Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Mayıs '15

 
Kategori
Deneme
 

Memleketimden insan manzaraları 4

1940’lı yıllarda İvriz Köy Enstitüsü’nde kalemle kitapla dost olmayı başaran ve 1967’de hâlâ bu dostluğa sadık kalan Mahmut Makal’a,  o günlerin M.E. Bakanı Orhan Dengiz, bir ödül vermek isteyip O’nu bakanlık emrine alır!

Birçok insan, “bakanlık emrine alınma”nın terfi etmek, yükselmek, bakanlık katında iyi bir koltuğa oturmak gibi makbul bir şey olduğunu sanır. Hiç ilgisi yoktur oysa. “Bakanlık emrine almak”, işten el çektirmek, görevine son vermek demektir.

Böyle bir durumda, hakkını mahkemede aramaktan başka ne gelir elden? Makal da Danıştaya başvurur. 27.04.1967 günü Danıştay 5. Dairesi oy çokluğu ile “Yapılan işlemin kanunsuz olduğuna”, dolayısıyla yürütmenin durdurulmasınakarar verir.

Makal için lehte karar veren Danıştay, aynı tarihlerde Ankara/Hasanoğlan’dan Malatya’ya sürülen Musa Okay ve Karsın Arpaçay ilçesine sürülen Hüseyin Erkan için aleyhte karar vermişti. (Çünkü efendim, bu davayı sürgün yerlerimize gitmeden, göreve başlamadan açmak gerekiyormuş!)

Olsun, biz kaybetmiştik ama Makal kazanmıştı ya!  Ben kazanamadım diye üzüleceğime, “Millî Eğitim Bakanlığı ve Bakan Orhan Dengiz, Mahmut Makal’dan bir tokat daha yedi” diye sevinmiştim.

Yasalara göre, mahkeme kararını uygulamak, dolayısıyla Makal’a hakkını geri vermek gerekiyordu. Mecburdular buna. Fakat bu yenilginin acısını da çıkarmalı idi Makal’dan! Ama nasıl?..

Demokrasilerde çare tükenmez.” denir ya! Türkiye de bir demokrasi ülkesi olduğuna göre, buna da bir çare bulunacaktı elbet! Ve bulunur sonunda:

Makal, İstanbul Sağır ve Dilsizler Okuluna Türkçe öğretmeni olarak atanır.

Nasıl hayran olmazsınız, şu zekâya!..

Yasalar önünde suçlu duruma düşmemek için mahkeme kararını uyguluyorsun, ama öyle bir uyguluyorsun ki, seni yenilgiye uğratan yurttaşından (bu âsi yurttaşından) öcünü de bir güzel alıyorsun!

İlk günlerde, sağır ve dilsiz öğrenciler Makal’ın dilinden anlamaz, Makal da onların dilinden… Amanın, ne güzel bir öğretmenlik ve öğrencilik oyunudur bu!

İyi ki, benim lehimde karar vermemiş Danıştay! Orhan Dengiz, benim için de bir güzellik düşünürdü mutlaka! Davayı kazansaydım da Mayıs 1967’de beni de verselerdi Makal’ın okuluna: “Bingöl Çobanlarına, “Kızılırmak Kıyıları”, “Fahriye Abla”, “Hikâye”, “Düzenli Dünya”, “Saçların Alnına Dökülecek”, “Hayatta Ben En Çok Babamı Sevdim”, “Kara Toprak”, “Sizi Bilmem”, “Emperyal Oteli”, “Karadut”,“Kaldırımlar”, “Salkım Söğüt” gibi şiirleri sağır ve dilsiz öğrencilere el kol işaretleriyle nasıl okuyabilirdim ben?

Hele hele, “Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla sevemem/Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem” ya da,  “Felek her türlü esbâb-ı cefâsın toplasın gelsin/Dönersem kahpeyim; millet yolunda bir azimetten”  ve dahi, “Zulmün topu var, güllesi var, kal’ası varsa/Hakkın da bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır” diyemediğim bir okulda, çatlardım ben!

Danıştay’daki “Yüksek Hâkimler”, iyiliğimi düşünerek karar vermişler de farkında değilmişim! Biraz geç ama olsun, yine de teşekkür ederim; Orhan Dengiz’in lehinde, benim aleyhimde oy kullanan seçkin hâkimlerimize! Bu geciken teşekkürümü, o zamanlar yapmadığım, yapamadığım için kusurumu bağışlarlar herhalde!

1967 yılının kasım ayı başlarında, Makal yeni okulunda derse girer girmez, tahtaya fırlayan her öğrenci bir şeyler yazar. Sağır ve dilsiz öğrencilerin “Gözlüklü ve Alnı Açık” adını verdikleri Makal’ın anladığı şudur:

Ekmekler bitli ve küflü undan yapılmaktadır. Bölündüğü zaman böcek ölüleri çıkıyor. Üç gündür ekmek yemiyoruz.”      

Neden müdüre söylemiyorsunuz?”sorusuna şu cevabı verirler:

“Siz söyler misiniz; biz çekiniyoruz.”

Tabiî ya!.. Müdür deyince, öğrenci korkmalı! Açlıktan ölecek olsa bile, bunu söyleyememeli! İlkokulda da, ortada da, lisede de… Dahası, yüksek okullarda bile böyle olmalı! Yalnız okul müdürlerinden değil; otel müdürü, tapu müdürü, nüfus müdürü gibi her türlü müdürden korkulmalı!

Neymiş efendim; “Son kullanma tarihi çoktan geçmiş Amerikan unundan yapılan bitli ekmek yerine, Türk ekmeği isterlermiş!”

Nasıl ki, cahil köylüler, kaba işçiler, baldırı çıplaklar yüz verildiğinde astarını isterlerse, bu öğrenci milletine de fazla yüz vermeye gelmez! Bu gerçeği çok iyi bilen müdürler, (Zaten iyi bilmeseler müdür olamazlar!) kesinlikle öğrenciyle yüzgöz olmaz. Hele hele sağır ve dilsizlerle hiç mi hiç!..

Ne demekmiş o? “Amerikan unundan yapılan ekmeği yemezlermiş de ille de Türk ekmeği isterlermiş!” Oh be!.. Başka ne isterlermiş? Ananızın, babanızın evinde onu da bulamıyordunuz ya haytalar!

Şu Mahmut Makal denen adam da ne biçim bir öğretmen! Doğuştan muhalif!.. Kanına işlemiş, muhalif olmak. Öğretmen olarak çalıştığı okulun her bakımdan çok değerli olduğu anlaşılan müdürünü takdir edip onun yanında yer alması gerekirken…

Değerli bir müdür olmasa, öğrenciler korkar mı ondan? Ve korkmasa öğrenciler müdürden, onca çeşit ananın – babanın çocuğuyla nasıl başa çıkılır?

Vazgeçtik takdir etmesini, bir de neler yazıyor bakın:

“Bu adamların, yani Bakanlığın, okula müdür yaptıkları adamın, aslında çocuklarla falan ilgileri yok. Tepeden tırnağa gösteriş üstüne ve de koltuk üstüne, yalan üstüne çalışırlar. Karşıtı olsaydı, ufuklarda ucu görünürdü bugüne dek. Demek istediğim şu ki, bu bitli Amerikan ekmeğinin kabağı da döndü dolaştı; benim başımda patladı.”

Makal’ın müdür hakkında şöyle böyle dediğine bakmayın siz. Aslında “Atatürkçü bir müdür” O! Nerden mi biliyorum? Yine yazarın anlattıklarından… İşte kanıtı:

“Kasımın başları yine. Atatürk’ün ölüm günü dolayısıyla bir program hazırlanacak. Müdürü, muavini, öğretmeni toplandı.

Okulun müdürü:

“- Arkadaşlar, büyük Ata’nın durumuna layık bir anma programı yapalım.” dedi. “Çok Atatürkçü bir müdürümüz var, ne mutlu bize” diye düşündüm ben de.

Müdür sürdürdü:

“Demokratik bir şekilde programı hazırlamak için bu toplantıyı yapıyoruz. Sizlerin de kıymetli düşüncelerinizi almak isteriz.”

Görüyorsunuz işte, hem Atatürkçü bir müdür, hem de demokrat!.. Sonra şöyle devam etmiş:

“- Her yıl Atatürk’ün Gençliğe Hitabesini içimizden biri okur, çocuklar dinler. Bu yıl da aynı hitabeyi mi okuyalım, yoksa başka bir teklif var mı? Çünkü bu işin demokratik bir şekilde yapılmasını istiyorum.”

Makal, böylesine değerli bir müdürle çalıştığı için kendini şanslı sayıp Allah’a şükredeceğine, bakın ne diyor:

“Düşündüm: Çocuklar sağır. Acaba bunca yıl okudukları Gençliğe Hitabeyi nasıl anladılar. Özel bir okuma şekli mi var yoksa? Ama olamaz.

“Böyle düpedüz mü okuyorsunuz?” dedim.

“Evet…”

“Öyleyse, mademki soruyorsunuz ve demokratik olmasını istiyorsunuz, değişiklik iyidir, bu kez de Ata’nın Bursa Söylevi okunamaz mı? Okunsa nasıl olur?” (Anımsı Acımsı, 5. Basım)

Şimdi, siz söyleyin Tanrı aşkına! Makal’ın yaptığı da iş mi? Pişmiş aşa su katmanın ne anlamı var? Bunca yıl öyle yapılmış. Bırak, yine öyle olsun. “Sağır ve dilsiz çocuklar, okunan Gençliğe Hitabeyi nasıl anlar?” diye düşünmek ne kadar ayıp!

O değerli müdür, “Demokratik bir toplantı yapalım” dedi diye, hemen yeni bir öneriyle karşı mı çıkmak gerekir!

Şu bizim solcular, hele hele şu bizim Köy Enstitülü solcular, Mahmut Makal gibi biraz tuhaf oluyorlar; nedense!..

Hüseyin Erkan

info@dilemyayinevi.com.tr

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..