- Kategori
- Güncel
Menekşe'nin "öncesi"; Sivas, Madımak, 2 Temmuz
"Şeker bile yiyemez ki/ kağıt gibi yanan çocuk"
Sivaslıyım. Ne zaman biri "nerelisin" diye sorsa, sivaslıyım derken kalbime iğnelerin battığını hissediyorum. Büyük ozanlar yetiştirmiş memleketimin adını söylerken bu kadar acı çekeceğim aklıma gelmezdi. Ya da "madımak" yemeği pişirdiğimde, madımağı yıkayıp, temizleyip ateşin üzerine koyduğumda içimin sızlayacağını bilmezdim. "Madımak" oyununu oynarken ya da oynatırken bu kadar iç geçireceğimi hiç düşünmezdim. yüzyılın 2. yarısının vahşeti olarak olarak algıladığım bu olay, aradan 19 yıl geçmesine rağmen utancımızdan bir şey eksiltmedi. Tam tersine giderek büyüyen utanç çemberinin içinde dönüp durduğumuzu hissediyorum. ..
1993 yılında ben fakültedeydim. Son yılımdı. Beytepe Kampüsünde mayıs ayında bahar şenliği vardı. Kampüsü bilenler bilir, yemekhanenin ve kütüphanenin karşısında bulunan şenlik alanından , "bari son dersi kaçırmayayım" diye geri dönüyordum. Edebiyat Fakültesinin önünde bir çocuğa rastladım. Kara saçlı, kara gözlü bir kız bisikletini durdurmuş, bir ayağı pedalde, bir ayağı yerde öylece duruyordu.Tatlı mayıs meltemi saçlarını uçuşturuyordu. Derse yetişmek için koşuşturan ben, kızı görünce durdum ve : " ne o Menekşe liseyi okumadan üniversiteli mi oldun? Ne arıyorsun burada, senin okulun yok mu?" dedim. "Var Nurbanu abla ama babam bizi şenlikler için getirdi" "şenliklerde semah mı döneceksin?" "Burda değil, biz Semahı Sivas'ta döneceğiz" dedi. Babası bizim bölümde çalışıyordu ve zaman zaman onun yaptığı çayları, çay odasında yudumlarken, biz bir kaç öğrenciye verdiği saz konserini dinliyorduk. Bir kaç kez Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümüne babaları İsmail Kaya'nın yanına gelen çocukları Menekşe ve Koray'ı da orada tanımıştık. Çocuklar, pırıl pırıl kara gözleriyle utangaç bir şekilde bize gülümsemişlerdi...Genç kızlığa adım atmış Menekşe belki de ilk aşkını yaşıyordu gizli gizli. Oysa bir ay sonra o kara gözlerinin parlaklığı, Madımak Oteli'nin alevlerinin arasında sönmüş közlenmişti. Son dansını ateşle yapmıştı...Başsağlığı için hocalarımızla Dikmen'in İlker Mahallesinde yaşayan sivaslı Kaya Ailesini ziyaret ettiğimizde, o yırtıcı acıyı gördük. İki çocuğunu birden alevlerin ortasında kaybetmiş annenin durumunu açıklamaya edebiyatın gücü hiç bir zaman yetmeyecektir. Çocukları kendi memleketlerinde diri diri yakılmıştı. Zaten toplamda iki çocuğu olan ve ikisini birden kaybeden ailenin acıları nasıl hafifleyecekti? Orada laf arasında, "daha gençsiniz, bir çocuğunuz daha olursa bir nebze olsun acınız hafifler" gibi cümleleri ağzımızda geveledik...Bugün "Menekşe'den Önce" ile ilgili haberleri dinlerken, o çocuğun doğmuş olduğunu ve adını ablasından aldığını öğrendim. Katliamdan dört yıl sonra doğan küçük Menekşe'nin gözünden aktarılıyordu Sivas Yangını...
Hasret Gültekin'le aynı ilçedendik, Uğur kaynar ise komşu kazadandı. Metin Altıok'un şiirleriyle sarhoş olmuş, Muhsin Akarsu ve Nesimi Çimen'in türküleriyle dertlenmişti(k)m. Asım Bezirci ve Behçet Aysan'ı sanat ve edebiyat dergilerinden takip etmiştim. Madımak'ta etleri yananların, 20'si 25 yaşın altında, 10'u da 20 yaşın altındaydı. Kağıt gibi yanan bedenler işte bu insanlara aitti. Bir önceki blogumda Kafka'nın kendi eserlerini yaktığından söz etmiş ve bu durumun insanlık için büyük kayıp olduğunu yazmıştım. Oysa bizde, bırakın eserleri; eseri yaratan el, beyin, beden toptan yakılıyordu. Bu da insanlığın en büyük ayıbıdır.
Tarih, yakan elleri lanetlerken, yanan bedenlerin küllerinden doğan "Anka Kuşları"nı yüzyıllar boyunca her yıl çoğaltarak uçuracaktır....
3 Temmuz 2012