Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Mayıs '12

 
Kategori
Gelenekler
 

Mektup ve Postacı

Mektup ve Postacı
 

Mektup yazmayı unutan ve özleyenlere...

Zarfın tutkalını ya da pulu yapıştırmak için yaladığınızda her ne kadar yüzünüzü hafifçe buruşturmuş olsanız da dilinizde kalan o tadı hiç özlemiyor musunuz? Adresi yazıp son olarak da arkasına kendi adresimizi yazıp postaya teslim ettiğimizde sanki bir parçamızın yola çıktığı hissini nasıl da unutur olduk? Yazdıklarımızın sevdiklerimize ulaştığında onların mutluluklarını görebilmek, hissedebilmek için neleri feda etmezdik ki? Maalesef zaman ve gelişim öylesine acımasız ki pek çok değer yargılarımızın dumura uğramaya başladığı bu dönemde artık bu güzel paylaşımlardaki duyguları da yaşayamaz olduk. Hele ki genç kuşak bu zevki hiç mi hiç yaşayamadı, yaşayamayacak. Onlar maalesef ancak ellerindeki telefon denen oyuncakla cırt cırt cırt mesajlaşmayı biliyor. Bir de onların deyimiyle “çetleşme” olayını. Üstelik iki satır yazmayı bile beceremeden. Hem de dili, Türkçeyi, sözcükleri adeta ırzına geçercesine katlederek.

Duygular ancak paylaşıldıkça güzel ve anlamlı oluyor. Ya yüz yüze konuşarak ya da yazıya dökerek. Yazıya dökmek deyince, bir tuşa basmakla yok edilebilen sanal ortamı kastetmiyorum. Elimizde varlığını, kokusunu, şeklini görüp hissedebileceğimiz ve kalıcı olabilecek yazışmalardan, daha doğrusu mektuplardan söz ediyorum. Onları aldığımızda daha açmaya bile fırsatımız yokken duyduğumuz o haz nasıl bir duygu ki hiçbir maddî değerle ölçülemez. Okursun, bir daha okursun. Sanki doyumsuz bir tutku olmuştur. Kağıt kokusunu dünyanın en güzel güllerinin kokusuna değişmezsiniz. Oysa alt tarafı odunumsu bir kokudur, ama onu güzel ve doyumsuz yapan mektup vasfında olması ve içinden yansıyan duygulardır.

Hele bir asker ya da gurbetçi iseniz. Hele ki eşinizden yeni ayrılmışsanız ve sevdası burnunuzda buram buram tütüyorsa… Amma ve lakin öylesine bir görgü, saygı ve edep vardır ki mektubu dinleyen ahaliye karşı, böylesine erdem dolu duygular nedeniyle sevgilisinin adını bile yazamaz garibim. Sadece son satırında, selam faslında gizlidir, inceden inceye bir dokunuş. “… anamın, babamın kardan ak pamuktan yumuşak ellerinden hasretle incitmeden öperim…” diye başlar ve sıralar ev ahalisine selam ve sevgi duygularını. Ama eşinin adını yazmaz. Ve “… mektubu okuyan ve huzurda dinleyenlerin hepsine…” diyerek satır arasına gizler sevdasına selamını. Ağzı var dili yok gelin ise başı öne eğik utanarak almıştır bu ince mesajı. Yetmese de yetmiştir ona bu selam. Bütün mektup boyunca beklediği satırlar, sözcükler işte budur. Sonrasında bilir ki zaten mektup kendisine verilecektir. Onu koynunda saklayacak, arada bir çıkarıp okuyamasa bile erimin eli değmiş diye elleri arasında incitmeden okşayacak ve yine öpüp koynuna basacaktır hasretle. Hele bir de zarfın ucu yanıksa işte siz o zaman görün sevdanın ateşini. Okumaya bile gerek yoktur buram buram sevda ve hasretlik kokan o mektubu. Ucu yanıktır. Bu demektir ki “Söze ne hacet. İşte benim yüreğim de böylesine senin sevdanla yanıktır, bunu bil ve unutma!”

Bunlar yazmakla bitmez. Kısaca “mektup” der geçeriz, oysa bir sanattır mektuplaşmak. Sevdiklerinize ummadıkları bir mutluluk yaşatmak istiyorsanız iki satır mektup yazıp postalayınız. Bırakın "e-posta ile yazıyorum zaten" demeyi. Pulu, zarfı, postacıyı özel bir mektup getirirken görmenin güzelliği inanın bir başka hoştur. Gönülden yansıyan sözcüklerin kaleme dökülmesi, postacının size verilen değerin yansıması olarak getirdiği o zarfı almak veya aldırmak nasıl bir güzellik bilir misiniz? Bilirsiniz, bilmesine bilirsiniz, ama unutur oldunuz. Teknoloji canavarı bu güzel paylaşımları sildi süpürdü. Yenildik mi? Belki evet, ama hiç olmazsa arada bir bunu yaşamak gerekmez mi? İnsanların menfaat ilişkisine kilitlendiği günümüzde gelin gönüllerimizce sevgimizi, hasretimizi, dertlerimizi ucu yanık olsa da olmasa da satırlarla paylaşalım ve mektupları sevdiğimizce kitaplığımızda ya da bohçalarımızda saklayalım. Özlem duyduğumuzda yeniden okumanın zevkini yaşayalım. 
 
Sevgisiz, sevgi dolu mektupsuz kalmamanız dileklerimle. 

“Kestane kebap, acele cevap.”
 
Tahsin Melan

 

POSTACI

Sıra dağlar aşıp gurbete düştüm

Yıllar var ki bunu düşte görmüştüm

Hayra yoranlara şaşıp gülmüştüm

Sıladan bir mektup yok mu postacı

 

Gurbetin kahrıyla sevdam inlesin

Gelen yok giden yok derdim dinlesin

Üç beş satır getir gönlüm eylesin

Sıladan bir mektup yok mu postacı

 

Eşime dostuma hasret kalmışım

Yavuklum adına nağme salmışım

Gerçeği unutup düşe dalmışım

Sıladan bir mektup yok mu postacı

 

Bilirim dereler çağlayıp akar

Kuzular meleşip yaylağa çıkar

Başaklar sararıp harmana bakar

Sıladan bir mektup yok mu postacı

 

Ayrılık şerbetin bilmeden içtim

Özüm bende ama sözümden geçtim

Yazım böyle imiş kendim mi seçtim

Sıladan bir mektup yok mu postacı

 

Yazan kalem değil yürek bilesin

Bir kez dinle n’olur halin söylesin

Mazrufa bakanlar zarfı neylesin

Sıladan bir mektup yok mu postacı

 

Yüreğe saplanmış hasretin oku

Alıp götürüyor bir ses bir koku

Ucunu yaktığım mektubu oku

Sılaya bir mektup götür postacı

 

Ömür gelip geçti gurbet ellerde

Melanî sözleri gezer dillerde

Artık uçmaz oldu suna göllerde

Sılaya son mektup götür postacı

 

Tahsin MELAN / Melanî

 

NOT: Şiir sunumunu:  http://www.youtube.com/watch?v=Ga2vBEX4GHI

 

 
Toplam blog
: 87
: 3041
Kayıt tarihi
: 07.09.06
 
 

Çankırı doğumlu (1954). İlk ve ortaokulu tamamladıktan sonra liseye Ankara'da devam etti. Özel ti..