olmak üzere bütün insanların hak ve hukukuna, onur ve haysiyetlerine, en başta da yaşama haklarına halel getirmeden görevlerini yapmakla mükelleftirler. Sağlıklı iletişim, doğru bilgilendirme, isabetli enformasyonun yolu bu meslek grubunun belirlemiş olduğu bağlayıcı ilkelerinden geçer. 

40 yılı aşkın süredir basını günü gününe takip eden ve zaman zaman yazılarımla mütevazi katkılar sunmakta olan biri olarak medyamızın kendi ilkelerini kimi zaman patronunun menfaati, bazen “ulusal çıkarları”, gün gelince de siyasi ve dini kaygılarından dolayı ayaklar altına aldığını üzüntü ve kaygıyla müşahede etmişimdir. İlkelerin tar-u mar edildiği ve insana “bu kadar da mı olur” dedirten yüzlerce örnek vermek mümkün. 

Ancak bunların arasında öyle yaralayıcı, öylesine kahredici örnekler var ki akla ziyan… 

Çok iyi biliyoruz ki medya isterse yayın yaptığı ülkelerde etnik, dini, siyasi ve toplumsal/sosyal statüleri (olumsuz) işleyerek vatandaşların gruplaşmalarına yol açabilmektedir. Basın yayın organları bu ayrıştırmaları körükleyerek içinden çıkılamaz hale de getirilebilirler. Hele hele ülkemizde olduğu gibi sorunlar şiddet ve terör boyutuna varmış ise medya, manipülatif yayınlarla bu sorunu çok rahatlıkla amansız bir sona doğru sürükleyebilirler. 

Özellikle son 27 yıldır (zamanın genelkurmay başkanının “düşük yoğunluklu savaş” dediği) çatışma ve şiddetten 60 bin insanını kaybeden ülkemizde, medya tarafgir ve kışkırtıcı yayınlar yapar, ateşe benzin gitmeyi tercih ederse, ülkemizin içinde bulunduğu şiddetin çıldırdığı bu durum kaçınılmaz olur. 

Size yakın geçmişte izlediğimde yüzümü iki elimle kapattığım ve günlerimi, haftalarımı zehir eden bir haberi hatırlatarak medyanın istediğinde ne kadar korkunç bir silah olabileceğini anlatmak istiyorum. 

Televizyonun verdiği haber, çatışmada vurulan bir erimizin cenaze töreni ile aynı günlere denk gelen bir PKK’lının cenaze görüntüleri… Haberin veriliş şekli tek kelimeyle dehşet! Elbette ki tarafsızlığı su götürmez bir yayın organı bile iki cenazeyi ayni format ve içerikle sunmaz, sunamazdı. Ancak habere konu olan(lar) masum, suçsuz anneler ise anne yüreğine, hak ve hukuka, kişilik haklarına hassasiyet gösterilmeliydi. Zira haberde öldürülen iki kişiden değil, çocuklarına ağlayan annelerinden söz edilmekteydi. Haberin veriliş şekli habercilikten öte kin ve nefretin meslek ilkelerini, insani duyguları nasıl inlettiğini gösteriyordu. 

Muhabir değil haberi sunan “araştırmacı gazeteci, anchorman” “ünlü”müz mealen; 

“işte şehidimizin annesi tabuta sarılmış kahramanını gözyaşlarıyla uğurlamakta …” diye devam ediyor. Gayet makul, oldukça yürek yakan bir cenaze merasimi ve saygıdeğer validenin içinde bulunduğu durumun tercümanı bir sunuş. Ama diğer tarafta yine bir anne ve oğlu -hiçbirimizin tasvip etmeyeceği bir yolda olsa da- öldürülmüş. Anne yüreği bu; ”iyi oldu, oh olsun” demesini bekleyemezsiniz ki… Annelerin yüreklerine hükmedilemez ve dolayısıyla yürek yangınını irite edici bir yayın ülke insanının barışına da, birlik ve bütünlüğüne de, kardeşlik hukukuna da asla bir yarar getirmeyeceğini gayet iyi biliyoruz. 

Bunlar bilindiği halde haberde; “işte, bu da teröristin annesi…” deniliyordu. Oğluna ağlayan bu anne yakın çekimle tekrar tekrar gösterilip adeta yerin yedi kat dibine sokuluyordu. Haber görüntüye bir vurulan erimizin annesi, bir öldürülen PKK’lının annesi zumlanıp sanki “anneler bile ne kadar farklı” deyip, “ötekinin annesi ‘ne kadar da öteki”ymiş dercesine devam ediyordu… 

Bu tür ibretlik örnekleri çoğaltmamız hiç de zor değil. Bizler medyanın yargısız infazlarını biliyoruz (ileriki günlerde bunu da yazacağız). Medyamızın habbeyi nasıl kubbe yaptığına da alışmıştık. Yavuz hırsızın ev sahibini nasıl bastırdığının en çarpıcı örneklerini de medyamızdan öğrenmiştik… 

Ancak, hiçbir suçu ve günahı yokken bir annenin -geçtim duygularının rencide edilmesinden- kişiliğine kastetmek, onu bir terörist, bir korsan, bir gaspçı gibi takdim etmek gazeteciliğin, insanlığın neresine düşer, merak ediyorum. 

Allah aşkına bu haber sunucusu ülkenin esenliğine, toplumsal barışına, birlik ve beraberliğine zarar verdiğini bilmiyor mu? 

Bu gazeteci anchorman bu haberiyle basın ilkelerine ters yayın yaptığını bilmiyor mu? 

Peki, bu tür yayınlardan dolayı medyanın ne kadar itibar kaybına uğradığını bilmeyen var mı?.. 

Bunu bilmeyen bir gazeteci, bir annenin oğlunun suçundan dolayı küçümsenemeyeceğini, suçlanamayacağını da mı bilmiyor? 

Eğer bunu da bilmiyorsa “suçun kişiselliğini” de bilmiyor! demektir. 

Bu sorulara cevabımız evet ise; 

Sizlere selam olsun… 

 
Toplam blog
: 62
: 739
Kayıt tarihi
: 15.01.11
 
 

İnsan Hakları Aktivisti - Yazar Diyarbakır'da ikamet ediyor, Hiç kimseyi ötekileştirmeden, hiçbir..