Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Mart '18

 
Kategori
Güncel
 

Memleket Hali

Memleket Hali
 

Saat 20’de gelmesi gereken şehirlerarası Otobüs tam bir saat gecikmeyle geldi. Geldi ya ona bile sevinebiliyorsun.
 
Ya gelmeseydi. Öyle olduğu günlerde olmuyor değil. 
 
Zaten bagajsız olduğum için hemen bindim koltuğuma oturdum. Arabanın içerisinde biriken nem ve ağır koku yolculuğun nasıl geçeceği hakkında ipucu verir gibiydi aslında.
 
On dakikalık indir, bindir işleminden sonra elindeki liste ile verdiği yolcunun teyidini aldıktan sonra inan acente çalışanı üzerindeki beyaz gömleği birde kravatı ile sanki etkili bir bürokrat gibiydi.
 
Hareket eden Otobüsün perondan çıkışı ile hop, dur, adam gelmedi sesleri arasında şaşkın Kaptan bir an durdu.
 
Sağ ön tarafta oturan yaşları her halükarda altmışın üzerinde gösteren bayan, saçını modern bir şekilde bandana yaptığı eşarbın altından toplayarak adam gelmedi deyip söylenmeye başladı. Telefon et belki arabaları karıştırmıştır, yanlış arabaya binmiştir gibi çatlak sesler çoğaldı. Ya hu telefonu yok mu? Telefon edelim dediler. Kadıncağız ilk nesil eski cep telefonlarından minik bir telefonu çantasından çıkartıp tuşuna bir bastı tekrar çantaya koydu.
 
Telefon ısrarları hala devam ediyor.
Bir de baktılar ki adamın telefonu da koltuğun cebinde unutmuş. Bir telaş başladı. Kadıncağız adamın numarası bende yok dedi. Dayanamadım kaptana bekle bir anons ettirelim diyerek muavin genci yanıma alıp anons ettirince adam umumi tuvaletlerin önündeki nöbetinden uyandı. İsmini duyunca şoke oldu. Ya hu seni bekliyoruz dediysek de ben ablamı bekliyorum. Lavaboya gitmişti dedi. Biz de ablanız arabada herkes seni bekliyor deyince, Ya o benim ablamdır. Okuma yazması yohtir. O nasıl geldi diyerek söylenerek getirdik adamı.
 
Bir de ablası ile söz düellosuna tutuştular Kürtçe anlayana aşk olsun.
İtidal tavsiyeleri üzerine olay yatıştırılarak seyahat başladı. Daha başlarken seyahat macerası çeşitlendi. Bir an empati yapma ihtiyacı hissettim. Kadıncağız Türkçe bilmiyor, okuma yazması yok. Telefonunda kardeşinin numarasını bile bulup söylemekten aciz bir durumda. Elindeki telefonu sadece çocukları aradıkları zaman hangi tuşu açıp konuşacağını öğretmişler belli ki.
 
Yaklaşık on bir saatlik yolculuk esnasında yol boyunca geçtiğimiz üç bölgede gözle görebildiğimiz köylerin hemen tamamında sabahın sekizinde tüten hiçbir baca olmadığı gibi, nadiren bazı köylerde bir veya iki evden bacaların dumanları yükseliyordu. 
Onlar da belki dışarıda çocuğu olmayan veya olsa bile çocuklara yük olurum diye rahatlarını bozmamak için bir Köroğlu, bir ayvaz kaderlerine razı olmuş iki ihtiyardan başkası değildir. 
 
Bundan neredeyse yüz yıl önce ‘’Köylü Milletin Efendisidir’’ cümlesinin yüksek duvarlarda süslediği vecizenin söylendiği yıllara ne oldu ki şimdi terk edilmiş, harabeye dönmüş, pencereleri tahta parçaları ile çivilerle çakılmış yüzlerce köy böyle atıl duruma gelmiş.
Oysa o evlerde bundan elli sene evvel her çeşit hayvancılıktan, kümes hayvanlarının beslendiği, bacalarının kıvrılarak tüten dumanların gökyüzüne savrulduğu, sobaların yanına atılan yün döşek ve minderlerin üzerinde tumturaklı hikaye ve yaşanmışlıkların anlatıldığı ataerkil ailelerin hüküm sürdüğü günler nerelerde kayboldu. 
 
Okumaya giden çocuklarına sepetlerin içinde yumurtaların, bakraç ve çitilleri içindeki bir parmak kalınlığındaki yoğurtları satarak harçlıklarını gönderen ebeveynlere ne oldu da bu güzelim Atayurtlarını terk edip gittiler.
Şehirlerde 70 veya 100 metrekarelik sıkıştırılmış beton yapılı dairelere hapsedilen koca geçmişimizin emektar Anne ve Babaları yeni nesil gelinlerin dırdırları eşliğinde varoşlarda yaşamaya mecbur edildi.
Üniversitelerimizin Sosyoloji bölümlerinde lisans okuyup teorik eğitim gören, peşinden yüksek lisanslarda hazır projeleri bulup birkaç cümlesini değiştirerek kimi zaman intihal yolu ile edinilen bilgileri oturduğu yerde temin edip kes, kopyala, yapıştır diyerek hazırlanan bitirme projeleri ile mezun olan.
Sonra doktora programlarında sahaya inip birebir araştırma yapmadan Doç., Prof. olup ekranların renkli simaları olan butik üniversite öğretim üyelerine dönüşen akademisyenler.
Tarafsız bir gözle sahaya şöyle bir çıkıp Anadolu’yu şöyle bir gezip is kokan evlerden, pirelerin ziyafet çektiği yün yataklarda yatıp semirmiş bakımlı vücudunuzdan bir kan emseler bitler, pireler, Sobalarda, fırınlarda pişen ekmeklerden, aşlardan bir yemek yeseniz, küllerin içinden patatesleri çıkartıp keyifle yerken eskilerin yaşayış şekillerini bire bir dinleyip görseniz.
 
Toplum dinamiklerinin olmazsa olmazı olan temel değerlerimizin nasıl Nisan karı gibi hızlıca eridiğini bir araştırsanız.
 
Köylerin terk edilme sebeplerinin neler olduğunu, bu kadar arazilerin neden atıl duruma geldiğini, her türlü hububatın yetiştiği Coğrafyamızda neden her şeyi ithal eder duruma geldiğimizi.
Çözüm odaklı gerçek reel politikalar üreterek ilgili devlet ve hükumet politikalarına kaynak olarak paylaşmadığınızı merak ediyorum.
 
Türkiye’nin demografik yapısının yeniden şekillendiği, Kentlerde biriken varoş kentlerde yaşayan milyonlarca insanımızı tekrar köylere yönlendirmenin uzun metrajlı meşakkatli bir duruma geldiğini araştırıp soruşturan yok mu? Diye sormadan edemiyor insan. 
 
Kime sorsan en cahilinin bile sana akıl öğrettiği biçare Dünya kim ne derse desin hiçbir şeyi değiştiremezsin. Adaletin, Hakkın, Hukukun evrensel değerleri esas alan insan politikalarının tez elden geliştirilip uygulamaya konulması lazım ki bom boş yatan Anadolu topraklarından fışkıran bereketli mahsul ve ürünlerinin tahıl ambarlarımızı doldurarak gerçek köylü kavramının yeşermesini sağlayalım.
 
Demem o ki dostlar Anadolu’nun bereketli güzel insanları ‘’O güzel Atlara Binip Gittiler.’’ Ne zaman dönerler Allah bilir. Sağlıkla hoş kalın. 28.03.2018 Adil Bozkurt
 
 
Toplam blog
: 58
: 542
Kayıt tarihi
: 10.11.17
 
 

TANIYIN BENİ Yaşım on üç idi resim çektirdim Şimdi aksakalımdan tanıyın beni Ayağımda kara lastik..