Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Kasım '10

 
Kategori
Edebiyat
 

Memi'nin Yolculuğu/İki Alvar

Memi'nin Yolculuğu/İki Alvar
 

güzergah


Olur, bazen olur; istem dışı uyuruz, üstümüzde istemediklerimizin kokusu, yaşanmışlıklarından daha ağır abanırken gündüzün kendisi, uyuruz. Zegerek kokan söğüt altları şaşırtır baygın halimizi. Gölgesinde titremeye meyilli zayıf yanlarımız birikmiştir, akarlar kurumuş yataklarına.

Masal başlıyor…

Ben yatarken Alvar sarısının bir köşesinde, kulağıma ses etti bir Ali.

‘’Bilir misin bir Alvar daha var’’

Gözümü açtığımda derin sesin sahibi yoktu. Hafif yağan yağmurun ıslattığı çorak toprağın kokusuna eğildim. Eski alfabe ile bir şeyler yazılmıştı. Yağmur yağma ihtimaline karşı, benzerini kuru toprağa da çizdikten sonra, kahvede akşama dek pinekleyen Osman Dedeyi almaya gittim. Dönerken hafif çiseleyen yağmur sinir bozucuydu. Bir kısmı okunabilen yazıyı çevirdiğinde, ikimizde bir şey anlamamıştık. Memalik-i Osmaniye tam olarak okunabiliyordu. Ali okunuyor ama soyadı olması ihtimal bölüm karışmış olduğundan seçilmiyordu. En sonda da kulağıma fısıldadığı şey yazılıydı.

‘’Bilir misin bir Alvar daha var’’

Öncesinin bu denli boş olması, yaşadıklarımın rüya olma ihtimalini artırıyordu. Davudi bir sesin dışında aklımda kalan bir görüntü yoktu. Akşam ozanların toplantısında bunu anlatmaya karar verdim. Daha önceki şakalaşmalarımın, bu olayı gölgeleyeceği doğruydu. Aşka olan açlığımın, aklıma zarar verdiğini düşündüklerini de biliyordum. Ne yalan olsun kimi zaman onlara hak bile verdiğim oldu. Yine de bu kez inanacaklarını umuyordum. Hem iki üstat bu kez bize eşlik edecekti. Onlar yüzünden süslü bir masal uydurduğumu sanacaklardı ama olsun mutlaka paylaşmam lazım, sonucu ne olursa olsun anlatmam lazımdı.

Hekimhan şenlikleri için bölgede olan iki sanatçı Cengiz Özkan ve Muharrem Temiz katılacaktı bize bu gece. Haberini önceden alan köylülerde bayram neşesi vardı. Meydan tüm yokluklara rağmen usulünce süslenmiş, hanımlar hünerlerini sergilemiş, özenli sofralar hazır edilmişti. Civar köylerden toplanmış ozanlarımızda en güzel kıyafetleriyle, telleri yenilenmiş parlatılmış sazlarıyla bayram çocuğu heyecanıyla, bekleşiyorduk. Bu duruma rağmen kulağımda aynı davudi ses arada bir aynı şeyi deyiveriyordu.

‘’Bilir misin bir Alvar daha var’’

Akşam ezanının hemen ardından misafirlerimiz geldi. Yolculuklarının nasıl geçtiği, sıhhatleri grubun en kıdemlilerince soruldu. Böyle bakılınca en küçükleri olan bendenize sıra epeyce sonra geldi, iyi olduklarını on birince kez söylerken dahi gerçek tebessümleri zarar görmemişti üstatların.

Muharrem çığ olup yağdı yüreğimize, bu türküyü daha duygusal olduğumuz dönemlerde, gerçek sahiplerinden de dinlemiş olmamız bile büyülenmemizi engelleyemedi.

http://www.youtube.com/watch?v=NI08lyrLRkA

Bazen bir dörtlükte anlatılanların koca kütüphanelere sığmayışıydı bizi âşık eden. Aşka hapseden. Yanmışlıklarımızdır imzamız, derinliğimize akıtılmış zaman yetmez de, bir küçük mısra deyiverir tüm merak ettiklerinizi.

Şaşırtıcı bir istek geldi az sonra, türkünün kendisinden çok isteniş biçimine güldük. Dışarıda bizi dinlesinler diye açık bıraktığımız pencereden, taşa sarılmış bir not düştü odanın orta yerine. Biliyormuş gibi Cengiz aldı okudu.

http://www.youtube.com/watch?v=6jTX9u4RPwo&NR=1&feature=fvwp

Fikri Dayı başta olmak üzere çok kimseyi, özellikle içten ona yanıklı Mehmet’i geren bu istek; soğuk yeller estirdi birden ta ki Cengiz şakıyana dek.

< male="" male=""> dedikçe gevşedi hava…

Bir dertlinin yanık nefesi dahi kavurmaya yeterken âşık âlemlerini, iki büyük üstat ve biz on bir çırak nasıl bir yangına hevesliydik bilemezdiniz.

Hekimhan Arguvan’dan başlayan seyahatimize, Elazığ’da mola vermiştik.

Yemekler için köy meydanına çıktık. Yöremizin en meşhur çeşitlerinden hazırlanmış sofrada bardak koymaya yer kalmamıştı nerdeyse.

Sofraya buyur edilmeyi bekleyen bir ses tonuyla hatırlattı kendini Ali.

‘’Bilir misin bir Alvar daha var’’

Masada üstatların karşı tarafında küçük bir iskemleye ilişerek, iştahla yemeğe devam ettim. İzin isteyerek sabahki olayı anlatıverdim. Sesimdeki çatlaklar yalan söylüyor bu genç izlenimi yaratmış olmalı ki, Fikri Dayı uyardı.

‘’rahat bırak misafirlerimizi, yorma böyle safsatalarla’’

Oysaki sesimin yankıları iki yabancıya tez ulaşmış hatta derinden etkilemişti. Merakla devamını anlatmamı istediler. Muharrem abi Ali Cevad diye bir tarihçi olduğunu ve Anadolu’yu karış karış gezerek yaklaşık yüzyıl önce görgülerini kitaplaştırdığını söyledi.

Hallerime her zamanki gibi gülen, dalga geçen, önemsemeyen kardeşler, ustalar, yarenler savaş kaybetmiş gibi çökmüş omuzlarıyla Palulu Roşan’ı işaret ettiler. Bağlamasıyla ‘De be Wayıro’yu söylemeye başladı Roşan.

http://www.youtube.com/watch?v=Ts2HEbDgiOU

Reşo bir yandan Türkçesini şiir gibi okuyordu.

Gel Artık Sahip
Bizdeki bu ruh Senin emanetindir
Nasıl bir haldir Sahip, Bu kulun içine düştüğü
Minnet ediyorum, yalvarıyorum Sana
Gel artık, gel, neredesin ey Sahip!
Senin derinliğin çekip götürdü beni
Seni anladım hayran olduğum
Ama ben Sahip'siz kaldım

El âlem haram yemiş, ben onun için dardayım
Neredesin, neredesin, gel artık ya Sahip!
Köylerim yakıldı, ben şimdi Diaspora' dayım
ışığım karardı, beynim talan
Ziyaretlerim bombalandı Ben şimdi korumasızım
Gel artık, Düzgün, Hızır, Munzur, Ali,
Dersim korumasız, Kamer korumasızdır

Her milletten canlar semaha durdular, kimse el etmeden, emir etmeden. İnanmayanlar da saf tutulular bu ulvi şemsiyenin altında. Aykırılıkları öne çıkarmadan bir oldukları yerde mutlandılar.

Döndüler gecenin yıldızlı haline.

Palu sonrası Karakoçan yâd edildi. Yerel bir bestecinin memleket özlemini, köy kızları korosu söyledi.

Yolları kapalı tüm kentler için ağlaştı kızlar.

Hava serinlemeye başladığından salona geçtik. Üstatlar beni yanlarına oturttu. Ne diyordu Ali de hele dediler bana.

‘’Bilir misin bir Alvar daha var’’

İlk bakışta kolay dedi Cengiz. Ama lafın altında bir şey yatıyor olmalı. Evet, var Erzurum’da bir Alvar köyü daha var. Hatta üstat Reyhanî oralıydı. Gittin mi hiç oraya diye sorduklarında tüm dostlar gülmeye başladı. Benden çok üstatlar rahatsız olmalı ki bu alayın sebebini sordular. Fikri dayı anlatmaya başladı.

‘’Yok, bu garibanın köyden çıktığı görülmemiştir. Bayram, seyran fark etmez buradan uzaklaşmak istememiştir.’’

Eh işte diye söze girdi Cengiz

‘’Yolculuk vakti gelmiş’’

Bilmezler içimin fersahlar ötesinedir yolculuklarım.

Çok heyecan yaptığım zamanlar baygınlık geçirir, her seferinde aynı ormanı görürüm hayal meyal. Etrafta sorup soruşturup benzerine rastlanmadığımdan, bana göre cennet orasıdır. Sağlı sollu altı ağacın adeta cennete açılan kapı gibi süslediği orman girişinde, ağzım mutluluktan kulaklarımdaki çocuk halimi çok mu özlüyorum?

{Şimdi kısa yazın hayatımın bir ilkini gerçekleştiriyorum; sıkılmayıp bu sayfaya kadar okuyan herkesin gerçekleri bilme vakti gelmiştir. Öyküde yaşayan hiç kimsenin bilmediği bir şeyi sizin bilmeniz, hikâyeye bakışınızı değiştirebilir, sırf bu yüzden bile anlatmam gerekiyor.

Kahramanımızın adı Memi, gerçekte öteki-Pasinler- Alvar köyünde doğdu. Babasıyla beş yaşında mecburi bir ziyaret için at sırtında yola çıktıklarında, günlerce sürecek yorucu bir serüvene başladıklarını onlar da bilmiyordu. Eynir yakınlarında babasının düşmanları saldırmıştır. Ürken atın koşmasıyla Memi onlardan kurtulmuş ama babasız kalmıştır. Yorulana kadar koşan at, Yoncalıya vardığında bir dere kenarında dinlenirken bulurlar atın üstündeki Memi’yi.

Köyün muhtarı çocuğa adını sorar

Babasının adını sorar

Nerelisin diye sorar

Çocuk korkudan konuşamaz hale gelmiştir. Bir gün misafir eder, ertesi gün Alvar’a-Kuyucak- ama bambaşka bir köye onu götürür. Sağa sola sorar tanıyan çıkmaz, birden çocuk birine doğru koşar.

diye bağırıp adamın bacaklarına sarılır.

Fikri şaşkınlık içinde olayları anlamaya çalışırken, muhtar;

‘’Çok şükür tanıdık birini bulduk, Allah korumuş yavrucağı, hadi ben çok geç kaldım bana müsaade’’ der ve uzaklaşır. Memi ve Fikri köyün meydanında, birbirlerine bakmaktadırlar. Yıllardır çocuk özlemi çeken karısına durumu anlattığında, çocuğun dayısı olduğuna kendi de inanmıştır.

Memi şimdi on altı yaşında, gerçekten köyden dışarı çıkmadı. Ama bunun nedeni onu kaybetmekten korkan Fikri’dir. Tüm bunları hiç duymamış gibi ve bir sır olarak tutacağınıza olan güvenimle hikâyeyi terk ediyorum.}

Yemeklerden sonra kızlar hemen kahveleri hazır ettiler. Köyün bağlama çalanlarının en genci ile en yaşlısını bir türkü de buluşturmak buraların âdetidir. Ben ilk buluşmam da çok heyecan yapıp bayıldığımdan, gösterimiz bir daha ki âleme kalmıştı. Rahmetli Rıdvan Dede ile çok keyifli bir atışma yapmıştık. Aramızdaki yetmiş yaş farkı hiç üstümde bir baskı hissetmemişsem; bunu yörenin, büyüklerimin, öğretilerin, âşık olmanın hoşgörüyü beslemesine bağlamaktayım.

Kendimiz gibi olmayanla da pay ederiz dünyayı…

Pencere kenarından bir ses uzun hava okumaya başladı. Sümbül dayanamamış âleme girivermişti. Yanık sesinin en çok yakıştığıdır uzun havalar. Samimi arkadaşı güzel Esma benden bu uzun havayı çalmayı öğrenmek istediğinde şüphelenmemiştim. Dışarıda biraz karıştırsa da usulünce giriş taksimi yaptığında odadakiler merak içinde kim diye düşünürken Sümbül’ün ciğeri kucağımıza kondu.

http://www.muziksel.net/?key=fDGsDD&go=Bingol_Turkuleri

Güllü Paşa Kızı; Bingöl civarının ünlü uzun havası biter bitmez, hep beraber eğlenceli bir türkü çaldık. Gençler köyün meydanında halay durdular.

Sarı Mendil Eldedir;

Mendilim sende kalsın
Katla koynunda kalsın
Ben murat almamışam
Mendilim murad alsın

Kızlar durur mu hemen bu türkünün ardından, Varto Kadın Halayına başladılar.

Üstatlar âşık Reyhanîyi tanıyıp tanımadığımı sordular. Birkaç kez dayıma sormama rağmen bir bahane bulup bana ondan bahsetmediğini hatırladım. Tanıma fırsatım olmamıştı.

‘’Öteki Alvar’ın ünlülerinden Amerika’da bir üniversiteden fahri öğretmenlik unvanı olan, ilkokulu bile dışarıdan bitirmiş bir büyük ozandır Reyhanî.’’ Dedi Cengiz abi, o köyü görmek ister misin diye sordu arkası sıra.

Dayıma baktım kaşlarını çatmamıştı, bu evetle eş anlamlıydı.

İki gün sonra Erzurum’da konserleri olduğunu isterse onu götürüp getirebileceklerini söyledi üstatlar.

Bana sorulmuş en zor ama en güzel soruydu bu.

http://www.youtube.com/watch?v=Bp4R19eVHtw&feature=related

Sohbete dalıp yanlışlıkla Varto’ya girmeseydik çoktan varmıştık köye diye söyleniyordu Muharrem abi.

Memi her geçtiği şehirden aldıklarıyla yıkamıştı yüzünü. Yeşilin, sarının her tonuyla doyan gözü, karnının açlığını unutturmuştu.

Ses köye yaklaştıkça silinmeye başladı zihninden. Anıt benzeri bir duvar gördüklerinde durdular. Nef’i 1572–1635 yazılıydı pirinç tabelada, altında da:

Bana tâhir efendi kelb demiş
İltifâtı bu sözde zâhirdir
Mâlikî mezhebim benim zirâ
İ'tikâdımca kelb tâhirdir

Bereketli topraklarmış öyle değil mi Memi?

http://www.youtube.com/watch?v=hqBlhgGNOKk&feature=related

Diyeceğini süsleyip boyasa da, en sonunda taşı gediğine oturtma özelliği demek ki yüzyıllar öncesine dayanan bir gelenek bu topraklarda. Divan şairlerinden halk ozanlarına kalan bu değerli miras hiç bu denli kıymetli görünmemişti gözüme.

Türkülerle yaptığımız gezinin yol güzergâhı: Resimdeki gibidir.

Şu altı ağaçlı kapısı olan cennete gelince; hangimizin yok ki öyle beklentileri…

Kurban bayramı 2010

 
Toplam blog
: 70
: 412
Kayıt tarihi
: 02.11.09
 
 

Gençliğime kadar İskenderun'daydım, sonra Yıldız Teknik'te İnşaat Mühendisliği okudum fakat o mesleğ..