Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Ağustos '19

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Meksika / Merida Gezi Notları

5 NİSAN 2019  (IRVINE  -  LOS ANGELES  -  GUADALAJARA)

Bu gece Meksika yolculuğum başlayacak. Onur’la 18.00’de Los Angeles Tom Bradley Havaalanı’na gitmek üzere yola çıkıyoruz. Bu saatlerde trafik yoğun oluyor. Irvıne ve Los Angeles arasındaki 73 kilometrelik yol 75 dakika sürüyor. 3 nolu Terminalde ayrılıyorum oğlumdan ve check in yaptığım İnterjet bankosuna gidiyor ve Los Angeles ( LAX ) Havaalanından Guadalajara ( GDL ) Havaalanına  götürecek İnterjet uçak biletimi alıyorum.

Tom Bradley, LAX’ın daha çok Uluslararası uçan ve büyük fırmaların kullanımına açılmış olan bölümü. Çok kalabalık, iyi ki erken gelmişim, bu çılgın kalabalığı görünce panikleyebilirdim. Pasaport kontroldan sonra ciddi bir güvenlik araştırması yapılıyor, Ayakkabılar çıkıyor, bir kabinde radar benzeri kanatların taradığı cihaz herhalde ciğerlerimi bile gösteriyor olmalı. Allahtan Amerika’da havaalanlarında tek bir güvenlik araması var.

Neden sonra, hepsini aşıp İnterjet uçağının hareket edeceği 139 nolu kapıyı bulup bir koltuğa ilişiyorum. Uçak 21.30’da kalkacak.

Yarım saatlik bir rötar ile hareket ediyoruz. LAX, Amerika’nın 2. dünyanın 5. Büyük havaalanı. Uçak taksi yolunda 500 metre kadar gittikten sonra duruyor 23.40 oldu saat hâlâ uçağın içinde bekliyorum.

Yanımda Meksika’lı bir kadın ve kızı oturuyor. Neden beklediğimizi soruyorum, anlamıyorlar. Hostes gelip geçtikçe, İngilizce “ problem nedir? “ diye soruyorum, gülüp geçiyor.

İyice gerildiğimi anlamış olmalı, yanımdaki kadının kızı, telefonla çeviri yaparak İngilizce metni bana uzatıyor. Gideceğim Guadalajara Havaalanı sabah 04.30’a kadar kapalı imiş. Bu nedenle uçak 01.30’da kalkacakmış.

Los Angeles saati ile 00.30, Meksika saati ise şu anda 01.30.Guadalahara’ya uçuş üç saat sürecek. Gudalajara’dan Merida’ya üç saatlik uçuş var. Velhasıl, Guadalajara’da beş saatlik bekleyiş şimdiden iki saate inmiş oldu.

Biletleri arama motoru Kiwi ile almıştım. Gecikmelerde ya yeni bilet veriyor ya da konaklama ve yemek sağlıyorlardı. Tam, Kiwi’ye yazacağım metni tamamlamak üzereydim, yanımdaki kadının notu geldi, uğraşmaktan kurtuldum.

01.30’da uçağın motorları homurdanmaya başlıyor ve nihayet havalanıyoruz. İpek halı gibi ışıltılar içinde Kaliforniya’nın kentleri uzanıyor altımda. A 320 çok gürültülü bir uçak, sık sık girdiğimiz türbülanslarda gövdesi ayrılacak gibi çatırdıyor.

Saat farkları, Meksika kentlerindeki saat düzenini de allak bullak etti. Bir ara uykuya dalmak üzere iken yanımdaki kadın kolumu sıkıyor ve “ geldi artık “ der gibi gülüyor. 04.30’da iniyoruz Guadalajara Havaalanı’na.

6 NİSAN 2019  (GUADALAJARA  -  MERİDA )

Ender gördüğüm bir kalabalıkla karşılaşıyorum Guadalajara Havaalannda. Pasaport polisinin önünde hiç bitmeyeceğe benzer bir kuyruk var. Bir hamle yaparak öne doğru çarpa çarpa ilerliyor ve en önme geçiyorum. Saati göstererek uçağımın kalkacağını ifade etmeye çalışıyorum. Bunca kalabalıkta dahaVolaris bankosunda işlemlerim var, zira Volaris online olarak check-in yapmamıştı. Zamanı idareli kullanmalıyım. Birkaç kişi itiraz etse de sonunda kabulleniyorlar.

Meksika’lı pasaport polisi uykulu ve yılgın; “ ne kadar kalacaksın, nereye gideceksin “ diyor, cevaplıyorum, ülkeye giriş mührünü basıyor.

Kontuarların bulunduğu salona çıkıyorum, başım dönüyor, kum insan var, bitip tükenmez konuşmaları ile Meksikalı’lar sarhoşa çeviriyorlar ilk dakikalarda. Volaris kontuarını buluyorum. Görevli kadın, “ bilet makinelerinden boarding pass al bana gel “ diyor. Makinelerin yanına yaklaşılacak gibi değil, o anda aklıma geliyor, Merida uçuşunun QR kodunu almıştım. Kadın elindeki tarayıcıya okutuyor ve kapı numarasını bir kağıda yazarak uzatıyor. İlk defa QR kodunu kullanıyorum.

B13 kapısının olduğu salon üst katta, burası da kalabalık, Meksikalı’lar yerlere yayılmışlar uyuyorlar, kimisi yemek yiyor, bir an Hindistan’da sanıyorum kendimi. Yaklaşık 20 dakika gecikmeli kalkacak uçak.

Salonda döviz bürosu yok ( aslında sonradan görüyorum, bir sürü büro varmış, bilet telâşından görmemişim anlaşılan ). Küçük bir büfede küçücük bir kağıt görüyorum, üzerinde change yazıyor. 1$=17.50 Meksika Pesosu. Susuzluktan perişanım, 50$ uzatıyorum genç kıza bir şişe su istiyorum. Önümdeki iki kadının içecekleri kahve tercihi bir türlü bitmiyor. Latte idi, ekspresso idi derken tam omuzlamak üzereyken karar veriyorlar ben de suyuma kavuşuyorum.

Bu arada saat 06.00’da şafak söküyor, 07.00’de hareket ediyoruz. Yaklaşık 2.5 saat sonra Merida (Manuel Crescencio Rejon) Havaalanı’na iniyoruz. Taksiciler her yerde olduğu gibi burada da havaalanının civarını kuşatmışlar. Önceden, ADO terminali olarak işaretlediğim yer meğer yine ADO ( buradaki ulaşım ağının firması ) taksi ofisi imiş. Taksiler 20 kilometrelik Merida yolu için 120 M$ istiyorlar. Herkes taksilere binip gidince, benim gibi sırtçantalı bir çift görüyorum, onlarda şaşkın belli ki, kent merkezine gidecek otobüs arıyorlar.

Yanlarına gidiyorum, havaalanı danışmadan otobüsün havaalanının çok uzağındaki yoldan geçtiğini öğreniyor ve bir yandan Meksika sıcağı ile ilk kez hemhâl olarak yürümeye başlıyor neden sonra otobüs durağını görüyoruz. Döküntü bir otobüs geliyor ( 7 M$ ).

Not defterime kalacağım hostelin sokağının adını yazıyorum, az sonra şöför bir köşede inmem gerektiğini işaret ediyor. Casa Centro 70’i bulmam kolay oluyor. Temizlikçi kadın karşılıyor, sahibi Mario’ya telefon ediyorum, az sonra eşi Cristina’nın geleceğini söylüyor.

O arada ben, haritaya bakıp Gran Plaza’ya hızlı bir yürüyüş yapıyor ve bir döviz bürosunda hostel ödememi yapabilmem için dolar bozduruyorum. Yarın Pazar, pek çok yerde başıma geldiği gibi bürolar kapalı olursa parasız kalabilirim.( 1$=17.90M$ )

Gran Plaza’nın köşesindeki Turizm Ofisi’nden yarın katılmayı düşündüğüm Ruta Puuc biletini nereden alacağıma dair bilgi alıyor hostele dönüyorum. Az sonra Cristina geliyor, odamın anahtarını veriyor, iki gece için 852 M$ ödüyorum.

Meksika Yukatan Yarımadası’nın genel ulaşım ağının büyük kısmı ADO isimli bir firmanın elinde. Hostelimle aynı caddede bulunan ADO CAME terminaline gidiyor ve Yukatan Yarımadasındaki Maya eserlerinin yoğun olduğu Pooc bölgesinde otobüsle yapılan Ruta Puuc için bilet alıyorum ( 178 M$ ).

Mérida’yı anlatmadan önce biraz Yucatán bölgesine değineyim. Bu bölgeye neden Yucatán denildiği konusunda birçok rivayet mevcut. Bunlardan en gerçekçi olanı, buraya ilk gelen İspanyol birliğinin başında olan Hernán Cortés’ in 1519 yılında İspanyol Kralına yazdığı mektup. Mektupta, bu bölgeye geldiklerinde Mayalılarla iletişime geçmeye ve karşılıklı anlaşmaya çalışırken, İspanyolların her dediğine, Mayalıların sürekli ‘Yokatan’ dediği yazıyormuş. Bu da Maya dilinde ‘ bir şey anlaşılmıyor’ demekmiş. İspanyollar da, bu bölgeye sürekli aynı ismi duyduklarından Yucatán adını vermişler.

Sonra, hemen arka tarafta yer alan Santiago Park’a geliyor ve kentin örgün marketlerinden Oxxo’dan su alarak kendime geliyorum, felâket bir sıcak var. Bir bankta oturup, sıcakta kendinden geçmiş insanları izlerken, havuzun önüne rengârenk bir grup geliyor.  Ellerinde biraz abartılı rengârenk çiçekleri yine abartılı makyajları ile ve yerel desenler işlenmiş beyaz giysileri ile genç kızlar havuzun önünde dizilip, içlerindeki üç dört gence poz veriyorlar. Ben de karşılarına geçip bu fırsatı kaçırmadan fotoğraf çekiyorum.

Ataları böylesine abartılmış süsler kullanıyorlar mıydı, böyle yağlı bedenlere sahipler miydi bilemiyorum ama, bence Maya torunlarının popüler kültür ve dayatmalardan uzak durmaları gerektiğini düşündüm bir an.

Yine Gran Plaza’ya ( Plaza Grande ) geliyorum. Burası Merida kentinin en canlı noktası, yaşamın doruğa çıktığı yer. Merida, Yukatan Yarımadası ve eyaletinin başkenti, hem koloni yıllarının hem de Maya kültürünün izlerini taşıyor ve civardaki Maya eserleri için ulaşım noktası. Kent globalizmin etkisine girmiş olsa da, ilk bakışta Maya ruhunun kent üzerinde daha doğrusu sokaklarında ve meydanlarında dolaştığını hissedebiliyorum. Zira; Merida Maya kökenli insanların %60 oranı ile en fazla yaşadığı Meksika şehri.

İlk görüşte bile beyaz renkli binaların çokluğunu görünce Merida’ya neden “ Beyaz Şehir “ denildiğini anlıyorum. Merida’yı çekici yapan ünlü Chichen İtza Maya eserine yakınlığı, bir diğer popüler yanı ise, Meksika’nın meşhur uyuşturucu kartellerinin ailece Merida’yı mekân tutmuş olmaları.

Kentin incilerinden olan Casa de Montejo’ya geliyorum. Francisco de Montejo Campeche’de ilk İspanyol kolonisini kuruyor ve Maya halkları ile çatışmaları başlıyor. Maya kenti T’ho, Montejo tarafından ele geçirilince Merida adını alıyor ve bu bina inşa ediliyor, önceleri askerler barınıyor burada, sonra Montejo ailesi yerleşiyor ve nesilden nesile 1970 yılına kadar bu amaca hizmet ediyor.

Binanın önündeki uzun kuyruğa dahil oluyorum, aklımdan geçen halk günü olduğu için yerel halk da Casa de Montejo’yu ziyarete geldi şeklinde. Ama; hiç de bu konuya meraklı tipler olmadığını farketsem de kuyrukla beraber ilerliyorum. Sonunda binanın arkasında bir bankanın içinde buluyorum kendimi. Meğer, eski bina müze olarak kullanılıyor, arkadaki bina banka hizmeti veriyor Merida halkı da banka için kuyruğa giriyormuş. Müzenin olduğu yerde kalabalık yok denecek kadar az. Görevliler, eşyalarımı bir dolaba koyup, fiş veriyorlar. Pür dikkat etrafı gözleyen güvenlik görevlileri arasında gezmeye başlıyorum.

Meksika’ya iner inmez Akdeniz sıcağı gibi kıyıcı bir sıcakla karşılaşınca, yanımda getirdiğim kolsuz bir tişortu giyerek dışarı çıkmıştım.  Güvenlik görevlisinin dik dik baktığını hissediyorum, oysa hiç de sâkil bir kıyafetim yok, sonunda yanıma gelip “ Arap mısın ? “ diye soruyor. O an yerin dibine giriyorum, ve sonraları görüyorum ki, aynı Küba’daki gibi burada da kolsuz kıyafet veya çirkin pasaklı kıyafet giyen kimse yok. Ben de Meksika gezim boyunca kolsuz tişört giymeye tevbe ediyorum.

Alışıldığı gibi, her sömürge kolonyal mekânında olduğu gibi burada da çağın en ağdalı mobilyaları var. Binanın dış cephesi Plaza Grande’nin hemen yanında hareketli cadde üzerinde. Cephe üzerinde yine kolonyal hattâ fetih ruhunu yansıtan heykeller dikkatimi çekiyor.

Meydanın karşısındaki Palacio de Gabierno’ya giriyorum. Güzel bakımlı ama her haliyle devlet dairesi olmanın vakarını taşıyor. 1892 yılında hükûmet binası olarak yapılmış. Yine kolonyal bir mimari ve içerideki duvar resimleri binayı daha sempatik hâle getirmiş. 1970’lerin sonunda Fernando Castro adında bir yerel ressam Mayalar’ın sembolik tarihini anlatan resimleri yapmış.

Üst katta, pek çok anlaşmaya ev sahipliği yapmış olan Tarih Salonu çok muhteşem, aşağıda uzanan Gran Plaza ve karşıdaki San Ildefenso Katedrali buradan çok güzel görünüyor.

Ildefenso Katedrali, Merida’nın nazar boncuğu âdetâ, 1561 yılında başlayan inşaatı 37 yılda bitmiş. İspanyollardan önce burada bir Maya Tapınağı olduğu ve yıkılarak taşlarının Katedral inşaatında kullanıldığı söyleniyor.

Sonra Calle 72 boyunca yürüyerek, Merida kentini mimarisini tanımaya çalışıyorum. Sıcaktan sık sık yol üzerindeki küçük parkların gölgesinde dinlenerek kendime geliyorum. Buradan, Merida kentinin kurucusuna adanmış Montejo’ya adanmış Passeo de Montejo’ya geçiyorum. Merida’nın iç içe ve kaotik yapısına tezat teşkil eden ağaçlı geniş bir bulvar çıkıyor burada karşıma.

Meksika’da ulaşım ve iletişim konularında şanslıyım. Zira, Amerika’da aldığım telefon sim kartı Meksika’da da geçerli ve aynı tarifeden ücretlendiriliyor. Bu nedenle bilgi erişiminde ve özellikle haritada aradığım yerleri bulabilmekte çok rahat ediyorum.

Meksika’nın büyük kentlerinde Mexico City, Xalapa ve Merida’da bulunan Milli Antropoloji Müzeleri çok zengin Maya eserleri ile dolu. Merida Milli Antropoloji Müzesi’ni kolayca buluyor ve giriyorum ( 52 M$ ).

Maya’ların hayatına ve eserlerine girmeden önce Mayalar ve ataları olabilecek Olmekler hakkında detaylı bilgi sahibi olmak gereğine inanıyorum.

 MAYALAR;

“ Matematik alanındaki buluşları, astronomi alanındaki gözlemleri ve doğruya çok yakın hesaplamaları, gizemli din ve ayinleri, görkemli, özgün sanat ve mimarileri, ilginç yazı ve takvimleriyle, dünyanın en ilgi gören uygarlıklarından biridir 

Mayalar hakkında bilgi verenler, çoğunlukla onları gizemli göstermeye çalışmaktadırlar. Bu yüzden Mayaların gökbilimi çalışmalarına bağlı, takvim ve gözetleme kuleleri de âdeta başka dünyadan gelen yaratıklarca yapılmış veya onlar tarafından öğretilmiştir.

Mayalar, tarihten kaybolup gitmiş bir ulus değildir. Bugün yaklaşık sekiz milyonu geçkin nüfusları bulunan, geçmişleri MÖ neredeyse on bin olarak bahsedilen bu milletin tanıtımlarında, çoğu zaman yanlış bilgiler verilmekte ve onlara haksızlıklar yapılmaktadır.

Önceleri komşu halk olarak yaşadıkları, sonraları zaman zaman karşılıklı yönetimlere sahip oldukları Aztekler (Nahuatl) tarafından Maya olarak adlandırılan halklar topluluğu; kendilerini “Kiçe”, “Çöl” gibi boy adlarıyla adlandırmaktadırlar. Aztek dilinde “hesap” anlamına gelen Maya sözü zamanla ortak uygarlığı ve inanış sistemleri olan, ırk özellikleri birbirine benzeyen bu halklar topluluğunun üst kimliği olmuştur.

Mayalar hakkında yapılan çalışmalarda, muhtelif dönemleri esas almış kronolojik tarihlendirmeler bulunmaktadır. Bunlardan bir kısmı MÖ 18.000-13.000 buzul devri sonrası Bering’den geçişlerle başlayıp, Maya takviminin başlangıcı olan MÖ 3.114’e kadar süren dönemi, ilk dönem olarak kabul ederler. Kabul edilen ilk dönemden İsa’nın doğumuna kadar olan devreyi ikinci, klasik dönem sonundan MS 900’e kadar olan dönemi ise üçüncü devre olarak kabul ederler.

Bazı çalışmalarda ise MÖ 3.000 yılına kadar giderler ve “arkaik”, “erken klasik öncesi”, “erken klasik”, “klasik”,  “klasik sonrası” şeklinde bir tarihlendirme yaparlar.

Yapılan tarihlendirmelerin tamamında ise Mayaların kendi takvimlerinde belirttikleri MÖ 3.000 civarı kronolojik dönemin başlangıcı gösterilir. MÖ 3.000-400 kuruluş, bundan MS 900’e kadar olan süreç ise Maya kültürünün yükselmeye başlayıp zirveye çıktığı dönemler olarak ele alınır. MS 900’den İspanyol işgalinin başlangıcı sayılan 1526’ya kadar olan dönem ise Mayaların adeta tarihte seslerinin çıkmadığı bir süreç olarak algılanır. 1526’dan sonra ise Mayaların kendi topraklarında kültürlerinin yok edilişini görmeleri, soykırımına uğramaları ve esaret dönemleri başlar. Bu dönem, günümüze kadar gelmektedir.

Maya Uygarlığının Dönemleri

Ön Maya Dönemi (MÖ 10.000-3.000): Bu dönemle ilgili daha çok genel insanlık tarihi ve yeni kıtada hayatın başlaması konularında yapılan araştırmalar bize fikir vermektedir. Eğer, insanlığın doğuşu Anakara olarak kabul edilen Asya ise, yeni kıtaya buradan göçlerin olması lazım geldiği düşünülmektedir. Bu da geçişlerin özellikle Bering Boğazı merkezli olduğu yönündedir. Yer bilimcilerin bir kısmı, ilk geçişlerin buzul dönemi olan MÖ 40.000-30.000’de başladığını, bir kısmı ise buzul döneminin bittiği (MÖ 18.000-13.000) süreçte başladığını ifade etmektedirler.

Mayaların hiyerogliflerle MÖ 400’de eserler bıraktıklarını dikkate aldığımızda, yazının gelişme süreci bize ışık tutar. Mayaların kullandıkları hiyeroglif yazısının ideogram (fikir yazısı) ve piktogram (resim yazısı) süreçlerini aşarak kullanılır hale gelmiş olması, bu yazının başlangıcını, bulunduğu dönemden en az 3.000 yıl öncesine götürmektedir. MÖ 400’de hiyeroglif yazıyla verilen eserlerin konu, ifade, kelime hazinesi gibi unsurlarını dikkate aldığımızda edebi bir dil olduğu düşünülebilir. Soyut kavramlar, zıt anlamlar, eşanlamlar v.b. edebi tüm göstergeleri, bir kökten türetilmiş kelimelerin kullanıldığı bu eserlerde görülmektedir. Bu da eğer MÖ 400’de edebi bir dil gelişmiş bir yazı ile kullanılıyorsa, bu dilin gelişme sürecinin başlangıcının, bulunduğu tarihten en az 10.000 yıl öncesini işaret etmektedir.

Eski Maya Dönemi (MÖ 3.000-400): Mayalarla ilgili tarihlendirmelerde bu dönem: “Arkaik”, “Erken Klasik”, “Orta Klasik” süreçler olarak da adlandırılmaktadır. Bir milletin tarihinin belirlenmesinde, özellikle kendi dilinde verilmiş eserler ya da onlar hakkında komşu milletlerin verdikleri bilgilerden yararlanılır. Burada doğrudan Mayaların kendi yazı ve dilleriyle verdikleri eserlerin başında, kendi tarihi süreçlerini de gösteren “Maya takvimi” gelmektedir.

Maya takviminde tarihin başlangıcı ve ilk dönem olarak 4 Ahau 8 Cumku “MÖ 3.114” esas alınır. MÖ 3.000-1.800 arası sosyolog ve arkeologlarla “avcılık, toplayıcılık, balıkçılık” süreci olarak gösterilmekledir. MÖ 1.500’e gelindiğinde, bütün kayıtlarda Mayaların ziraatla meşgul olduklarını, “Mayalar, köylerde ilkel tarım yöntemleriyle mısır, fasulye ve kabak yetiştiriyordu” gibi ifadelerden anlıyoruz. MÖ 1.800-1.000 arasında Maya kültürünün Pasifik kıyısında yoğunluk kazandığı, yapılan arkeolojik kazılardan çıkan eserlerden anlaşılmaktadır. Bu süreç aynı zamanda Mayaların daha çok Pasifik kıyısında, küçük yerleşim merkezleri olarak, her biri müstakil yönetimler şeklinde, diğer bir deyişle ayrı ayrı yerleşik boylar olarak yaşadıkları dönemdir.

MÖ 1.000-400 arasında yine arkeolojik buluntuların ışığında Mayaların Pasifik kıyıları dışında dağlık bölgelerle, orta ve kuzey bölgelerine yayıldıkları, buralarda yine müstakil boylar halinde yaşadıkları anlaşılmaktadır.

Klasik Maya Uygarlığının Kuruluş Dönemi (MÖ 400-MS 250): Bu süreç, aynı zamanda Mayaların kurdukları Tikal, Hunantuniç, Karakol, Altun Ha gibi büyük şehir yönetimlerinin, diğer şehir yönetimlerine hâkim olmak için yaptıkları savaşlar dönemini de kapsar. Bu dönem, Klasik Maya Uygarlığının temellerinin atıldığı, matematik, gökbilim, tıp gibi müspet bilimler yanında, inanış sisteminin olgunlaştığı, efsanelerin birer rumuz olarak algılanıp, edebi eserler halinde halka sunulduğu dönemdir.

Kurulan şehirlerin su, tuz, gıda kaynakları göz önünde tutuluyor, su göletlerinden şehre kanallarla içme suyu verilmeye başlanılıyordu. Şehir yönetimleri kendi törelerince yönetiliyor; yönetici sınıf ile halk arasındaki karşılıklı görevler belirleniyordu. Din işleri Tanrı ile halk arasında aracı olan Şamanlar taralından belirleniyor, şehir savunması ya da diğer şehirlere hâkim olmak için yapılacak savaşlarda askeri sınıf oluşuyordu.

Bugün Yucatan, Peten ve Belize’deki en önemli Maya antik şehirleri olarak bilinen, gökbilim çalışmaları için gözlem evlerinin yapıldığı yerleşim birimlerinin kuruluş yılları da bu süreç içerisinde yer almaktadır.

Klasik Maya Uygarlığının Gelişme Dönemi (MS 250- 800): Maya Uygarlığının en parlak döneminin başlaması ve Maya Uygarlığının yükseliş dönemi olarak bilinen bu dönemde, şehirleşme ve mimarinin en güzel örnekleri verilir. Bu dönem Mayaların bölgede en geniş sınırlarına da ulaştığı, gökbilimiyle ilgili çalışmaların zirveye çıktığı dönemdir. Mayaların Teotihuacan, Olmek, Tzakol ve Esperanza gibi bölgedeki diğer kültürlerin de tesirinde bulunduğu, daha doğrusu bu kültürlerle karşılıklı bilgi ve kültür alışverişinin en yüksek seviyeye çıktığı dönem olarak da bilinen bu süreçte, küçük yerleşim birimleri, büyük şehir yönetimlerinin idaresi altına girer.

Küçük yerleşim birimlerimde farklı adlarla bilinen boylar, klasik dönemde birleşerek Maya üst kimliği altında, büyük yerleşim birimlerinin adlarıyla anılmaya başlarlar.

Klasik Maya Uygarlığının Çöküş Dönemi (MS 800-950): “Geç” ve “Son Klasik dönem” olarak da adlandırılan bu dönem, Mayaların meşhur Bonampak antik şehrine renkli duvar resimlerinin yapıldığı yıllardır. Yine Maya kültürünün zirvesi olarak gösterilen Chichen İtzsa antik şehrinin tamamlandığı ve gökbilim merkezinin çalışmalarının en verimli olduğu zamandır. Ancak şehir yönetimlerinin hâkimiyet uğruna birbirleriyle yaptıkları amansız savaşlar da bu dönemde yoğunluk kazanır. Bölgede Putunlar başta olmak üzere başka kültürler yavaş yavaş yükselmekte, Mayalar bu yükselişlerden olumsuz olarak etkilenmektedirler. Mayalar, savaşlar ve yoksulluk nedeniyle evlerini bırakıp, daha kuzeye, Yucatan Yarımadası’na göç etmeye başlarlar.

Başka Uygarlıkların Yönetiminde Olduğu Dönem (MS 950-1526): Bu dönemde Yucatan’da Maya kültürünün zirvede olduğu yıllarda, başka şehirleri de yönetimi altına toplamış olan, diğer bir deyişle Maya başkenti sayılan Chichen İtzsa, Nauatl dilini konuşan Tolteklerin hakimiyeti altına girer. Quetzalcoatl (Tüylü Yılan) unvanını taşıyan Topiltzin Tolteklerin lideriydi. Bu dönem Klasik Maya uygarlığının resmen sona ermesi demekti. Ancak Chichen İtzsa, Toltek ve Maya kökenli melez bir din ve toplumun da oluştuğu şehir olmuştu. Yönetim Toltekler’in elindeydi ancak yönetilen halkın nüfus çoğunluğu Maya kökenliydi.

Daha çok tüccar olarak bilinen Aztekler, 1325’te başkentleri Tenochtitlan’ı (bugünkü Mexico City) kurmadan önce, 1200’ün başında Toltekleri yıkarlar. Dolayısıyla Toltek yönetimi altında bulunan Mayalar da Azteklerin yönetimi altına girer. Maya yerleşim birimlerinin birbirinden bağımsız olması sebebiyle, Toltek ve Aztek yönetimine girmeden 1500’ün başlarına kadar Tulum şehri gibi müstakil olarak da yaşayagelmişlerdir.

Bu arada Avrupa kıtası ve İngiltere’den yeni kıtayı keşif çalışmaları da başlamıştır. 1497’de tüccar ve denizci Amerigo Vespucci Kuzey Amerika Kıtası’na ulaşır. Nihayet 1498’de Kolomb’un Yeni Dünya’ya yaptığı 3. sefer sırasında, bugünkü Venezüella’daki Orinoco Irmağı ağzında karaya çıkmasıyla kıtanın Avrupalılarca istilası başlar.

İspanyol İşgali (1526): 1400’lü yıllara gelindiğinde Maya uygarlığının önemli bir bölümü varlığını sürdürmekteydi ve Mayapan kenti Yucatan’ın başkenti ilan edilmişti. 1441 yılında başkentte çıkan bir ayaklanmadan sonra bu şehir de halk tarafından boşaltıldı. Buna rağmen 1500’lü yılların ortalarına kadar bazı Maya şehirleri, hayatlarını sürdürmeye devam ettiler.

16. yüzyılın ilk çeyreğinde İspanyolların Yucatan’a yerleşmesiyle birlikte kıtada daha önce hiç görülmeyen bulaşıcı hastalıklar Mayalar arasında yayılmaya başladı. Yüzyıllık bir süre içinde Orta Amerika’nın yerli nüfusunun yüzde 90’ı Batılı beyaz adamların getirdiği kızamık ve grip gibi hastalıkların yayılması nedeniyle yok olacaktır.

İlk kez 1517’de Hernandez de Cordoba, Maya topraklarına gelir. Ancak Cordoba, girdiği savaşta Champoton’un Maya savaşçıları tarafından, vücudunda açılan yaralar sebebiyle can verir. Akabinde 1518’de Grijalva’nın keşif heyeti gelir, onu 1519’da Hernan Cortes izler.

1526-28 yıllarında Francisco de Montejo, İspanya Krallığının verdiği “Adelantado” unvanıyla gelir. Bu geliş İspanyollarca Maya topraklarının resmi işgalinin başlangıcı olur. İspanyollar işgal etikleri Maya topraklarında, merkezde Katolik kilisesi ve çevresinde Hristiyanlığı kabul eden yerli halklara verdikleri dükkânlardan oluşan, bütün yolların merkeze çıktığı ızgara model dedikleri şehirleri inşa etmeye başlarlar. Bu yerler, dağdan şehirlere göç ettirilen direnişçi halkın kontrolüne yönelik planla yapılmıştır. İspanyollar ilk kez 1542’de Merida şehrini inşa ederler.

Ancak Mayaların direnişlerini bir türlü durduramayan İspanyollar gittikçe zâlimleşirler. Yüz binlerce yerli ahali, acımasız İspanyolların soykırımına maruz kalır. Buna rağmen Mayaların direnişi yıllarca sürer. Bu direniş, bazen pasif olmakla birlikte bazen gerilla savaşı olarak devam eder.

1712 yılında Chiapas bölgesinde yaşayan Mayalar Meksika hükümetine karşı ayaklanırlar. Bu direniş bugün Zapatistler önderliğinde hâlen devam etmektedir.

1720’li yıllarda ise İspanya Krallığı, Maya halkını köleleştirmeye ve Hristiyanlaştırmaya başlar. Meksika’nın İspanya’dan bağımsızlık kazanmasından bir süre sonra Yucatan’da isyan hareketi tekrar yükselir. Kölelik koşullarına başkaldıran yerlilerin isyanı, bu sefer bastırılamaz ve Mayalar, ülkelerinin büyük bölümünü yeniden ele geçirirler. Bu olay, tarihte “Kastlar Savaşı” olarak da bilinir.

16. yüzyılın ilk yarısından itibaren başlayan İspanyol istilası sırasında birçok Maya insanı dini inançlarından uzaklaştırılmışlardır. Dini inançlarına ait olan her şey misyonerler tarafından harap edilmiştir. Yeni koloniler kurmak için köle gibi çalıştırılan Mayalar, 400 yıl boyunca İspanyollar tarafından ezildikten sonra bu kez Meksikalılar tarafından işgale uğrarlar. Bugün eski Maya ülkesi sınırları üzerinde başta Meksika ve Guatemala olmak üzere Belize, Honduras ve El Salvador devletleri kuruludur.

Günümüzde birçok Maya ailesi, bir zamanlar atalarının yapmış olduğu gibi tarımla uğraşmakta ve şehir pazarlarında ürün alıp satmaktadır. Kimisi de dokuma, resim ve ağaç işlemeciliği gibi geleneksel el sanatlarını yaşatmaktadır. Günümüz Mayaları, eski inanç ve âdetlerin çoğunu koruyup, Katolikliğin öğeleriyle birleştirmişlerdir. Eski inançlarının gereği olarak yılın değişik dönemlerinde, özellikle dağlık bölgelerde yaşayanlar, Şamanlarının önderliğinde anma günleri yapmaktadırlar. “

Yukarıdaki kronolojik bilgi bir alıntı ve okuduklarım içinden en akla yakını olduğu için paylaşmak istedim. Bu arada, Tahsin Mayatepek’in yönlendirmesi ile Mustafa Kemal’in Pasifik Okyanusu’nda bulunan kayıp Mu kıtası ile ilgilendiği, buranın insanlığın daha doğrusu Türkler’in dünyaya buradan yayıldığı, Mayalar ile Türkler’in kökenlerinin aynı olduğu, giderek Güneş Dil Teorisi’ni geliştirecek bilgiler derlemesi için Mayatepek’in Meksikaya diplomat olarak atadığı bilinmekteyse de, şahsım adına bu tür afâki bilgilere itibar etmediğimi bildirebilirim.

Şu var ki; şu anda okumaya devam ettiğim Michael de Coe’nin Mayalar isimli kitabının 41. Sayfasında belirttiği gibi, “ Güney Amerika’nın ilk kez 14.000 yıl önce, Bering Boğazı kara köprüsü üzerinden gelen Sibiryalı’lar tarafından istila edilmiş olduğu “ düşüncesi bana daha uygun düşmektedir.

Kaldı ki, Maya Kültürü’nün doruk yaptığı dönemde Asya ve Mısır tacirlerinin uzak denizlere seferler yaptığı bilinmektedir. Yine Coe şöyle diyor; “ Amerika’ya ilk gelenler deniz yolunu da kullanmış olabilirler. “

Mayalar’ın uzaydan gelenlerle ilişkide bulunduğu, tapınak kabartmalarında ve kutsal kitapları Popol Vuh’ta belirttiği Venüs ve uzaya ait bilgiler için şu ana kadar bilimsel temele oturan bir bilgi aktarılamamıştır.

Bu tür şaşırtıcı bilgi aslında kıtanın kâdim halklarından Olmekler ve Toltekler’de de bulunmaktaydı. Gezdiğim birçok ülkede uzaylılarla temas neticesi oluşabilecek bulgulara rastlamış olsam da, henüz ihtiyat payı koymayı tercih ediyorum.

Alıntı bilgileri sevmesem de, Mayalar gibi etraflarında çok fazla spekülasyonun yapıldığı bir kültür hakkında kanaatimce doğru olan bilgileri aktardıktan sonra, Mayaların eserleri ile haşır neşir olmaya başlayabilirim Antropoloji Müzesi’nin serin koridorlarında.

Merida Antropoloji Müzesi’ndeki eserler heyecanlandırıyor.  Maya kültürünün skalalarından Geç Klasik Sonrası, Erken Klasik Sonrası, Erken, Geç ve Son Klasik Çağlar’a tarihlenen pek çok taş kabartma ve heykel bulunuyor. Her birinin önünde keyifle duruyor, izliyor fotoğraflarını çekiyorum. Etrafta insanı geren derin bir sükûnet hâkim.

Onbir saatlik uçuş ve aktarmanın verdiği yorgunluk, jet lag ve uykusuzluk üzerine sabahtan beri yürüyor olmam epey hırpalamış olmalı, bugün yürümeyi bırakıp, Plaza Grande’ye doğru ilerlemeye başlıyorum. Mercado Municipal Lucas de Galvez ( halk pazarı ) çılgınlığına giriyorum bir ara ve Amerika’da hâkim mekanik ve robotik hayattan sonra Meksika’nın insan odaklı renkli ve canlı yaşamından keyif alıyorum.

Neredeyse ayaklarımı sürüyerek Casa Centro 70’ deki odama geliyor, yatağa uzanıp, gelirken Oxxo’dan aldığım soğuk biramı yudumluyorum.

07 NİSAN 2019  (MERİDA  -  LABNA – XLAPAC – SAYİL – KABAH – UXMAL)

Gece boyu, civardaki kafelerden gelen müzik sesleri zaman zaman uyandırsa da, aşinası olduğum tınılarla doldu odam ve keyif aldım. Odam, klima ve tavandaki vantilatör ile ancak gece yarısına doğru soğuyabildi.

Çok ilginç bu gece yarısı saatler bir saat ileri alınmış. Akıllı telefon ile alarm kurmuş olmasam, dün Meksika saatine göre ayarladığım kol saati ile yetinsem muhtemelen bugün gideceğim Ruta Puuc gezisine geç kalacaktım.

Yanıma bol su, güneş kremi ve akşamdan hazırladığım sandviçleri alarak TAME oto terminalinin yolunu tutuyorum. Otobüs tam saatinde saat 08.00’de kalkıyor, klimalı konforlu otobüste sadece 8 kişiyiz. Ben, yoğunluk olur düşüncesi ile dün TAME’den biletimi almıştım.

 Meksika deyince, hele Yucatan denince akla ilk gelen Chichen İtza ( Kukultan Piramidi ) oluyor. Yarımadanın Karaip sahillerindeki turistik bölgelerden, ( Cancun, Playa del Carmen ) her gün yüzlerce lüks otobüs akın akın özellikle şamatacı Amerikalıları bırakıyor buraya.

Oysa, Puuc bölgesi, Yucatan Ovası’nı yüzyıllardır örten bitki örtüsünün altından kurtarılmış Maya kültürünün baş tacı eserlerle dolu, üstelik insanı rahatsız eden rehberler yok, peşi sıra yürüyen hediyelik eşya satıcıları yok bu bölgede. Maya kronolojisinin Klâsik Dönemine denk düşen ( İS 800-1000 ) muhteşem beş Maya eserini görmek, Maya kültürüne dalmak için iyi bir başlangıç olacak düşüncesindeydim ben de.

Yol boyunca muntazam düzenlenmiş Puuk rotası güzergâhları ayrıntılı olarak gösterilmiş. Sonunda yerleşimler bitiyor ve kadîm Maya coğrafyasını istila etmiş ormanların içinden ilerlemeye başlıyoruz.

Merida ile Puuk kentleri arasında toplam 60 kilometre kadar yol var. Büyük gürültülerle yanımızdan motosikletli gruplar geçiyor. Puuc kenti Maya dilinde tepeler demek, bu tepelerde kurulmuş olan Labna, X-lapak, Sayil, Kabah ve Uxmal kentlerini dolaşacağım bugün.

Otobüsümüz, artık tırmanmaya başladı homurdanarak. Solda Santa Elena yerleşimi devam ediyor, yol boyu büyük oteller inşa edilmiş.

RUTA PUUC KENTLERİ;

LABNA;

Önce Labna’ya geliyoruz. Labna; Maya dilinde harap olmuş evler anlamına geliyor. Parlak dönemlerinde 4500 kişinin yaşadığı, 60 odalı bir saray, sütunlarla bezeli tapınak, dağılmış bir piramidin zirvesindeki Mirador yani gözetleme kulesi ile 9. ve 10. yy Maya eserlerinin gözde olanlarından Labna kenti.

Ayrıca, bir patikadan kısa bir yürüyüşle varılan kemer bunca yıldır karşımda bir mucize gibi belirince şaşırmadım desem yalan olur.

Çevredeki sessizlik ürkütücü, tropikal ağaçların arasından sanki Mayaların kutsal Jaguarlarından birisi fırlayacak gibi.

X-LAPAK;

10.30’da Rut Pooc’un ikinci antik kenti X-lapak’a giriyoruz.

Puuc rotası üzerindeki en küçük yerleşim olduğunu okudum. Okudum diyorum, çünkü bu gezi rehbersiz, gerçi şoför muavini sıcaktan yılmış da olsa bazen bizimle geliyor ve kısa bilgiler veriyor, fakat anlattıklarının çoğunu anlayamıyorum, bu nedenle gittiğim her yerden önce bilgi sahibi olmam gerekiyor.

X-lapak, küçük bir yerleşim, ancak Mayalar’ın yağmur tanrısı Chac’ı betimleyen maskelerle süslenmiş üç saray kompleksinin kalıntılarını barındırıyor. Burası da, diğer Puuc kentleri gibi 800-1000 yıllarında doruk günlerini yaşamış.

Toprak patika üzerinde dolaşırken, başladığım noktaya geldiğimi anlıyorum, yani, gezi rotası bir ring halinde ve geri dönme zahmetini bu sıcakta taşımayı gerektirmiyor.

SAYIL;

Büyük Saray'ı çevreleyen özenli frizin bir parçası olan Dalış Tanrısının bir oymacılığı. Dalış Tanrısının, Maya Arı Tanrısı Ah Muzencab'ı temsil ettiği düşünülmektedir. Bal, bu toplumda büyük değere sahipti ve diğer lüks ürünler gibi, önemli bir ticaret ortamıydı.

Yollardaki Rut Puuc levhalarını izleyerek Sayıl’a geliyoruz. Dört kilometre karelik bir alana yayılan ve Uxmal’dan sonra Puuc kentlerinin en büyüklerinden olan Sayil’de 17.000 kişinin barındığı tahmin ediliyor.

Diğer Puuc kentlerine benzemeyen Büyük Saray ( El Palacio ), farklı katmanlarda inşa edilmiş ve hala görkemini koruyor.

Sayil, Uxmal’i de, hatta ( henüz görmesem de ) Chichen İtza’yı bile sollayacak derecede estetik ve mimari değerler içeriyor bence. Ne yazık ki; bir çok antik kent gibi Sayil de susuzluğun kurbanı olur, yağmur sularının toplandığı sarnıçlardaki su, giderek artan nüfusa yetmediği gibi, kuraklıklar tarımı bitirme noktasına getirmiş olmalı yüz-yüzelli yıl içerisinde ( Hindistan’daki Fatehpur Sikri gibi ) bu muhteşem değerler bırakılarak, İS 950’den başlayarak 1000 yılında tamamen terk edildi.

Sayil’i dünyaya tanıtan 1841 yılında bölgeyi ziyaret eden Lloyd Stephens ve Frederich Catherwood’un yazıp resimlediği Yukatanda’ki Stephens isimli kitap oldu.

Güneş tepemde beynimi kaynatırken, bastıkça puf diyerek toz bulutları çıkaran patikada yürüyorum Pervaz Tapınağına doğru. Bu çileyi çekme nedenim, Tapınak pencere pervazlarınbda hala görünebilen Maya alfabesinin harfleri. Ama, bu arada Yum Keep heykelinin önünden geçiyorum ve fotoğraflıyorum. İki metreye yakın boyu ve önünde uzanan fallusu ilev tam bir bereket tanrısı derken, önündeki plakete bakıyorum; İspanyolca “ erkeklik veya doğurganlık tanrısı “ yazıyor. Acaba Mayalar’ın bereket tanrısı Hermafrodit olabilir mi?

Maya kentlerinin olmazsa olmazlarından El Mirador yani gözetleme kulesi burada da var. Tamamen çökmüş bir piramidin üzerinde mucizevi bir şekilde yükselmeye devam ediyor.

KABAH;

Sıcaktan bunalmış ama, günü en iyi değerlendirebilme azmiyle biliyorum kendimi. Antik yerler arasındaki kısa mesafeleri bile otobüste demlendirerek en iyi şekilde dinlenmeye çalışıyorum. Kabah’a giriyoruz sonunda. Girişte kulübedeki esmer adama bir 55 M$ daha veriyorum. Karşımda Kabah’ın antik değerleri uzanıyor artık.

Bir sonraki Uxmal ile arasında yaklaşık 27 kilometre bulunan Kabah, İS 700-1000 yılları arasında en şaaşaalı dönemini yaşarken nüfusu 10.000 civarında idi. Girer girmez diğer antik kentlerin aksine burada kalıntılara komşu orman olmadığını fark ediyorum. Gerçi ilerilerde yer alan ormanlık alanlarda henüz kazılmamış pek çok Maya kalıntısı olduğunu okumuştum.

Kabah’ın en ilgi çekici yapısı El Palacio de los Mascarones yani Maskeler Sarayı. Diğer adıyla yani Maya dilinde Codz Pop, Codz, Mayalar’ın her eserde karşıma çıkan yağmur tanrısı Chaac’ın burnunun çengel gibi yuvarlanmış halini ifade ediyor ve Maya takviminin ilk adını taşıyor. Pop ise dini literatürde hiyerarşik bir seviyeyi belirtiyormuş. 300’den fazla Chaac maskesi, binanın batı cephesini kaplıyor boydan boya. Ayrıca,  glif denen amblemler de bu maskelerin arasına serpiştirilmiş.

Maskeler Sarayı’nın arkasına yürüyorum, burada da dekoratif taş yontma duvarlar, duvarın tepesinde iki savaşçı heykeli, kapı girişlerinde yine birbirini öldüren savaşçı rölyefleri var.

Karşıda Büyük Tapınağa ( Kolonlu Tapınak ) yürüyorum, sıcaktan sendeleyerek. Kolonlar serpiştirilmiş tapınaktan sarayın savaşçı heykellerini seyrediyorum.

 Aslında Kabah önünden geçen yolun diğer tarafında da devam ediyor. Bu tarafta da Kabah kemeri var, ayrıca buradan Uxmal’a giden Sacbe olarak anılan 23 kilometre uzunluğunda bir yol mevcut. Ne var ki; verilen sürenin darlığı, diğer yandan sıcaktan adım atacak halden çıkmam bir ağacın gölgesine sığınmama neden oldu. Uzaktan hayranlıkla Codz Pop’un Chaac maskelerini seyretmeye devam ettim.

UXMAL;

Saat 13.00’de Uxmal’a giriyoruz. Puuc bölgesinin en görkemli piramidi ve yerleşimi Uxmal’ı gezmenin maliyeti de farklı oluyor. 338 M$ giriş $ + 75 M$ da eyalet hükümeti için olmak üzere 413 Meksika Pesosu ödüyorum.

Uxmal ( uşhmal )’a girer girmez çarpılıyorum. Ağaçların arasında pahlı köşeleri ile yükselen muhteşem bir piramit karşısında ister istemez ellerim iki yanıma düşüyor ve ilk şaşkın bakışlarımı dikiyorum bu güzelliğin üstüne.

Uxmal, kitle turizminin uzağında kalıyor. Deniz ve bikini turistlerinin bir ara da Tulum ve Chicen İtza’ya aktığı günler genellikle Uxmal çok daha az hayranı ile baş başa kalıyor. Zira, Tulum ve Chicen İtza, kitle turizminin Kâbesi Cancun ve Playa del Carmen’e çok yakın, bu nedenle günlük tur programlarına uygunlar. Ancak, Uxmal da ilave edilirse bir güne sığmayacak, gecelemek gerekecek, bu da, Karaip sahillerinde ” herşey dahil “ sistemine tâbi turistler için ek maliyet getireceğinden, Uxmal ve Rot Puuc güzergâhını dolaşmak, bu konuya meraklı ve hevesli gezginlere kalıyor.

Otobüsün şoförü iki saat süre veriyor. Böylesi yaygın bir alanı bu sıcakta  dolaşmak, günün son eziyeti aynı zamanda son kazanımı olacak.

Uxmal, Maya medeniyetinin zaman içindeki katmanlarında “ üç kez inşa edilmiş “ anlamına geldiği vurgulanıyor. İşin garibi, arkeologlar ( bizim Truva gibi çok daha fazla ) beş kez inşa edildiğini söylüyorlar. Her yeni kral kendi damgasını basmak için mevcut yapıları daha geniş daha etkileyici hale getirmek için çaba gösterdi. Nihayetinde, bugünkü halini İS 850/925 yılları arasında Maya ritüelleri için vazgeçilmez merkez haline geldi.

Puuc tarzının, özenle oyulmuş taştan yapılmış, frizleri süslü akıllara zarar muntazamlıkta dizilmiş blok taşları ile Uxmal yüzyıllar sonra bile hayret uyandırıyor. Gişelerden ilk girdiğimde karşımda yükselen Sihirbaz’ın Piramidi ( Cüce Piramidi, Kehanet Piramidi de deniyor.) güçlü enerjisi ile etkiliyor beni. 40 metre yüksekliğindeki piramidin basamaklarına çıkılmasına artık izin verilmiyor. Zaten, böylesine dik basamakları çıkmak istemezdim. Zira, bunun benzerini Kamboçya Angkor Wat’da yaşamış ve daha bönce hiç olmadığı halde yükseklik korkusuna kapılmıştım.

Bir efsane, piramitin, bir cadı olan annesinin yardımı ile doğaüstü güçleri olan cüce tarafından bir gecede yapılmış. Oysa, bilim adamları, beş aşamada tam 400 yılda inşa edildiğini belirlemişler.

Sihirbaz’ın Piramidini geçince Rahibeler Manastırına geliyorum. Geniş avluyu çevreleyen 74 küçük oda rahibelerin hücreleri olmalı. Odaların üst kısmındaki taş işçiliğini hayranlıkla izliyorum.

Rahibeler Manastırından aşağı doğru yürüyorum, Mayaların ünlü top oyunu sahalarını geçerek 300 metre cepheli Valiler Sarayı’na geliyorum. Hemen yanında nâtamam Büyük Piramid, Güvercin Evi olarak bilinen El Palomar ve Kaplumbağa Evi olarak ünlenmiş Las Tortugas yer alıyor.

Böyle iyi korunmuş bir arkeolojik sit’in hala sırlarının büyük kısmını saklaması ilginç.  Bölgenin en kötü tarafı uzun süreli kuraklıkların olması ve bu yüzdendir ki, her anıtta Yağmur Tanrısı Chaac’ın tasvirlerine rastlanır. Ve kuraklık nedeniyle İS 10. yy sonlarında kentler terk edilir.

Mayaların binlerce yıldır oynadığı Pok-a-Pok adlı oyundan bahsetmeden Mayaları tanımak eksik kalır kanatindeyim. Ama, bu oyun bir mücadele veya eğlence amacıyla yapılmıyordu. Sonunda yenilen veya yenenlerin Tanrılara kurban edildiği bir dinî törendi. Kurbanların kim olduğu konusu hala çözülememiş olup tartışmalıdır.

Yukatan bölgesinde 500’den fazla bu tür ölüm oyunlarının oynandığı alan tesbit etmişler. Kauçuktan üretilen neredeyse beş kilo ağırlıktaki topla oynarken, oyuncular topu omuz kalça veya dirsekleri ile devamlı havada tutmak zorundaydılar. Halkadan topu geçirmeyi başaran takım sayı alırdı.

Oyunda mağlup olan takım veya kaptanı Tanrılara kurban ediliyordu. İplerle bağlanan kurbanlar, Tapınakların dik basamaklarından ölüme yuvarlanıyor veya sunaklarda yürekleri çıkarılarak Tanrılara adanıyordu. Bazı bilim adamları, kazananların kurban edildiğine de inanıyor, zira; Maya kültüründe ölüm her şeyin sonu değil, yeni bir dünyaya ve hayata başlangıçtı.

Kan ter içinde dolaşıyorum Uxmal antik kentini, otobüsün park ettiğ alanda buluşuyor ve klimanın verdiği canlılığa sığınıyorum.  16.30’da Merida’ya Tame otobüs terminaline giriyoruz. Yarın 08.30 da kalkacak Valadolid  otobüsüne bilet alıyorum ( 130 M$ ).

Odama sığınıyor, uzanıp dinleniyor, akşam koşturmaları için enerji biriktiyorum. Bu arada, kaldığım Casa Centro 70 sahiplerinden alacağım 50M$ para iadesi için ısrarla ayak diremeye başlayınca, telefon ederek direniyor ve temizlikçi kadından paramı almayı başarıyorum. Bu olay, bu tip hostellerde her zaman oluyor,  ne hikmetse kasalarına veya ceplerine giren parayı bir türlü çıkarmak istemiyorlar.

Güneşin insafa geldiği saatlerde, Calle 63 boyunca yürüyerek Grand Plaza’ya geliyorum. Yaklaştıkça bando sesi yükseliyor. Meydanın ortasındaki bayrak bir polis kıtası tarafından törenle indiriliyor.  Bayrağı karşılıklı gergin vaziyette tutarak yine bando eşliğinde katlıyorlar ve ritmik adımlarla uzaklaşıyorlar meydandan.

Belediye Binasının önündeki cadde trafiğe kapatılmış, sandalyeler dizilmiş, bir tarafta orkestra hazırlıklarını yapıyor. Anlaşılan, Merida geleneği olan eğlenceler başlamak üzere. Pazar akşamları bu eğlencelerin düzenlendiğini okumuştum, hatta Ruta Puuc nedeni ile kaçıracağım için üzülüyordum.

Çok geçmeden orkestra çalmaya başlıyor, yaşlı genç iyi dans eden edemeyen hemen herkes çiftler halinde dolduruyor meydanı. Keyifli bir atmosfer hakim oluyor ortalığa, bol bol fotoğraf çekiyor hatta video kaydı yapıyorum. Bir yandan da buruk hisler gelip gidiyor yüreğime, Meksika gibi bir ülkede ( bu arada ülkenin kişi başına 15000 $ geliri olduğunu belirteyim. ) halk bu kadar yarınından emin eğlenirken, ülkemde hemen herkes gelecek endişesi yaşıyor.

Hava kararmaya başlıyor, sokak lokantalarından birinin masasına oturuyor, tabaklarda Meksika acısı soslarla sıcak ve yorgunluktan kaybettiğim iştihamı zorlayıp tortas yemeğe çalışıyorum ( 50M$ ).

 

 
Toplam blog
: 80
: 6572
Kayıt tarihi
: 04.03.07
 
 

Hayatın anlamı; anlamlı yaşamaktır. ..