Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Temmuz '13

 
Kategori
İlişkiler
 

Mefcure

Mefcure
 

Taptaze dupduru bir sabah. 

Gece bir önceki günün izlerini tamamiyle silmiş. İnsanların kirli ayakları, elleri ve ağızlarından taşan ne varsa henüz yere düşmemiş, kirlenmemiş. 

 

Seviyorum böyle sabahlarda dışarıya çıkmayı, tertemiz mis gibi havayı solumayı. 

Gece boyunca yağan kardan sonra gün ağardığında ayak değmemiş karların üzerinde yürümeyi de severim.

 

Boylu boyunca uzanırım yumuşacık karların üzerine garip bir huzur bulurum.

 Ölmekten, ölüm düşüncesinden korkardım. Mezarlıkların yanından geçerken ürperir titrerdim. Başka taraflara bakar, içimden şarkı söyler, adımlarımı hızlandırırdım Böyle bi tuhaf olurdum.

 

Oysa şimdi bedenimiz toprağa değdiği zaman huzur bulacağına inananlardanım.

Toprak bir zaman sonra çekermiş ya insanı.

"Topraktan geldik toprağa gideceğiz nasılsa" diye düşünür oldum.

Toprak soğuk gibi görünür ama sıcaktır toprak.

 

Pırıl pırıldı güneş.

 

Parlamaması, yeryüzünü ısıtmaması için önünde hiç bir engel yoktu.

Kıştan çıkıp bahara giriyorduk.Deniz kadar maviydi gök.

Pürüzsüz bir mavi.

Tüm mavilerin toplamı kadar mavi.

 

Her sabah yürüyüşümü yaptığım parkta,yemyeşil çimlerin üzerine  adımımı attığım zaman önümde usul usul yürüyen üzerine uzun siyah kaşe palto giymiş bir kadın dikkatimi çekti.

 

Her sabah görüyorum bu zarif asil kadını. Bir başkalık var üzerinde. Bir zamanlar oldukça güzel ve oldukça güzel yaşamış fakat, sonradan yaşadığı kötü olaylar görünüşüne aksetmiş.

 

İnsanlar yaşlandığı zaman yüzüne bir hüzün oturur, bakışlar ferini yitirir, anlamsızlaşır, bedenin yorgunluğu yüzünden fışkırır, taşar adeta. Bu zarif kadında o ifadeler fazlası ile var. Çok telaşlı,çok bıkkın, yaşamdan anlam bulmaya çalışan bir ifade.

Yaşamı anlamlandırmak için tazelikler gerekir ki, bahar dalları gibi yeşersin yaşlı vücutlar.

Lakin, bu artık bir zaman sonra o kadar zordur ki...

 

 

 Dirseğini kıvırarak koluna astığı siyah bir çanta, kenarına küçük pırıltılı bir çiçek kondurulmuş siyah şapka ve  boynuna astığı güneşin yansımalarından parıldayan, tercihini siyahtan yana kullandığı pullu bir eşarp süslemiş bedenini.

 

Su dalgalı kumral saçlar şapkadan dışarıya taşmış. Kaşlar gözün üzerinde düşmüş. Gözler ne kadar hüzünlü görünüyor...

Başı dik, gayet mağrur bir şekilde yapıyor sabah yürüyüşünü. Yanından geçen tanıdıklara nazik bir şekilde başını eğerek selam veriyor bir Osmanlı hanımefendisi gibi,

 

"Günaydın efendim" diyor tüm asaleti ile.

Ayağındaki siyah deri,içeride giyilen terlikleri görüyorum. Tuhafıma gidiyor bu durum. Aceleden çıkarken giyiverdi desem değil.  Bunca süslenmeye giyinmeye rağmen bu terlikler...  Yok hayır! Akıl alacak gibi değil.

 

Adımlarımı hızlandırırak yaklaştım yanına.

-- Günaydın, dedim,

Gülümsedi.

 

Adınızı öğrenebilir miyim?

 

Önce baktı uzun uzun.  Adını unutacak kadar yaşlı değildi oysa.

Başını yüzüme doğru uzattı. Ne yalan söyleyeyim, kulağıma fısıldayacak sandım bir an.Gözlerimin içine bakarak tek tek hecelere ayırdı ismini.

 

- Mef cu re...

--- Mefcure mi? 

 Güldü.

- Hiç duymadın değil mi? İnanır mısın? Ben de hiç duymadım. Rahmetli babam koymuş adımı canikom. Askerdi benim babam. Mustafa Kemal'in askeriydi.

Ağır ağır tane tane konuşuyordu.

Yine durakladı ve sonra;gizli bir şeyden bahsediyormuş gibi fısıldadı.

- Bizim sülalenin bütün erkekleri askerdi hayatım. Uzuun yıllar önce bir sevgilim vardı o da deniz subayı idi. Boylu poslu, baktın mı afedersin, dönüp bir daha bakardın. Babam istemedi nedense.

 

Önemsiz bir şeyden bahseder gibi söylemişti ama,

 

"İşte asıl hikaye" dedim içimden.

 

Ellerini önünde birleştirdi. Tüm hanımefendiliği ile birlikte hafifçe reverans yaptı.

__ Görüşürüz canikom. Şuradaki apartmanı görüyor musun hani şu kahverengi olanı. Ben üçüncü katta oturuyorum. Beklerim. Bir kedim var bir de ben.

Güldü. Parmağı ile gökyüzünü göstererek,

- Ha, bir de yukarıdaki, yüce rabbim! 

 

Yanımızdan iki kadın hızlı hızlı geçiyorken, bir tanesi başını arkaya doğru uzatıp seslendi,

 

-Neredesin sen Mefcure hanım görünmüyordun kaç zamandır?!

Bu soru çok hoşuna gitmiş olacak ki, birden gözlerine fer geldi.

 

- Dur, dur geliyorum, dedi elini sallayarak.

 

Sonra beni bırakıp o iki kadına  dahil oldu.

Eline aldığı siyah rugan çantasını kolunu kıvırdığı dirseğine astı.

Siyah deri terliklerini sürükleye sürükleye yürüdü gitti.

 

Ben adını unutmamak için içimden tekrarlıyordum,

 

"Mefcure... Mefcure..."

 

 

Hikayeler hep birilerinin eseridir...

Hikayenin kahramanları hikayenin mutlu son ile bitmesi için hikayecinin ellerine mahkumdur.

 

Bazı hikayeler yarım kalır, bazıları mutlu, bazıları mutsuz sonla biter.

Artık hikayeci nasıl isterse öyle...  

 

İstediği zaman istediği kahramanı hikayeden çıkarıp atar.

 

Hikaye dışı kalsan da, sen yine de bir zamanlar yazılmış bir hikayenin kahramanı ve birilerinin kahramanısındır.

 

 
Toplam blog
: 319
: 1390
Kayıt tarihi
: 29.10.06
 
 

"Ben; hiç yalnız kalmadım... Kalabalık bi ailede yere atılan yataklarda Yan yana, baş başa, el el..