Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Eylül '10

 
Kategori
Öykü
 

Memleketimin Delileri-16

Memleketimin Delileri-16
 

Memleketimin falcısı da var


Çekilişte alamayacağı bir araba kazanan da Falcı Recep’ti. Recep arabayı alamadı ama o günden sonra ününe ün kattı. Evi fal baktırmak için gelenlerle dolduğu gibi bahçeye taştığı da oluyordu. Onun için belediyenin çöpe attığı birkaç tane oturma bankını aldı, onardı ve bahçesine koydu.

Falcı Recep, Bulgar zulmüne dayanamayarak oradan kaçmış, Memleketim’e yerleşmişti. Burada becerebileceği, para kazanabileceği bir işi yoktu. Bir keresinde kendi akrabalarından birinin kahve falına bakmış, daha doğrusu aklına geleni söylemiş, tesadüfen yüz tane şey söylediyse ikisi üçü çıkmıştı. Bu ilk deneyim ona ilham vermiş ve hemen ilk iş olarak eski yazı ile yazılmış bir kitap bulmuştu. O kitabı fal bakarken açıyor, ama kendisi tek kelime eski yazı bilmiyordu. Eski yazı okumasını bilen bir kişi o kitabı görmüş ve kapağındaki yazıyı okuduğunda kitabın hayvanlarla ilgili bir eser olduğunu anlamış, fakat Recep’in işi bozulmasın diye kimseciklere bir şeyler söylememişti.

Falcı Recep, para istememesi, ne verirsen kabul etmesi, paraya elini sürmeyip minder altına konulmasını söylemesi (çünkü yakalanırsa “Vallahi billahi elime para almadım!” diye yemin edebilecekti.), kara büyü yapmaması ile tanınırdı.

Memleketimde Recep’i gönüllü tanıtan, reklamını yapan bir çok kadın vardı. Recep bir tane şey tutturursa “Her şeyi bildi.Kızın anasının adını bile söyledi (Halbuki az önce sormuştu), bilmediği hiç bir şey yok” diye sağda solda anlatırlardı.

Ramazan karısı Şükran’ın methi üzerine Falcı Recep’e birlikte gitmeyi kabul etmiş, Recep ona bahçesinde bir define olduğunu söylemiş ve eklemişti:

-Defineye ulaşmadan önce sağlam bir su testisi bulacaksın. Define, bulduğun bu testiye yakındır.

Eve geldiklerinde Ramazan ve Şükran gecenin olmasını iple çekmişlerdi. Komşularının kendilerini define ararken görmelerini istemediklerinden bütün arama faaliyetlerini gece sürdüreceklerdi. Biliyorlardı ki bulamazlarsa komşuları onlarla yıllarca dalga geçerlerdi; bulurlarsa ise hasetliklerinden çatlarlar ve hemen polise haber verirlerdi. Onun için bu işi gizli yapmaları gerekiyordu. Gerçi karanlıkta biraz zor olacaktı, ama define için doğrusu bu eziyete değerdi.

Günlerce her gece geç saatlere kadar bahçeyi kazdılar. Öyle ki bazı günler sabah ezanı okunurken yatıyorlardı. Onlara kalsa ezandan sonra da devam ederlerdi, fakat sabah namazına Cami ye gidenlerden birisi görür diye korkuyorlardı.

Gece çalıştıkları için öğlene kadar uyuyorlar; onları öğleden önce ziyarete gelen komşuları, her defasında uyurken buluyorlardı. Güneşi hiçbir zaman üzerlerine doğdurmayan bu insanların aşırı uykucu olmaları komşularını şaşırtıyordu.

Günlerce çalıştıkları halde bırakın defineyi, testiye bile ulaşamamışlardı. Her defasında “Bu son olsun.” diyorlarsa da ertesi gece gene kazmaya devam ediyorlardı.

Bir gece Şükran koşarak kocasının yanına geldi, heyecandan konuşamıyordu. Bir şey söyleyemeyeceğini anladığı için konuşmaktan vazgeçti ve elindeki ufacık bir çömlek parçasını kocasına uzattı. Ramazan’ın sevinçten gözleri parladı.

O gece kendilerine ödül verdiler yani çalışmayı kısa tutup erkenden yatıp uyudular. Buna rağmen gene ancak öğlen uyanabildiler. Günlerin yorgunluğu bir günde çıkacak gibi değildi.

Gerçi Ramazan’la Şükran sağlam bir testi değil de ufacık bir çömlek parçası bulmuşlardı. Acaba bu da bir işaret olabilir miydi? Şükran elindeki parçacıkla Falcı Recep’e koşturdu, olanları anlattı. Recep ona “devam!” dedi ve Şükran’dan sonra gelen ilk müşterisine olayı ballandıra ballandıra biraz da övünerek anlattı. Amacı nasıl bildiğini kanıtlamak ve kendi reklamını yapmaktı. İstediği oldu, haber kısa sürede yayıldı: Çömlek parçası iki metre boyunda küp oldu, bulunamayan define çil çil altın dolu bir sandık oldu.

O gece Recep’ten aldıkları talimat Ramazan ve Şükran’ı heveslendirdiği için kazmayı daha da hızlandırdılar. Tan yeri ağarırken yorgun bir şekilde kendilerini yataklarına attılar.

Öğlen olmadan gürültüyle uyandılar. Evlerinin penceresinden baktıklarında neredeyse mahallede oturanların tamamının onların bahçesinde olduklarını gördüler. Küreği, kazmayı, beli kapan gelmiş, bahçenin altını üstüne getiriyorlardı. Define işinin duyulduğunu anladılar. Ramazan giyinerek dışarı çıktı, oradakilere seslendi:

-Komşular ne yapıyorsunuz? Orası benim bahçem, bana ait!

Hiç kimse tınmadı bile. Belki de duymamışlardı. Herkes hevesle, umutla kazıyordu. Ramazan içlerine girip bağırdı:

-Durun, bırakın kazmayı!

Bu sefer herkes duydu ve kazmayı bıraktı. Ramazan öylesine yüksek bir sesle bağırmıştı ki kendi sesinden kendisi de korktu. Devam etti:

-Burası tapusu bende olan bir toprak, o yüzden define varsa benimdir. Eğer siz de bana yardım etmek isterseniz, kabul. Ama ben defineyi bulana en fazla onda birini veririm. Şartlarımı kabul eden kalsın, etmeyen gitsin!

Giden hiç kimse olmadı, herkes kazmaya kaldığı yerden devam etti. Bu demekti ki şartlarını kabul etmeyen yoktu. Öyle ya bir sandık altının onda biri de bir insana ömrünün sonuna kadar rahat rahat geçinmeye yeterdi.

Bir sürü insanın günlerce süren çalışması boşa gitmiş bir tek altın bile bulunamamıştı. Ramazan’ın bahçesinin her tarafı köstebek gibi kazılmıştı. Ancak bu köstebekler biraz büyüktü. Bahçeyi tekrar eski haline getirmek ayları belki de yılları bulurdu.

Altın bulunamadığı için Falcı Recep’i suçlayan hiç olmadı. Adam onlara bir fırsat sunmuştu, bulamadılarsa bu onların beceriksizliğinden kaynaklanıyordu.


Cüneyt üniversite birinci sınıftaydı. Sınavları bitirip eve gelmişti. Sınav sonuçları daha sonra açıklanacaktı. Annesi Zeynep, falcının müdavimlerindendi. O yüzden Cüneyt’i sınav sonuçlarını öğrenmek ve geleceği hakkında bilgi almak için falcıya gitme konusunda iknaya çalışıyordu. Annesinin ısrarlarına dayanamayan Cüneyt:

-Tamam, gideceğim. Yalnız bazı şartlarım var: Senin oğlun olduğumu söylemeyeceksin, hiçbir sorusuna cevap vermeyeceksin, yaptığı bir yanlışı düzeltmeyeceksin, sadece orada oturup dinleyeceksin.

-Tamam kabul. Bak göreceksin, nasıl da her şeyi biliyor, dedi annesi.

Bir saat bahçede, bir saat de içeride bekledikten sonra nihayet Falcı Recep’in yanına girdiler. Recep sordu:

-Hanginize bakacağız?

-Bana, dedi Cüneyt.

-Adınız, babanızın ve annenizin adı?

-Benimki Zafer, annem Leyla babam da Hıdır.

-Sen kalabalık insanların olduğu bir yerde çalışırsan.

Cüneyt olduğundan birkaç yaş büyük gösteriyordu. Onun için onun öğrenci değil de evli barklı, çalışan bir adam olduğunu sanmıştı.

-Fabrika mı desem, demiryolu mu desem!

- Demiryolu.

-Tamam işte, kitap da öyle deyeri. Sen evli misin, bekar mısın bakıvereyim kitaba.

-Evli, iki çocuklu.

-Tamam buldum, kitap deyeri ki evli ve iki çocuğu vardır. Küçük olanı biraz yaramaz mı ne?

-Evet, sabaha kadar hiç durmadan ağlıyor, bizi uyutmuyor.

-Ona muska yazmak gerek beyahu! Getir bana yazayım bir muska, bitsin yaramazlıkları.

Cüneyt “Bizden alacağı yetmedi, bir de olmayan çocuğuma muska yazarak para kazanacak ve bir müşterisi daha olacak.” diye düşündü ve annesine baktı.

Kadın alt dudağını ısırıyor, söyledikleri karşısında hayretle Falcı Recep’e bakıyordu. Dayanamıyordu, konuşacaktı ama niyetini sezen Cüneyt, eliyle bir işaret yaparak onu susturdu. Recep, tüm söylediklerinin doğru çıktığını düşünerek iyice coşmuştu:

-Karın hanım hanımcık bir kızcağız. Yalnız sizin aranızı bozan birisi var bre. Sarı saçlı, biraz kilolu, dur eyice bakayım kitaba. Ha göründü işte Sarı değil saçları Siyah, Siyah…

-Evet, Siyah saçlı ve kilolu.

-Kitap da zaten öyle deyere.

-Peki, bu geçimsizliğin çaresi ne?

-Çocuğu nasıl olsa getirecen, onunla beraber hanım kızımızı da yani karını da getir. Ben kötü büyü yapmam ama kötü büyüyü bozarım. Onun yatağına birisi domuz yağı sürmüş, yastığının içine de dokuz kere düğümlenmiş bir parça ip koymuş. Kısacası büyü yapmışlar ona, ben bunu bozarım.

-Tamam, yarın geliriz. Borcumuz ne?

-Ne verirsen, şu minderin altına koy.

Cüneyt parayı minder altına bıraktı, annesiyle birlikte kapıya doğru yöneldiler. Kapıya daha gelmemişlerdi ki annesi kahkahalarla gülmeye başladı. Annesinin oluşan komik duruma mı yoksa başka bir şeye mi güldüğünü Cüneyt anlamadı. Her şeyi bilen falcı da bu kadının gülme sebebini bilemedi. Sadece Cüneyt ile annesi kapıdan çıkarken arkalarından bakakalmıştı.

 
Toplam blog
: 1081
: 980
Kayıt tarihi
: 30.07.10
 
 

Uzun yıllar çeşitli sitelerde Oruç Yıldırım adı ile yazı yazdım. Dört tane romanım ve çokca da de..