Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Ağustos '07

 
Kategori
Haber
 

Memleketim; potansiyel sürgünler yurdu

Memleketim; potansiyel sürgünler yurdu
 

Bu ülke hep kovalayan ve kaçanların ülkesi oldu. Birileri hep bu ülkeyi kendi düşüncesine göre sadeleştirmeye çalıştı. Tek tipleştirme gayretine girdi. Sevmediklerini kovdu, sevdiklerini kolladı. Farklı olana hep düşman oldu.

Osmanlının yönetici, elit ve sanatçı camiası, iktidar sahibi olanlarla, onların sürgüne gönderdikleri olarak ikiye bölünmüştü. Her sadrazamın bir sonraki adımı ya ölüm ya da sürgün olmuştu. Cumhuriyet döneminde resmi sürgünler çok fazla yaşanmasa da, kayıtdışı yollar hiçbir zaman devre dışı kalmadı. Birileri hep kaçmaya teşvik edildi. Sabahattin Ali’den, Nazım’a, Yılmaz Güney’den Ahmet Kaya’ya kadar, kimse doğrudan kovulmasa da, kaçış kapısını gösteren ışıklı tabelalar hiç eksik edilmedi gözlerinin önünden.

80 darbesi ise bu işi yasal boyutlara da taşıdı. Binlerce insan vatandaşlıktan atıldı. Kaçmak ve sürülmek artık toplumun gözü önünde olan, aydın niteliği taşıyanların işi olmaktan çıktı, herkes için sıradan bir işe döndü. Ve bu tarihten itibaren ülke sevgisi formülüze edilmeye başlandı. Herhalde dünyanın en geniş anlamlı kelimesi olan “sevmek”, ülke söz konusu olunca koordinatları belirli bir alanla sınırlandırıldı. “Ancak benim istediğim şekilde, benim istediğim kadar seversen, sevgi vardır, ya da yoktur” denildi. Ancak siz kısmende olsa bir tercih yapma hakkına sahip olduğunuzu düşünürken esas dayatma ardından geldi; “Ya sev, ya terk et”

Bu ülkede milliyetçiliğin kökeninde genelde bu vardır; vatanı mülk edinme ve senin mülkiyetine göz dikenleri dışlama. Bu nedenledir ki, milliyetçilik paylaşmanın mutluluğunu değil, paylaşamamanın kavgasına sahne olur hep. Kavgaların, linçlerin, hakaretlerin, işkencelerin, dayakların gerekçesidir. Genelde ülkeyi bir sevgi yumağında, başarının potasında, refahın kucağında, farklılığın zenginliğinde birleştirmenin aracı olarak kullanılmaz milliyetçilik. Daha çok, fakirliğin bataklığında, yenilgilerin bahanesinde, farklı olanı ezmek, muhalif olanı susturmak, kendi imtiyazlarını savunmak için kullanılan bir ideolojidir.

Herkes milliyetçiliği dış politika unsuru zanneder, her ülkenin milliyetçilerinin birbirleri ile çatıştıkları düşünülür. Oysaki hakikat hiçte öyle değildir. Milliyetçilik çoğunlukla iç politika aracıdır. Ülke içinde temizlik yapmanın maskesidir.

Ancak tam da sandıktan çıkan sonuçla, son dönemde yükselen milliyetçi dalganın, gerçek bir yükseliş olmadığını sonucuna varıp rahatlamışken, aslında milliyetçilik kaynağının iktidar olduğunu bir kez daha anladık. Aynen Fredi’nin kâbusu misali, kurtulduğunu zannettikçe yeniden karşına çıkıyor. Başbakan Erdoğan, vatanı mülk edinen siyasetçi zihniyetinden çokta uzak olmadığını ortaya koyan bir örnek sundu geçen gün akşam. Ülkeyi 5 yıl, tüm yurttaşlar adına idare etmek hakkına sahip olmayı yanlış yorumlayıp, sandıktan çıkan sonuçla ülkenin kendi üzerine tapu edildiği zannetmiş büyük olasılıkla.

Bekir Çoşkun bu ülkenin ilginç yazarlarından birisidir. Eşi gayrımüslümdür ve yanılmıyorsam anneannesinin de Ermeni olduğunu söylemişti bir keresinde. Bu ülkenin batı kültürüne en yakın gazetecilerindendir. Hayvan haklarını da insan hakları kadar önemseyecek kadar çağdaşlık normlarını geliştirmiştir. Ancak elbette ki iyi bir fikir adamı olmak için bu standartlar çokta yeterli olmayabilir. Bekir Çoşkun’un bu ülkede özellikle sol camia içinde gelişen paranoya hastalığının başat örneklerinden birisi olduğunu düşünüyorum. Muhalefetini akıl çizgisinden çıkaran, kalemini gerçekle değil korkuları ile bileyen bir yazara dönüştü bence. Ancak bu ne gazetecilik vasfını kaybettiğini gösterir, ne de muhalefet yapma yetisini kaybettiğini. Hatta toplumda bu korkuları ve paranoyaları yaşayan bir kesim varsa, onları temsilen, söz konusu korkuları en şiddetli bir şekilde yansıtması da en doğal hakkıdır.

Başbakan’ın tepki gösterdiği sözde ise, ne alınganlık gösterecek, ne de birilerini ülkeden kovacak bir içerik söz konusu değil. Bu ülkede yaşayan bir kişi, illaki Cumhurbaşkanı’nın kendisini temsil ettiğini kabullenmek zorunda değil. Dindar kesimde şu anki cumhurbaşkanı olan Sayın Sezer’i kendi cumhurbaşkanı olarak görmeyen çok sayıda insan vardır. Onlar vatandaşlıktan atılacak olsa Tayyip Erdoğan'ın iktidar olma şansı kalmazdı herhalde. Örneğin ben de Kenan Evren’i hiçbir zaman kendi cumhurbaşkanım gibi hissetmedim.

Tayyip Erdoğan’ın ülkenin puslu siyasetçi tiplemesinden çokta uzak olmadığı bir gerçek. Büyük olasılıkla kendisi ve kadrosu da, “lehine geliştiği müddetçe demokrat” sınıfından bir siyasetçiler. Ancak ona karşı milliyetçilik ve laiklik zemininde muhalif olanlarında “işine geldiği zamanlarda bile kısmi demokrat” olabildikleri de ayrı bir gerçek.

Son tahlilde onlarda başka birilerini memleketten kovmanın peşinde. Anlayacağınız kabak yine başımıza, yani müzmin muhaliflerin başında patladı. Nasıl olsa bu ülkeyi kalıplara sokmayan bizleriz. Ne de olsa ne türban takmanın ne de takmamanın ülkeyi sevme gerekçesi olmadığını düşünüyoruz. Eh bu durumda da her olasılıkta kovulacaklar listesinde en başta yer alıyoruz.

Ancak, beni en çok umutlandıran şey, bu ülkede muhalefet en sert şekilde bastırılsa da, sürgün edilse de, budanan gövdeden yeni filizlerin sürgün vermesidir her zaman. Umarım yeni "sürgün girişimlerimiz", taze "sürgün vermelere" vesile olur.
 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..