Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Hakan Karaduman (Akdenizli)

http://blog.milliyet.com.tr/akdenizli

14 Ağustos '11

 
Kategori
Blog
 

Melankolik acı

Melankolik acı
 

resimdeki sevgili kaplumbağanın yanına nükleer santral yapacaklar... Allah'a sığınıyoruz!


Uzun zamandır yazmamak, uzun zaman olmuş bisiklete yeniden binmek gibi. İlk kelimelerde hafiften yalpalama; ama ardından yürüyen yola ayak uydurma…  

Zaman sorunum nedeniyle MB sayfalarında yeterince gezinemediğim gerçeğinin yanı sıra, ilginç yazıları kaçırmadan okuyor olabilmeme seviniyorum. Ve tabii, aynı konular: insanın yalnızlığı, yönetimsel nedenlerden çaresizliği, çok sevdikleri “şeylere” sığınmışlığı, ben merkezciliği, megalomanlığı, tersine kendine acımayı, yüceltmeyi-küçültmeyi, kendini var edene kendini koşulsuz bırakmayı, bilgi karmaşasının içinde boğulup gerçek yaşamı anlamlandıramamayı; ve çok da az olsa dahi, ruh içinden çıkardığı kelimeleri satranç tahtasına doğru hamle için ilahice yerlerine yerleştirenleri…  

Hepsinde ortak nokta kalem oynatanların derin bir “içsel anlaşılamama” başlığındaki yalnızlıkları. Ve üstelik keyif veren bu acıyı sürdüğü kadar isteme arzusu. Yazmak bir çeşit çığlık gibi: “Ben buradayım, ama aslında hiçbir yerdeyim, ” zavallılığı.  

Kocaman zavallılardır yazı diline mahkum olanlar, iki şeyi paylaştıklarını sanırlar: düşüncelerinin başkalarının farkına varması ve kendini kendine kanırtarak ifadesi. Ve bir de kaybolup giden karmaşık zamanı. Acınası durum!  

İşin acısı “yazma” mahkumlarının sürekli yazmak zorunda kaldıkları isteksiz sex kölelerine dönüşmüş kelimelerle oyunları. Bu oyuncular her gün yazmak zorunda olan-kendilerinin de çoğu zaman o dünyanın köleleri olduğu- köşe yazarlarıdır: en çok onlara acıyorum.  

Binlerce kitaplık kütüphanelerde ömür tüketip, hoşuna giden paragrafları notlarına alıp, anlatacak hikayelerinde kullanan büyücek yazarlara da acıyorum. Ama onlar aslında farkına varmadan birleştirdikleri bilgilerle okuyucuya ışık vererek bir nebze acınmaktan çıkıyorlar.  

Blog yazanlara da içimden acıma hissi, ama daha çok sevgi ile karışık melankolik bir acıma hissi duyuyorum. Kendilerini acındırmaya çalışan ruh açlarının uçsuz denizdeki çırpıntıları gibi gelir bana blogçuların halleri. Önceleri “günce” çevirisiyle anlam bulan blog kelimesi, sonraları “kişinin hayatında biriktirdiklerini ortaya koyma yeri” oluverdi, belki ondan.  

Aslında kaşiflerin günlüğüne günlük demeli.  

Oysa;  

kaşif olabilmek, beyinde birikenleri yazıya dökebilmek; ama yeni şeyler söyleyebilmek, verilenlerden verilmeyenleri bulup ortaya dökebilmek. Oysa;  

söylenecek yeni bir şeylerin olmadığı kelime çöplüklerinde milyonlarca üst üste yığılmış aç kelimeler mezarlığında dolaşmaksa ne kötü zaman kaybı.  

Hangi zengin sofradan geldiğindir önemli olan. Bazen açlar sofrası, bazen kuş sütü baş köşede. Ne gördün, ne tattın, ne hissettin? Anlatabileceksen bizi yaşatarak, kelimelerin o vakit ahenkle gözlerimizden içimize yolculuk eder. Yüzlerimizde acıya gülümseme yada keyfe…  

Şimdilerde zaman buldukça okuyorum, henüz yazmaya başlamadan… sağlıkla kalın.  

not: yazar zavallı olanı iyi bilir, ki, kendisi de zavallıdır.  

 

 
Toplam blog
: 470
: 551
Kayıt tarihi
: 28.08.06
 
 

Ateşten denizleri mumdan gemilerle geçmeye" benzer hayatımız. Mutlaka mavi gökyüzü görünecektir. Gid..