Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Eylül '10

 
Kategori
Öykü
 

Memleketimin Delileri-15

Memleketimin Delileri-15
 

Dolandırıcılar pılıyı pırtıyı toplayıp Memleketim'den kaçıyorlar


Melih beyin konuşmasından on iki gün sonra, o günün gecesi saat 03’te Beraber Kazanalım Bürosu’nun önüne, bir “evden eve nakliyat “ firmasının aracı yanaşmış ve on altı tane adam hızla eşyaları TIR’ın içine yüklemeye başlamıştı. O sırada oradan geçmekte olan bir polis arabası devriye görevi yapıyordu. Eşya yüklendiğini görünce önce bir hırsızlık olayı zannettiler, Fahri beyin de orada olduğunu fark edince rahatladılar. Bir polis:
-Hayrola Fahri bey, taşınıyor musunuz?
-Evet memur bey. Hükümet Konağı’nın arka tarafında geniş bir yer tuttuk. Burası artık yetmiyor da!
-Gecenin bu saatinde niye taşınıyorsunuz? Gündüzler çuvala mı girdi?
-Gündüz taşınırsak hem trafiği engellemiş olurduk, hem de müşterilerimize bir gün hizmet veremezdik.
-Peki, kolay gelsin! deyip ekip otosu yoluna devam etti. Trafik ışıklarına yaklaşmışlardı ki bir araca Borcunu Bana Öde Bürosu’nun eşyalarının da yüklendiğini fark ettiler. Orada da durdular ve bu sefer Melih beyin de eşya taşıyan adamlara yardım ettiğini gördüler. Aynı polis:
-İyi sabahlar Melih bey! Yoksa siz de mi yeni bir bina buldunuz?
-Evet, nereden bildiniz?
-Fahri bey de taşınıyor da, geniş bir bina bulmuşlar. Yoksa gene bir rekabet mi var?
-Onlar bizimle rekabet etmeye cesaret bile edemezler.
Bu iddia, gülüşmelere yol açtı. Polis elini sallayarak arabaya bindi. Bu olaylara tam olarak bir anlam verememişti, ama gene de kötüye yormak istemiyordu. Çünkü o da çekilişten bir televizyon ve bir de bulaşık makinesi kazanmıştı. Mutfakta ve salonda bu beyaz eşyaların yerlerini hazırlamışlardı bile. İkinci çekilişten de bir araba çıkarsa…
O günün sabahı büro elemanları ve korumaları mesai saatinde işe gelmişlerdi. Gördükleri hepsini şaşırttı. Büroları bomboştu. İçerilerinde tek bir kağıt parçası bile kalmamıştı. Tabii kapılar da kilitliydi. Sadece birinci büronun dışında bir köşede küçük bir sehpa vardı -belli ki aceleyle unutulmuş- diğerinin kapısının yanında ise kırılmış bir kül tablası…
Donup kalmışlardı, ne diyeceklerini bilemiyorlardı. Ağızlarını bıçak açmıyordu. Belli ki içsel bir deprem yaşıyorlardı.
Tam o sırada cezalı faturaya itiraz için torunu Kepir Osman’ın koluna girmiş Fati Bacı söylene söylene geliyordu.
Fati Bacı, seksene yakın yaşına rağmen gözleri dışında hiçbir şikayeti olmayan bir bayandı. Hâlâ bazı evlere temizliğe giderdi. O nedenle de Al-Makamları, Niyet Müdürlerini, hakimleri, savcıları tanıdığını, onlarla görüştüğünü söyler ve bununla övünürdü. Fati Bacı, her konuda konuşmayı severdi. Büyük, küçük, kadın, erkek ayrımı yapmaz herkese anlatacak bir şeyler bulurdu. Kısacası hiç susmazdı. Bir gün Fati Bacı’yı karşıdan gelirken gören Hip Hop Vahap:
-Fati Bacı, dut yemiş bülbül gibisin. Ne oldu sana böyle, hasta mısın yoksa? diye takılınca:
-Oua, ouuu, ouaa, diye Fati Bacı uzun uzadıya bir şeyler anlatmış ama Vahap anlatılanlardan tek kelime bile anlamamıştı. Mesele sonradan anlaşıldı ki o gün nasıl olduysa olmuş ve Fati Bacı’nın dilini arı sokmuştu. Bunun nasıl olduğunu öğrenmek için Fati Bacı’nın iyileşmesini beklemeleri gerekmişti: Açıkta bıraktığı balın üzerine arı konmuş, bu baldan bir kaşık alıp ağzına atmış ve olan olmuş. İyi görmeyen gözlerine bağlamıştı bu olayı.
Fati Bacı iyi göremeyen gözleri nedeniyle burada da büronun taşındığını anlamamıştı. Yakaladığı görevli kızlardan birisine derdini anlatmaya başladı. Torunu Kepir Osman:
-Nene, baksana büro kapanmış! dediyse de o konuşmasını sürdürüyordu:
-Üç fatura da cezalı geldi. Yazık değil mi bana? Ben dul bir kadınım, nasıl öderim onca parayı? Bana amirinizi gösterin. Derdimi ona anlatayım.
Kepir Osman:
-Nene, iş anlaşıldı. İstersen sen halini amire değil de Marko Paşa’ya anlat! dedi.Fati Bacı :
-Paşaya da anlatırım. Paşa nın huzuruna çıkmaktan mı çekineceğim. Ben hakimlerle, savcılarla görüşmüş bir insanım… Diye klasik söylevine başladı...
Dolandırıcılık olayının şoku, Memleketim’de kısa sürede atlatıldı. Maddi kayıpları çoktu ama neşelerinden hiç bir şey kaybetmemişlerdi. Aksine onlara gır gır geçecek yeni konular ortaya çıkmıştı.
Sözüm ona araba kazanmış olan Hoştunuz Sami ve Hayat Kısa Sadık yolda karşılaştılar. Hoştunuz Sami kadınsı davranışlar gösteren, günahı boynuna bazı erkeklerle de ilişki kurduğu söylenen bir bayan kuaförüydü. Sesi oldukça inceydi, çoğu zaman şuh bir kadınınkini andıran kahkahalar atardı. Sami yapısı gereği kibar olmaya çalışırdı. Havlayarak üzerine doğru gelen bir köpeğe “Hoşt” demek kabalık olur diye düşündüğünden “Hoştunuz!” demiş ve daha sonra hep bu lâkapla anılmıştı.
Hayat Kısa Sadık ise şehir içi dolmuş işleten bir şofördü. Dolmuşa güzel bir kız bindiğinde yüksek sesle “Hayat kısa” der gerisini içinden tamamlardı: ”Değmez bir kıza!” Herhalde çok derinlerde bir gönül yarası vardı.
Hoştunuz Sami dalga geçmek için:
-Özel otomobilini tamire mi verdin de yayan dolaşıyorsun Hayat Kısa? dedi. Sadık hemen cevapladı:
-Hoştunuz, sen kendine bak. Duyduğuma göre senin arabanın da motoru su kaynatmış.
Etraftakiler gülüştüler ve onlar da birbirlerine takılmaya başladılar:
-Koçero, şu senin buzdolabından bir ayran ver de soğuk soğuk içelim!
-Sen de anana şu benim gömleği götür de kazandığınız çamaşır makinesinde bizahmet yıkayıversin Çalçal Fikret!
-Murat Can, iyi ki çekilişten ütü kazandın. Böylece boru gibi pantolon giymekten kurtuldun. Artık kıtır kıtır ütülü pantolonlarla gezersin.
-Sarhoş Cemal, senin bulaşık makinesi de tuz filan istiyor mu, yoksa içine biraz rakı dökünce senin gibi su akıtarak mı çalışıyor?

 
Toplam blog
: 1081
: 980
Kayıt tarihi
: 30.07.10
 
 

Uzun yıllar çeşitli sitelerde Oruç Yıldırım adı ile yazı yazdım. Dört tane romanım ve çokca da de..