Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Temmuz '06

 
Kategori
Doğal Hayat / Çevre
 

Memed' in ayakkabıları

Memed' in ayakkabıları
 

Kıvrılan bir dağ yolundan yaylalara ulaşmaya çalışıyoruz... Bu yaylalar taze sebzeleri ve meyveleriyle ünlü... Her şey doğal koşullarda, olması gerektiği gibi, yetişiyor... Özellikle salatalık ve domateslerden söz ediyorlar bize... "Mutlaka alın bir kaç kilo" diyorlar "Emin olun böylesini daha önce hiç yememişsinizdir." Durduğumuz bir yol kenarında kaynaktan akan sudan elimizi yüzümüzü yıkıyoruz. Bu sıcak temmuz gününde ağaçların, kuş seslerinin arasında aydınlık yüzlü bir kaç köylü adam bize gülümsüyor. Taze sebzeleri nerede bulabileceğimizi soruyoruz onlara, Memed diye birinden söz ediyorlar... En iyi sebzeler onunmuş... Mehmet diyorum beni düzeltiyorlar "Hayır Memed". Onu nerede bulacağımız soruyoruz, tarif ediyorlar, yola koyuluyoruz.

Issız yollardan geçiyoruz... Yanan güneş altında tarlalar sarı bir halı gibi seriliyor önümüze... Neşet Ertaş o muhteşem, içe dokunan yorumuyla içimize akıyor… “Cahildim dünyanın rengine kandım… Hayale aldandım boşuna yandım… Seni ilelebet benimsin sandım… Ölürüm sevdiğim zehirim sensin…Evvelim sen oldun ahirim sensin…”

Yol bitiyor, karşımızda tarla kıyısında, gölgesi ferahlık veren bir ağaç altına kurulmuş bir çadır çıkıyor… Genç bir adam çadırın etrafında bir şeylerle uğraşıyor.. Yaklaşıp onu selamlıyoruz… Başıyla karşılık veriyor… Pırıl pırıl aydınlık bir yüzü var, gülümsemesi de öyle… Yaşı ya 20 ya da 21 henüz… Ama hareketleri görmüş geçirmiş, yapacağı işi çok iyi bilen bir adamın hareketleri… Traktörünün yanına toprağın üzerine domatesleri, salatalıkları koymuş… Çadırın yanında boş kasalar duruyor… O, sebzeleri kasalara yerleştirip pazara götürdüğünü anlatıyor bize… Hem bizimle sohbet ediyor, hem de işini yapıyor… Sebzeleri kasalara düzgünce yerleştiriyor… Bir ara ortadan kayboluyor, çadıra giriyor, elinde bir çaydanlıkla geri dönüyor… Çarçabuk bir ateş yakıp “Odun ateşinde pişen çayın tadı bir başka olur” diyor… Çayımız demlenene kadar etrafı dolaşıyoruz… Birkaç fotoğraf çekiyoruz… O anlatmaya devam ediyor… Sebzelerinden söz ediyor… Toprakla uğraşmayı nasıl sevdiğini anlatıyor…

Çayları bardaklara doldururken, nefis bir koku kaplıyor ortalığı… İlk yudum Memed’in ne kadar haklı olduğunu anlamamıza yetiyor.. Gerçekten odun ateşinde pişen çay bir başka oluyor.

Ona sebze almak istediğimizi söylüyoruz… Bir kasanın yarısına domates yarısına salatalık doldurup bize getiriyor… Salatalıklardan bir tanesini ortasından bölüyor… Koklayın diyerek burnumuzun önüne doğru uzatıyor… Gülümsüyor “Bunları başka bir yerde bulamazsınız” diyor. Hakkı var, öyle güzel kokuyor ki salatalıklar, dayanamayıp yiyoruz o ortadan ikiye bölünmüş olanı…

Çadırın etrafında plastik ayakkabılar dikkatimi çekiyor… Sanki alelacele çıkarılmış gibi… Baktığımı görünce “Onları tarlaya giderken giyiyorum” diyor… Ve ayakkabıları giyip “Benim artık çalışmam gerek, tarla beklemez” diyerek uzaklaşıyor… O ayakkabılar onun onuru… Onun hayatı…

Bize hala insanlar güvendiğini anlatıyor Memed, bizi orada eşyalarını yanında bırakıp giderek… Arkasına bile dönüp bakmıyor… Aklına bile gelmiyor eşyalarının alıp götürülebileceği… Ve bir de toprağın bekletilmeyeceğini anlatıyor… İşini, toprağını her şeyden öde tutarak…

Memed ve ayakkabıları hayata, toprağa akıp gidiyorlar… Sadece arkasından bakıyoruz… "Bu insan olmanın en güzel fotoğraflarından biri işte" diyor kardeşim… İnsan olanın en güzel fotoğrafı…

 
Toplam blog
: 408
: 1090
Kayıt tarihi
: 17.06.06
 
 

Gazetecilik okudum... Ama gazeteciliği sırf yazabilme serüvenine bir adım daha yaklaşabilmek için ok..