Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Kasım '06

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Mendilci kız

Mendilci kız
 

Sahilde bir kafede oturuyoruz birkaç arkadaş… Sohbetin artık yerini karşı kıyının izlenmesine bıraktığı anlardayız. Huzurlu bir sessizlik var… Hepimiz keyifliyiz…

Oturduğumuz kafe denizin kıyısında. Baharın yeni yeni kendini hissettirip bizi uyandırdığı,dalgaların haşin kadın tavrını bir kenara bırakıp yazın gelişini müjdeleyen küçük bir kız çocuğu gibi kıyıyla oynaştığı, insanların kış mevsiminin koyu renklerinden soyunup gökkuşağının renklerine büründüğü o anların tadını çıkarıyorum ben de… Hepimizin aklında başka başka düşünceler ve hayaller; ama hep güzel şeyler… O kadar güzel bir armoni ki bizi içine alıp sarmalayan; mümkün değil keyifsiz bir şeyler düşünebilmek…

O sırada gözlerim küçük bir kız çocuğuna takılıyor… Çok güzel bir kız çocuğu! Sanıyorum dokuz on yaşlarında… Kıyı da bir kayanın üzerine oturmuş, dalgın bir ifadeyle, kıyıdaki tüm taşları bitirmek için yarışır gibi denizi taş bombardımanına tutan çocukları izliyor. Gözlerimi ayıramıyorum ondan. O kadar masum ve düşünceli bir ifade var ki yüzünde… İçim de bir şeyler kıpırdanıyor huzursuzca… Bacaklarının arasındaki torbadan bir sürü selpak mendil paketi çıkarıyor o sırada… Hepsini tek tek sayıyor ve tekrar torbanın içine koyuyor çok büyük bir iş yapıyor gibi dikkatle… Sonra çocukların yanına doğru gidiyor küçük mendilci kız! Hemen ayrılıyor diğer çocuklardan kıyafetiyle, duruşuyla, yüzündeki ifadeyle… Elinde hala mendil torbası olmasına rağmen o da kapıyor bir taş ve tüm kuvvetiyle fırlatıyor denize doğru… Sonra bir taş daha, bir taş daha… Çocukların denize taş atma eğilimi sanıyorum ki bulaşıcı! Bir erkek çocuğunun başlattığı oyun birden on – on beş çocuğun eğlencesi haline geliyor. Hepsi birbirinden güzel, sesleri şarkı gibi… Gözlerim ara sıra diğer çocuklara kaysa da en çok mendilci kızla ilgileniyorum; hareketleriyle hipnotize olmuş gibi. Bir ara büyük kayaların arkasına doğru gidiyor ve gözden kayboluyor. Tekrar görünür olduğunda elindeki mendil torbası yok! Yine diğer çocukların arasına karışıyor ve o da taş atmaya başlıyor. O arada kafede oturan iki kadın (görüntüleri biraz entelektüel, bilirsiniz işte boyunlarda poşular, erkek sitili kesilmiş saçlar, gümüş küpeler ve yüzükler, küçük camlı gözlükler) kızcağızı azarlıyorlar taşları kafeye doğru atmaması için… Sessizce biraz uzağa gidiyor minik kız… Aslında attığı taşların kadınların oturduğu yere kadar ulaşabilmesi mümkün bile değil… Yine de asilik etmiyor; yaptığının çok kötü bir şey olduğunu düşünür bir ifadeyle, omuzları biraz düşerek birkaç adım uzağa gidiyor. Bir taş daha fırlatıyor denize… O kadar büyüleyici ki bunu yaparken… O diğer çocukların taşları ne kadar uzağa fırlattıkları ile ilgilenmiyor bile; onlar bunu bir yarış haline dönüştürüp “ben attım en uzağa” kavgasını yaparken… O taşı havalandırıyor ve havadaki hareketi kaçırmadan izliyor… Ta ki taş denize çarpıp kayboluncaya kadar… Bu son harekette bir gülümseme beliriyor yüzünde; belli ki eğleniyor kendince… Sonra iki kız çocuğu yaklaşıyor yanına ve konuşmaya başlıyorlar onunla. İşte bu beni gerçekten çok etkiliyor. Koskoca iki kadın bir sürü çocuk denize taş atarken, bir tek onun kılığından kıyafetinden anası babası olmadığını anlayarak, onu dişlerine göre bulup azarlarken, iki kız çocuğu onu hiçbir şekilde kendilerinden farklı görmeyip onunla sohbete başlıyorlar… Bu nasıl tezat bir olgunluktur anlayamadım ben… Çocukların sohbetleri koyulaşıyor, şakalaşmalar başlıyor… Mendilci kız ayaklarının çıplak olması sebebiyle kıyıya vuran dalgaları büyük bir coşkuyla karşılıyor, diğerleri de kıkır kıkır gülüyorlar… Muazzam bir görüntü… Bu esnada ilginç başka bir şey daha oluyor… Kızlı erkekli genç bir grup geliyor kıyıya… Grubun kızlarından birkaçı, biraz evvel mendilci kızın mendillerini sakladığı kayanın üzerine oturuyorlar. Mendilci kız birden bire o koyu sohbetten sıyrılıp kayanın arkasına gidip mendil torbasını alıyor ve yeniden diğer çocukların yanına dönüyor. Bu yaşta nasıl bir sorumluluk bilincidir bu? Pek çok çocuk oyun esnasında tüm duyularını dünyaya kapatırken onun bu tavrı beni gerçekten çok etkiledi.

Birçok şey öğrendim bu seyirden. Birincisi çocuklar asla birbirlerini büyükler gibi giyimle kuşamla, statüyle, maddi değerlerle değerlendirmiyorlar. Onlar birbirlerine yaklaşırken bir şeylerin peşine düşmüyorlar, karşılık beklemiyorlar… Büyüklerin yaptığı gibi korkakça davranarak, en güçsüzü ezme politikası güdüp egolarını tatmin etmeye gerek duymuyorlar. Sonra onlar nerede yetişmiş olurlarsa olsunlar daha asilce davranabiliyorlar… Çocuk asaleti… Masumane bir şey! Hele o kız çocuğunun bana öğrettiği son şey kafama balyoz gibi indi! Sorumluluk bilinci! O daha bir oyun çocuğuyken, oyuna dalıp kendini kaybetmesi, oyun haricinde her şeyi unutması gerekirken mendillerini unutmaması, oyunu bırakıp mendillerini almaya koşması, onları kaybetmeyi göze alamaması beni çok etkiledi… Oysa biz nelerden vazgeçiyoruz? Neleri gözden çıkarıyoruz hiç umursamazca? Hayatımızın içindeki her şeyi oyun sanıyoruz hepimiz! Karıştırıyoruz çok zaman birbirine oyunlarımızla sorumluluklarımızı… O küçücük kız çocuğu benden daha büyüktü sanki o dakikalarda… Kendi oyunlarımı düşündüm… O oyunların içine dalıp nelerden vazgeçtiğimi, neleri harcadığımı, neleri kaybettiğimi ve nasıl da sorumluluklarımdan kaçtığımı düşündüm. Oysa hem oyunlar oynanıp hem de sorumluluklar yerine getirilebiliyordu… İşte bir kız çocuğu bana bunu gösterdi bugün! O kız çocuğunu gördüğüm an, neden içimde huzursuzca bir şeylerin kıpırdandığını şimdi biliyorum! Yüzleştim! Evet, mendilci kız benden daha büyüktü! O çok büyüktü! Bense küçüktüm… Küçücüktüm… Ve ne yazık ki hala da öyle hissediyorum o yere göğe sığdıramadığım büyüklüğümden utanç duyarak!

 
Toplam blog
: 5
: 656
Kayıt tarihi
: 26.11.06
 
 

İstanbul'dayım, finans sektöründeyim... Sırlarım var paylaşmak istediğim... Kendi sırlarım... Öğrend..