Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Ekim '09

 
Kategori
Kent Yaşamı
 

Memleketimden manzaralar...

Merhaba,

Hiçbir zaman milliyetçi olmadım. Hiçbir insanı da; din, dil, ırk ve cinsiyet gözetmeksizin sevdim...

Bu açıklamadan sonra:

Ayten Alpman'ın söylediği gibi; "BİR BAŞKADIR BENİM MEMLEKETİM"...

Evet bir başkadır Artvin. Türkiye nüfusunun en çok okuyan kesimi, meyvesinin her mevsim bol olduğu yerleşim. Coğrafyasındaki; tabii güzellikler. Yeşil'in her tonu. Toprağın her rengi... Havası, suyu, taşı, toprağı... Özellikle yurt dışında ders olarak işletiler mimari yapısıları...

İki yıl öncesi, 37 yıl üzerine gittiğim memleketim. Bu süreç içerisinde hiç gidemediğim ve çok şey kaybettiğimi hissettiğim memleketim. Hani derler ya; kan çekiyor diye. Sanırım benimkisi de öyle, orada beni bir şeyler aldııııı götürdü...

Görevim gereği çok il gezdim, tabii özel gezilerimde oldu. Çok güzel yerler gördüm. Her biri ayrı ayrı güzellikte yerler. Ama Artvin'e gidince.... Her bir taşı-toprağı, havası-suyu yüreğime, tam yüreğimin derinliğine dokundu...

Sevgili kuzenim Erdal ve eşi Atike ile güzel bir 12 gün geçirdik. Dolu dolu 12 gün. Kah ağlayarak, kah gülerek...

Ağlayarak; çünkü her dokunduğum güzellik sevgili anne ve babamı hatırlattı.

Gülerek; onların yaşadıkları, dokundukları, soludukları geçmişlerini yaşıyarak... Bir kucak dolu güzel anılar... Her biri özel, her biri güzel...

Bir gün evden çıktık; bu üçlü olarak gezmeye gidiyoruz. Önce Şavşat'ın içine gittik, benzin almak için. Sağ olsun kuzen hemen depoyu doldurdu, bana izin vermeden. Oradan ayrıldık; Laşet'e gittik, alabalık yemek için. İnanılmaz güzel ve özeller. Üzerine de misssssssssssss gibi bir kahve... Ben büyük bir ısrar ile; KESİNLİKLE BEN VERECEĞİM, YOKSA BİR DAHA BİR YERE GELMEM... Hay hay...

Ödeme yapmak için gittim;

-Kasadaki bey: İkramımız olsun efendim.

-Nasıl, olur mu öyle şey, hayatta kabul edemem.

-Lütfen izin verin bu bizim ikramımız olsun, madem 37 yıl üzerine gelmişsiniz, para almak ayıp olur, bir sonraki gelişinizde inşallah...

Büyük mahçubiyet, bir yandan da sayılıp, sevilir olmanın gururu ve mutluluğu. Teşekkür ettim, çok teşekkür ettim. Ve ayrıldık...

Başka bir mekandayız, inanılmaz güzel manzaralar birşeyler atıştırıyoruz, ben yine; KESİNLİKLE BEN ÖDEYECEĞİM... Hay hay...

Kasaya giderim, bedeli sorarım:

-Afiyet olsun efendim, ikramımız olsun...

-Aaaaa nasıl olur, çok mahçup olurum.

-Olur mu efendim, siz bizim misafirimizsiniz, bunca yıldan sonra...

Yine teşekkür, yine memnuniyet, yine ayrılış.

Sıra gelir Efkar Tepesi'ne... Hani şu Fakir Baykurt'un "Efkar Tepesi"... Akıllara durgunluk veren manzara, tam bir doğa harikası...

Çay ve kahveler hırla içilir. Yine ben; BAK YİNE BEN ÖDEYECEĞİM:-) Yine hay hay...

Ödemeye gidilir:

-Abla sen ne diyorsun, ben sizden nasıl para alırım. Üstelik de enişteniz benim köylümmüş (arada yapılan sohbette)...

Yine teşekkür, yine mahçubiyet, yine bolllll kahkaha...

Sevgili Erdal abi yol boyunca söylenir; ah benim akılsız kafam, ne olurdu sanki benzini de sana aldırtsaydım, kızım sen şerbetlimisin nesin? Senelerdir her yıl gelirim, gezerem, herkes tanır, her yerde tam ücret öderim, ya sennnnnn:)))

Eeeeee o kadar da havamız olsun...

Bugün hastanede tahlil sonucumu bekliyorum. Sevgili Atike arıyor, biz Laşet'te balık yiyoruz diye. Çok ama çok sevindim. Sanki ben de oradaymışım gibi. Onlara afiyet olmasını dileyip; "arkadaşlara söyleyin selamımı, sizden para almasınlar" diye de havamı attım:-)

Böyle de güzel insanlar...

Babamın köyü; Tepeköy. O kadar güzel, o kadar huzurlu ve düm düz bir ovaya kurulmuş bir köy kiii... Sormayın gitsin. İlkokul 1. sınıfta gitmiştim ilk, bir de iki yıl önce. O günleri anımsadım. Dedemin yıkılmış evine gittim, sonra da evin yakınındaki mezarını ziyaret ettim. Nur içinde yatsın. Biraz ilerisinde buzzzzzzzzzzzz gibi dağdan gelmiş olan kaynak suyu DEDİNA... Dillere destan dedina. Artvin'den her bahseden, o suyu söylemeden edemezdi. Sevgili annem ve babam ölmeden önce oraya gidip, o sulardan içmeyi çok istemişlerdi ama kısmet, olmadı:-(

Sonra annemin köyü; Morgal. Biraz dik bir yamaca kurulmuş. Arabayı aşağılarda bırakıp çıkıyoruz. Dokunduğum her bir ağaçta sanki annemin elleri var. Her bir dal yerlere eğilmiş, her biri yemyeşil ve her türlü yemiş dolu... Hijyen konusunda son derece titiz olan ben; dallarından topluyorum, silerek yiyorum, büyük bir keyif ile... Atike endişeli, korkarak "ayyyy şimdi günaha gireceğiz, ağaçların altlarına bari para bırakalım, günah, çok günahhhhh". Bunun üzerine ben; "bak Atike'cim, annem bu köyün kızıymış, onun hakkı var. Ben bu köyün torunuyum, annemden hakkım var. Sen bizim sülalenin gelinizin, seninde hakkın var, hiç de günah olmaz, ye yiyebildiğin kadar"... Kuzenim ve ben birer kahkaha atıyoruz. Atike'nin içi rahat, ben helal ettim yaa...

Köye çıkıyoruz; dedemin, yani annemin doğduğu evi görüyorum. Büyük bir hüzün, göz yaşları.... Annemlerin evin altından yaşlı ama çoooookkkk yaşlı bir hanım, elinde baston ile çıkıyor, evden rahmetli annemin çok güzel yaptığı BİŞİ kokuları geliyor. Kadın o vaziyette bana yaklaşıyor ve "ayyyyyyyyyyyyyyyyyyy Sabriye'nin töretmesi gelmiş" diyor, bana sarılarak... Bende bir hıçkırık, bir ağlama... Az öteden bir başkası beliriyor; "sen Sabriye ablamın kızımızın" diye boynuma sarılıyor, karşılıklı ağlamalar... Biraz yukarıda annemin arkadaşlarını ziyaret ediyorum, çok yaşlı karı-koca. Aman Allahım; tam bir göz yaşı seli... Sonra hemen yan taraftaki eve geçiyoruz; son derece lüks ve modern yapılmış. Ama ben sevmiyorum, öyle bir yerde, böyle bir beton yığını:-( Orada akrabalarımı görüyorum, kimi tanıdık, kimi değil... Köyden benim geldiğimi duyan herkes kopup geliyor beni görmek için. Tabii benim için mi; annem için mi bilinmez. Her biri ayrı ayrı sarılıyor, öpüyor, kokuyor... Annen kokuyorsun- diyorlar, aynı annen.... Annene çok benziyorsun, sanki o gelmiş gibi... Anılar, göz yaşları, hıçkırıklar...

Son derece minnet kalıyorlar, gittiğim ve onlara annemi yaşattığım için. Tabii ben de minnet duyuyorum, onlarda annemi yaşıyorum. Onlardan annemi dinliyorum. Hem gururlu, hem buruk...

Büyük bir göz yaşları ile ayrılıyorum, yürüyebilecek güçte olanlar, bizi arabaya kadar geçiriyorlar, onca taşlık yolu, yaya olarak...

Her birini ayrı ayrı öpüyorum, her birine teşekkür ediyorum, götürdüğüm hediyelerin 2-3 katı hediyeler ile ayrılıyorum...

Minnet duydular dedim ya; ben de minnet duyuyorum kuzenim ve eşine... Sağ olsunlar, var olsunlar... Sevenleri bol olsun...

Sonra eve dönüyoruz.... Ben rahmetli amcama anlatıyorum; bak amca şuralara şuralara gittik, yedik-içtik, sıra paraya gelince, ehhhhhh benim İstanbul havam var ya, kimse para almadı. Eeeeee ne de olsa İstanbul'luyuz (çok iyi bir b...k'muş gibi:-)

Yine kahkaha, yine şamata... Tabii sadece tatlı anıları anlatıyorum, acıları felçli Amcamı biraz daha üzmesin diye kendime saklayarak...

Amcamın yol üzerinde çok güzel bir evi var, orada kalıyoruz. Evin hemen arkasında kocamannnnnnnnnnnnnnnn bir arazi, gözünün alabildiğine yem yeşil. Yağmur yağıyor, otlar, çimenler kokuyor... Aman Allah'ım, İstanbul'da ota-b..ka hasret olmuşuz. Onun kokusu bile hoş geliyor...

Sonra o arazinin biraz ilerisinde amcamın elma ağaçları var, metreler boyu, bir yığın... Gidiyoruz, ağacın altında piknikler, kahkahalar gülmeler...

Aaaaaa bir de tabii ki Karagöl... Tanrım; bu ne güzellik... Üç araba gidiyoruz. Hala, amca, kuzenler, kuzenlerin eşleri, onların anneleri, çocuklar ve tabii BENNNNNN....

Yol boyunca nerede güzel meyve gördüksek toplayıp yedik. Oradan Karagöl'e vardık. Mangalda kaynamış çayımızı içip, kahvaltımızı yaptık, tabii ki meyvenin üzerine:-) Etleri hazırladık, hazmetmek ve etlere yer açmak için ormana yürüyüşe çıktık.

Tanrım ne gündü... Hayatımda herhalde hiç o kadar gülmemiştim. Erdal-Atike, Mehmet-Çiğdem / onların kızı ve oğlu. Eeeee tabii ki yine BENNNN...

Mehmet Orman Müdürlüğü'nde görevli. Her karışını avucunun içi gibi biliyor, ormanın. Her ağacı tanıyor. Bize hikayelerini anlatıyor. Boyunu-posunu:-) Kaç yıllık olduğunu. Ne işe yaradığını... Bir de insan hikayeleri... Şavşat'a özgü şivesi ile... Kahkahalar, kahkahalar...

Erkekler gözden kayboluyorlar, ben; "Allah Allah nereye gittiler" diye meraklanıyorum. Çiğdem; "Sema teyze anlasana nereye gittiklerine".... Hadi bir kahkaha daha.... Biraz zaman geçiyor. Beylere sesleniyorum; "heyyyyy beyler, şöyle biraz açılsanızı, bakın bakalım şu ilerideki otlar ne otu:-))))" Eeeeeee şimdi de onlar anlasın:-)))) Yine kahkaha, yine kahkaha...

Bol bol çam sakızı topluyoruz. Bilir misiniz bilmem. Çam ağacının mumundan yapılır bu sakız. Çiğnenir, çiğnenir sakız haline getirilir. Ama gelene kadar çeneleriniz mahfolur. Olsun, sonuçta alınan tat güzel... Aaaa unutmadan; şayet bunu yutarsanız mide ülserine ve Reflü'ye iyi gelir... Bu da size benden BONUS...

Mehmet bir hikaye anlatır:
Şavşat'lı askere gider, çavuş olur. Komutanı der ki; "hadi bakalım oğlum, artık bu askerlere talimatı sen vereceksin"...

Eeee emir büyük yerden gelmiştir. Hemen kendi şivesi ile başlar talimata...

Tufek dala (dal omuz),

Dal hizaya,

Yer begi say (yerinde say),

Yan begi don (yan dön)...

Rap rap rap....

Tabii kimse birşey anlamaz, öylece kalır... Eh ne bilsinler Şavşat dilini:-)

Belki burada keyifli gelmiyor ama Mehmet'ten dinleyince... Offfffffffffffff ki ne offffffffffffffffff...

Bütün bir orman boyu bunu söyledim ve güldem. Sevgili Mehmet ve Çidem sizlerde hep gülün...

Sonra geri döndük, etlerimizi pişirdik, afiyet ile yedik, üzerine de çay... Sonra akşam sefası... Biz o güzellikleri daha derinden yaşamak için göl kıyısı boyunca yürüdük, bir sürü resim çekindik. Beyler arabaları getirdi, dışarıda bindik. Resim demişken; her nedense galerilerime resim ekliyemiyorum, ekleyebildiğim zaman, oradan manzaraları da sizlerle paylaşacağım.

Böyle yüzlerce güzellik, yüzlerce anı...

Kah gülerek, kah ağlayarak...

Burnumda tüttü yine...

Bu güzellikleri yaşatan herkese çooookkkk ama çooookkkk teşekkürler.

Yad ile andığım Sevgili Annem, Sevgili Babam, Sevgili Amcam ve Sevgili Dedem, sizlerde nur içinde yatın...

Güzel günleriniz, sizi sevenleriniz bol olsun...

Kalın sağlıcakla...

 
Toplam blog
: 51
: 795
Kayıt tarihi
: 10.08.09
 
 

Merhaba, 18 Şubat 1964 Artvin doğumluyum. Yüksek okul mezunu olup, uluslararası bir Vakıf'tan ofi..