Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Mart '11

 
Kategori
Güncel
 

Meraklısına iki bölümde uzun bir 28 Şubat hikayesi (2)

Meraklısına iki bölümde uzun bir 28 Şubat hikayesi (2)
 

-Yani, Amerika, bizim sınırlarımızı aslında tanımıyor.


Şimdi, bir organize muhalefet şeması dedim. Aslında, bu şema, kitabın 75 inci sayfasında daha net görülür. Bu şemayı, İzzettin Paşa çizmişti, sadece bunu çizmekle kalmadı; aynı, zamanda, kimler bu BÇG"nin içerisinde çalışıyor, teker teker isimlerini de yazdı, verdi; ama, ben, isimlerini kitaba geçmeyi doğru bulmadım. 

-Bu BÇG merkezinden, -ki Deniz Kuvvetleri Komutanlığındaydı, sonradan, Genelkurmaydaymış gibi gösterilmeye çalışıldı- bir yandan, Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği diğer yandan derin istihbaratla temas halinde. 

-Rantiyeci medyayla temas halinde. Kartelci sermayeyle, TÜSİAD"la, TOBB"la temas halinde. Sivil örgütlerle, TİSK, Atatürkçü Düşünce Derneği ile temas halinde. Muhalefet partileriyle, yani, Anavatan Partisiyle, Demokratik Sol Partiyle de temas halinde. 

Yani saydıklarımın hepsi BÇG"ye hizmet ediyorlar. Hepsi, BÇG"nin etrafında odaklanmış. 

BÇG denilen bu strateji merkezinin başında Güven Erkaya var. Çünkü, gerçekten, uygulanan stratejilere baktığınız zaman, bunlar, çok iyi düşünülmüş, çok iyi planlanmış stratejiler. Bunların, ancak planlamadan çok iyi anlayan birisi tarafından yapılması mümkün ve Güven Erkaya da Genelkurmay Planlama Dairesinde uzun yıllar çalışmış, NATO"da istihbarat bölümlerinde hizmetler görmüş, strateji eğitimleri görmüş.  

Bütün bu strateji eğitimleri, NATO"da istihbarat bölümlerinde çalışması ve aynı zamanda, strateji uygulamalarının önünde olması, bütün bu olup bitenin başındaki kişinin, yani, 28 Şubat harekâtını sevk ve idare eden kişinin Güven Erkaya olduğunu söylüyor.  

Zaten, vefatından sonra, gazeteciler, yazdıkları köşe yazılarında da, kendisini -ki, onlar daha yakından tanıyorlar- 28 Şubat hareketinin öncüsü olarak ilan ettiler. 

Uygulanan planın etkinliğinde ABD"nin rolü nedir? 

Bizim Mustafa Tahan kardeşimiz, Erbakan Hocaya, Refahyol döneminde, Amerika"da Makovski"nin yazmış olduğu birtakım makaleleri almış getirmiş. 

Bunlar tercüme edildi. 7 tane makale. Bunlardan bir tanesi, 18 Temmuz 1996 sempozyumuyla ilgili. Refahyol Hükümeti olarak 8 Temmuz 1996"da güvenoyu almışız. 

Bizim güvenoyu almamızdan on gün sonra, 18 Temmuz 1996"da, Washington Enstitüsünde, Makovski ve Ian Lesser"ın iştirakiyle bir toplantı düzenleniyor. 

Toplantının konusu, "Erbakan"ın Başbakanlığında Türkiye nereye gider?" 

Bu toplantıda, İyan Lazır söz alıyor, diyor ki: "Türkiye"de, Erbakan"ın Başbakan olması, Amerika"nın da, İsrail"in de aleyhinedir; onun için, en kısa zamanda, Erbakan"ın, hükümetten bertaraf edilmesi lazım." 

Bertaraf edilmesi için, orada iki plan öneriliyor. Planlardan bir tanesi, Erbakan"ı hükümette başarısız kılmak; "İslam"ın Başarısızlaştırılması Projesi" diyorlar buna. Erbakan"ı hükümette nasıl başarısız kılacaklar; para isterse, verilmeyecek; gelmek isterse, hayır denilecek; mütemadiyen istiskal edilecek sadece Amerika tarafından değil, Batı dünyası tarafından da devamlı istiskal edilecek. 

-Para bulamayınca, sıkıntıya düşecek. Oraya başvuracak, kapılar kendisine kapanacak ve böylece, başarısız olacak. Birinci plan bu. 

-Ama, biz böyle diyoruz, böyle hesap ediyoruz; ama, bu plan tutmazsa... İşte, çok enteresandır, bu plan tutmazsa, B planı, ikinci planı düşünüyorlar. 

-İkinci planda diyorlar ki, "Erbakan 70 yaşındadır. Bu partinin içerisinde gençler var. Bu gençleri derleyerek toparlayarak, Erbakan ve etrafındakilere karşı parti içerisinde bir yenilikçi hareket meydana getirilmeli ve bu defa, bu projeyi uygulamak lazım" diyorlar. 

Ancak Fazilet Partisi döneminde açığa çıkan bu yenilikçi-gelenekçi ayırımının planlayıcısının kimler olduğu, işte, bu yazıda, daha 1996 yılının Temmuzunda ortaya atılmış oluyor. 

Burada, 7 tane yazı var; hiçbirinde, Refah Partisi"nin kapatılması diye bir şey geçmiyor; ama, Refah Partisinin başarısız kılınması ve demokratik ortam içerisinde böylece eritilmesi düşünülüyor. 

Onun için, diyebiliriz ki, Amerika, Refah Partisinin kapatılmasını o tarihte düşünmüyordu. 

Çevik Bir"in 20 Şubat 1997 ziyaretinde de, darbe izni almak için yapılan o ziyarette, hayır, darbe olmayacak, sivil bir hareket olacak deniliyor. 

Tabiî, buna da, güvercinler-şahinler çatışmasında, güvercinlerin üstün geldiği, Grossman"ların, Makovski"ye ağır bastığı görülüyor. 

Planda, Refah Partisinin kapatılması var mıydı? 28 Şubat sürecinde, uygulanan stratejiler arasında her ne kadar Refah"ın kapatılması diye bir madde koydum; ama, başlangıçta bu hesapta yoktu. 

Sadece, Refah Partisinin, kamuoyunda itibarının düşürülmesi, kaynaklarının kurutulması şeklinde düşünceler vardı. 

Mesela, 30 Temmuz 1997 tarihinde, Türkiye"nin Amerika"daki sesi mesabesinde olan Talat Halman, bir köşe yazısı yazıyor. O köşe yazısında, Refah Partisi hakkında iki öneri ortaya atıyor. 

-Bir tanesi, bu parti bölünmeli -ki, Makovski"nin ve Ian Lesser"in önerdiği şekilde, bölünmeli- - 

-veyahut yeni benzer partiler kurulmalı ve böylece, bu yeni kurulan partiler ile Refah"ın oy oranı düşürülmeli. 

-İşte, şimdi, Haydar Baş"ın kurduğu Bağımsız Türkiye Partisi gibi 

Refah Partisini bölmek için çok uğraştılar; ama Refah Partisinde bir bölünme olmadı. 

Refah"ın kapatılması konusu, aslında, stratejiyi uygulayanların planında yoktu; ama, Türkiye"de bir savcı Vural Savaş... 

Aralık ayında Yargıtay"da yapılan seçimlerde oy alabilmek için, ben, işbaşına gelirsem, Refah"ı kapatacağım diye bir propaganda estirdi ve bu propaganda neticesinde de, finale kalan 5 adayın içerisinde üçüncü oldu. Vural Savaş seçildi. 

7 Ocakta göreve başlar başlamaz, ilk işi, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına gitti. Bir parti bir kanun teklifi yapsın; çünkü, bu Siyasî Partiler Kanununun 103 üncü maddesi ortada dururken, biz parti kapatmak istersek kapatamıyoruz; hatta, maddenin metnini de yazarak, Meclis Başkanlığına, kanun teklifi taslağı şeklinde verdi; ama, ona itibar eden olmadı. 

Vural Savaş, Refah Partisinin kapatılması için özel çaba gösteren bir çizgiye girdi ve sonunda, 5 Mayıs tarihinde, yine, TÜSİAD işbirliğiyle bir panel düzenlendi İstanbul"da. 

Bu panele Mustafa Kamalak Hoca ile Süleyman Arif Emre ağabeyimiz katıldı. Bu panelde söz alan profesörler içerisinde, şimdiki YÖK Başkanı Erdoğan Teziç diyordu ki: 

-"103 üncü maddenin iptali mümkündür ama iktidarda olan bir parti kapatılmaz." 5 Mayıs tarihinde, icazet alan Vural Savaş, bildiğiniz gibi, 21 Mayıs tarihinde kapatma davasını açtı. 

-Yoksa, 28 Şubatın genel stratejisi içerisinde Refah Partisinin kapatılması yoktu. Amerika Birleşik Devletleri de, Refah Partisinin kapatılmasını değil, Refah Partisi içerisinde -çünkü, yükselen bir parti bu- başka bir kombinasyon düşünüyordu. 

-Nitekim kapatılma kararı açıklandıktan sonra da, yabancı basını incelediğiniz zaman, en sert tepkilerin Amerika"dan ve Batı"dan geldiğini görüyorsunuz. 

-Efendim çok tartışılan bir konu var. O da Erbakan Hoca"nın 28 Şubat kararlarına imza atıp atmadığı meselesi. Erbakan Hoca imza attı mı? Atmadı mı? 

-Efendim, 28 Şubat kararları 18 madde, Erbakan da imzalamış, diyorlar. Biz de diyoruz ki, hayır, 28 Şubat kararları 18 madde değil, 4 maddedir. 

-18 madde nedir? 18 madde, Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği tarafından imzalanmış, gönderilmiş ayrı bir metindir. 

Karara baktığınız zaman ne görüyorsunuz; 4 madde ve altında da imzalar. 

Peki, bir de, 18 madde var. Onun altındaki imza kimin; İlhan Kılıç, Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri. 

-Bunun kısa serencamı şöyle: Millî Güvenlik Kurulu toplantısında, Erbakan Hoca, tek kişi. Biz, koalisyon hükümetini kurarken, koalisyon protokolüne bir madde yazdık; dedik ki, anayasa değişikliği yapılıncaya kadar, Adalet Bakanı"nın da Millî Güvenlik Kurulu"na Cumhurbaşkanı tarafından davet edilmesi sağlanacaktır ki, Hoca, yalnız kalmasın. 

Tabiî, başlangıçta, cezaevi olayları dolayısıyla, üç ay peş peşe yapılan toplantıya bizi de çağırdılar, gittik; ama, ondan sonra çağırmadılar; dolayısıyla, bütün toplantılara Erbakan Hoca tek başına katıldı, 28 Şubattaki toplantıya da. 

-Millî Güvenlik Kurulu toplantılarında ne olur? Toplantı başlar, önce Emniyet Genel Müdürlüğü"nün istihbarat raporu okunur; onun arkasından, Genelkurmayın istihbarat raporu okunur; onun arkasından, MİT"in istihbarat raporu okunur. Üç tane rapor okunur. Ondan sonra da, bu raporlar üzerine görüşmeler başlar ve bu raporlarla ilgili teklifler yapılır, Millî Güvenlik Kurulu kararı haline getirilir. 

O gün, askerler, burada ekte gördüğünüz 18 maddenin Millî Güvenlik Kurulu kararı olması için bir teklifle gelmişler. Zaten Güven Erkaya da, ta ekim ayından beri, ille şeriatı gündem maddesi yapalım, Güvenlik Kurulunda bunu görüşelim diye ısrar ediyor. İtibar edilmedi, edilmedi; ama, 28 Şubat tarihinde gündeme konuldu. 

-Müzakereler başlayınca işte, tehlikeler şu boyutta, bu boyutta, askerlerin tek sözcüsü Güven Erkaya, konuşuyor, konuşuyor, konuşuyor... Diğer komutanlar da konuşuyor. Muhalefet eden yok; Demirel susuyor, DYP"li bakanlar susuyor. Yapılan konuşmalarda itham altında tutulan hep Erbakan Hoca, hükümetin hep Refah kanadı. 

Erbakan Hocamızı tanıyorsunuz, konuşur, ama, en sonunda konuşur. Böyle beş altı saat devam ettikten, bunlar karar haline getirilsin denildikten sonra, Erbakan Hoca, Cumhurbaşkanı"nın önündeki Anayasayı müsaade isteyerek alıyor ve diyor ki: 

"Bakın, arkadaşlar, buraya bir teklif getirdiniz, 18 maddelik. Bu teklifin Anayasa karşısında durumu nedir; önce, bunu düşünmeniz lazım. Bu Anayasanın laiklik prensibi varsa, bu Anayasanın 2. maddesinde çok önemli başka prensipler daha var. Toplumun huzuru, adalet anlayışı, insan haklarına saygı; bunlar da, 2. maddenin fevkalade önemli unsurları. Siz, insan haklarını bir kenara iterek, toplumun huzurunu bir kenara iterek böyle bir kararın bu millete dayatılmasını isteyemezsiniz..." 

Peki, şimdi ne olacak: Bu teklif edilen metni Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri alsın, Millî Güvenlik Kuruluna götürsün, orada hukukçular, hukuk müşavirlerine bunu inceletsin, Anayasaya uygun olanlar ile olmayanlar birbirinden ayrılsın; birbirinden ayrıldıktan sonra getirilsin görüşelim" diyor. 

Tabiî, Cumhurbaşkanı devreye giriyor: 

-"Efendim, Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinin hukuk müşavirleri yok ki, onların bu incelemeyi yapmaları mümkün değil" diyor. 

Erbakan Hoca: "O zaman, tartışmaya -saat gecenin 11"i olmuş- devam edelim" diyor. 

-Demirel: "Hayır efendim, devam edemeyiz, Cumhurbaşkanlığının kapısında bütün canlı yayın arabaları bekliyor, basın karşısında güç duruma düşeriz; o nedenle, başka bir formül..." 

Nedir formül? Bu 18 maddeyi Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri hükümete göndersin, Başbakanlığın hukuk müşavirleri var, incelesinler, hangileri uygulanabilir, hangileri uygulanamaz, bu ayıklamayı hükümet yapsın" diyor ve böylece, toplantı bitiyor. 

Toplantı sonunda hemen, bir Millî Güvenlik Kurulu bildirisi yayınlanıyor. 

Erbakan kurulda yaşanan bu tablo dolayısıyla, demokrasi açısından, gerçekten, endişe duyuyor ve hemen ertesi günü, diğer parti liderlerini ziyaret ederek, buna karşı bir tavır takınmamız lazım geldiği konusunda kendilerine uyarıda bulunuyor; ama bu partiler zaten BÇG"nin içerisindeler. 

Bunlardan ses çıkmıyor. 

Bu ara, MGK Genel Sekreteri İlhan Kılıç, geliyor. Yani, Erbakan Hocaya 18 maddeyi imzalatmaya çalışıyor. Erbakan Hoca, beş gün kararı imzalamıyor. En sonunda, "Bildiri metni neyse, onu imzalarım. Bu 18 maddeyi siz imzalayın, arkadan gönderin, biz inceleriz."diyor. 

İşte imzalandı denilen Millî Güvenlik Kurulu kararı 18 madde değil, 4 maddedir, 4 maddelik Millî Güvenlik Kurulu bildirisinden ibarettir. İşte, imzalar burada. Biz kitabı yazarken, bunun fotokopisini koyamadık. Niye koyamadık? Gizliydi de onun için. 

Şimdi, artık, Millî Güvenlik Kurulu kararlarının gizliliği mizliliği kalmadı. 

Burada, hepinizden ricam, bu 4 üncü maddenin (b) şıkkını dikkatli okumanızdır; çünkü, hani, birisi diyebilir ki, efendim, bu kararın sonunda ek (a)"dan bahsediyor. Ek (a)"dan bahsediyor diyenler için, bu (b) şıkkını okumanız çok önemli. Bakın ne deniliyor: 

-"2945 sayılı Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği Kanununun 8 inci maddesine uygun olarak Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği tarafından ekte belirtilen tedbirler deniliyor. 

Eğer, bu, Millî Güvenlik Kurulu kararı ise, niye bunun altındaki imza, üyelerin imzası değil de genel sekreterin imzası? 

Sözün özü şudur: Bu Millî Güvenlik Kurulu kararının 4 maddeden ibaret olduğu açık seçik ortadadır. Erbakan Hocanın imzası 4 maddenin altındadır. 18 madde ise, bu karara eklenmiştir. 

Ayrı gönderilebilirdi; ama, eklemiş göndermiş; ama, eklerken de (b) şıkkı ilave edilmiş, Genel Sekreterlik tarafından gönderildiği ifade edilmiş ve altındaki imza da genel sekreterin imzası. 

Peki Efendim 28 Şubat harekâtının Türkiye"ye getirisi ve götürüsü ne oldu? 

28 Şubattan sonra ve özellikle Refahyol Hükümetinin istifasından sonra, oh, rejim kurtuldu diye gazetelerde başlıklar atıldı. 

Oktay Ekşi, Zafer Mutlu, Ertuğrul Özkök... Oh, Türkiye kurtuldu!.. 

Yani, 28 Şubat kurtuluş getirmiş Türkiye"ye. 

İki üç gün önce, yine, gazetelerde, 28 Şubat ne getirdi, ne götürdü diye değerlendirme yapılırken ne görüyoruz? 

-"Efendim, bugün, Türkiye"nin Avrupa Birliğiyle ilişkilerinin gelişmesinde 28 Şubatın çok büyük rolü vardır; yani, Avrupa Birliği ile bu gelişmeler bir başarıysa, bu başarıda 28 Şubatın payı vardır; çünkü, bu gelişmeler sayesinde Türkiye"de askeri darbeler artık rafa kalkacaktır, Türkiye"de darbe marbe olmayacaktır" diyorlar. Böyle bir getirisi de olmuş. 

Şimdi biz de 28 Şubat"ın ne getirip, ne götürdüğüne bir bakalım: 

-1997 yılı bütçesini biz denk yapmıştık. Birinci ay, ikinci ay denk gitti; Mayıs 1997"de, 28 Şubattan sonra bütçenin dengesi bozuldu. Erbakan Hoca "Nereden Nereye" diye bir broşür hazırladı Genelkurmay Başkanı"nın da önüne koydu "Bakınız, bir harekât yaptınız, Türkiye ekonomisini ne hale getirdiniz" dedi. Bütçenin dengesi bozuldu; bir. 

-Bizden sonra havuz sistemi kaldırıldı, tekrar ranta dönüldü. 

- İç ve dış borçlanma yeniden hızlandı. 

-Ekonomi çöktü. Daha sonraki senelerde bu çöküş çok daha acı bir şekilde görüldü. 

-Gelir dengeleri alt üst oldu. 

-Refahyol döneminde işçiye verildi, köylüye verildi, memura verildi; ama, ranttan kesildi. Bir dengelemeye doğru gidiliyordu; bu dengeler alt üst oldu. 

Bir gün, İsmail Hakkı Karadayı, Erbakan Hocaya geldi ve şunu söyledi: 

-"Sayın Erbakan, şu kadar yıl önce şu kadar maaş alıyorduk, şu kadar dolar ediyordu, sonra, dolar üzerinden maaşlarımız düştü, düştü, düştü. 

-Size teşekkür ediyoruz, ilk defa sayenizde on yıl önceki dolar üzerinden maaş almaya başladık sayenizde." 

Şimdi, ne oldu? Genelkurmay İkinci Başkanı, geçenlerde, kredi kartları sebebiyle birçok askerin icralık olduğunu açıklayıverdi. Yani, gelir dengeleri alt üst oldu. 

-En önemli götürü, bugün gördüğümüz ahlakî ve manevî çöküş 

-Bunun neticesinde, işte, bugün, ahlakî ve manevî yapı çöktü. 

-Yeniden Büyük Türkiye projeleri rafa kaldırıldı 

Erbakan Hoca, 24 Ocak 1997"de, gazetelerin köşe yazarlarını davet etti ve onlara, Türkiye, artık, şaha kalkıyor, Yeniden Büyük Türkiye olmaya doğru gidecek, 118 milyar dolarlık kalkınma projelerini açıkladı Başbakanlık Konutunda. Ertesi gün, gazetelerin bütün köşe yazarları, Erbakan Hükümetine, Refahyol Hükümetine methiye düzdüler, aleyhte yazanlar bile. 

Mesela, Sabah Gazetesinde Güngör Mengi, hep aleyhimize yazmıştır ama, bu açıklamanın arkasından övgü dolu bir yazı yazdı. 

Necati Doğru, övgü dolu bir yazı yazdı. Bütün köşe yazarları övgü dolu yazılar yazmıştır. Bunlardan biri de, Sabahattin Önkibar"dır; diyordu ki: "Peki, niçin Tansu Çiller zamanında, Mesut Yılmaz zamanında, hatta, Süleyman Demirel zamanında bunlar olmadı da, Erbakan zamanında oluyor?" 

Burada Erbakan"ın başarısını, Refah Partisinin başarısını vurguladı. 25 Ocak 1997 tarihli makalelerin hepsi böyle. Daha sonraları, Yılmaz Hükümeti zamanında, Sabahattin Önbikar, bir köşe yazısı daha yazdı. 

-Yazdığı yazıda diyordu ki: "Refahyol Hükümeti ne yaptı ki?!" Ben de telefonu açtım, selamlaştık; "Sabahattin Bey, gazetede bugün bir yazı çıktı, bu yazı senin mi" dedim; o da "evet, abi, benim" dedi. 

-"Şimdi, ben, sana bir yazı daha okuyacağım" dedim ve tuttum, onun 25 Ocak 1997 tarihinde yazmış olduğu köşe yazısını okudum. Dedim ki, Sabahattin Bey, peki bu kimin yazısı, bunun altında da Sabahattin Önkibar yazıyor, sen hangi Sabahattin Önkibar"sın? o musun, bu musun?! 

Cevabı şuydu: 

-"Ağabey, işte, güne göre bazen böyle yazılar yazmak mecburiyetinde kalıyoruz." 

-Burada açıklamak istediğim husus şu: bir gün sonra, bütün bu köşe yazarları Genelkurmaya davet ediliyor ve kendilerine deniliyor ki: 

-"Siz ne yapıyorsunuz; biz, Refahyol Hükümetinin önünü kesmek için çaba gösteriyoruz; siz ise, Refahyol Hükümetine, âdeta, övgü yağdırıyorsunuz", tehdit ediyorlar ve ondan sonra Refahyol hakkında bir daha böyle olumlu yazılar görmek, maalesef, mümkün olamıyor. 

Tabiî, bu arada, D-8 anlaşmaları da akamete uğradı. Bazı bilim adamları, özellikle uluslararası ilişkiler konusunda ders veren hocalar, üniversitelerde, Refahyol Hükümetinin sona ermesinin sebeplerinden biri olarak bu D-8 anlaşmalarının imzalanmasını gösteriyorlar. Tabiî, bunun da büyük payı var. 

-28 Şubat küreselleşiyor mu? 

11 Eylül 2001"den sonra, Amerika Birleşik Devletlerinde, Bush"un yapmış olduğu açıklamalar, haçlı seferlerini başlatmak için, âdeta, hazırlığa geçilmiş gibi bir mesajdı dünyaya.. 

Bunun üzerine Ruşen Çakır 28 Şubat küreselleşiyor mu diye bir yazı yazmıştı. 

-Tabiî, dünyada, Türkiye"de yapılan bu uygulamanın küreselleştirilmesi hususunda daha öncelikli belgeler de var. 

Bunların bir tanesi 1897 Basel Konferansıdır. Basel"deki Siyonist kongresinde alınan 5 karar... 

Erbakan Hocamız bunu her zaman anlatır. 

-Abdülhamit tahttan indirilecek, Osmanlı İmparatorluğu yıkılacak, 50 nci yılda İsrail devleti kurulacak, yeryüzünde İslam Dininin etkinliği zayıflatılacak 

-zaten projenin içerisinde var bu- ve en geç, 100 üncü yılda büyük İsrail devleti kurulacak. 

Bu siyonist planın içerisinde bu dördüncü madde, Türkiye"de yapılan tahribatın dış güçler tarafından, dünyada gerçekleştirilmesi zaten plana konulmuş. 

-Bir ikinci belge, şu Thema Larousse Ansiklopedisinin ikinci cildinin 431 inci sayfasında. Thema Larousse Ansiklopedisi, 6 ciltlik bir ansiklopedi. İkinci cildinde, jeostrateji bölümü var. Jeostrateji bölümünde,  

-İngiltere"nin jeostratejisi nedir? Büyük oyun; yani, İngiltere, kara Avrupa"sındaki devletlerden, özellikle Almanya ile Fransa"nın birleşip kendisine karşı bir harekât geliştirmesinden çekiniyor; onun için, Fransa ile Almanya"nın arasını daima açık tutmak, İngiltere politikasının hedeflerinden biri. 

-Fransa"nın jeostratejisi, tabiî sınırlar; yani, Fransa, stratejisini öyle geliştirmiş, bu sınırlar içerisinde ben Fransa olarak varım, milletimle yaşıyorum, hani, lafın gelişi, kimse bana karışmasın, ben de kimseye karışmayayım şeklinde özetlenebilir. 

-Almanya"nın jeostratejisi, yaşam alanı; yani, bu nüfus bu toprağa sığmıyor, ne yapıp yapıp, benim genişlemem lazım, ki bu strateji, İkinci Dünya Savaşından önce Almanya"da bir teori olarak gelişmiş ve dolayısıyla, Almanya"nın Polonya"yı işgali, Çekoslovakya"yı işgali, hep bu stratejinin uygulaması cümlesinden olmuştur. 

Şimdi, Amerika Birleşik Devletlerinin jeostratejisine baktığımız zaman, burada ne yazıyor, vaat edilmiş toprak... 

-Erbakan Hocamız yıllardan beri söyler bunu, çokları da der ki, efendim, Erbakan Hocanın buraya bir takıntısı var. Takıntı değil bu; adamlar, projelerini yapmışlar. 

-1897 yılında ABD Başkanı Theodore Roosevelt diyor ki: "Dünyayı Amerikanlaştırmak, bizim temel hedefimizdir." 

Bizim, bugün "küreselleşme", "globalleşme" diye adını işittiğimiz hamleler, daha o zamanlar,  

-"Dünyayı Amerikanlaştırma" diye planlanmış; ama nasıl şimdi 

- "Büyük İsrail projesini", "Büyük Ortadoğu Projesi" diye isim değiştirmek suretiyle tanıtıyorlarsa, bugün de bu politikalara "Küreselleşme" diyorlar.. 

Bir devletin jeostratejisi, o devletin kendi coğrafyasıyla ilgili siyaseti anlamına geliyor. 

Diğer devletlerin jeostratejilerine baktığınız zaman, bunun ne olduğunu görüyoruz. Bizim jeostratejimiz ne? 

-"Yurtta sulh, cihanda sulh". 

-Amerika"nın, coğrafyası, Büyük Okyanus ile Atlas Okyanusu arasında; ama, jeostratejisi, İsrail"le, vaat edilmiş topraklarla alakalı. 

-Amerika Birleşik Devletleri, bugün, Türkiye açısından, Lozan Antlaşmasını tanımamış. 1928"lerde, 1930"larda iki defa kongreye gelmiş, ikisinde de reddedilmiş, o günden bugüne de bir daha gündeme getirmemişler. 

-Yani, Amerika, bizim sınırlarımızı aslında tanımıyor. 

Niçin böyle strateji? Çok kısaca ifade etmeye çalışayım. Deniliyor ki, Amerika"nın kurucuları, Yahudi babalarıdır. 

Büyük devlet olma idealiyle kuruldular. Büyük devlet olabilmek için tarihî zenginlik gerekir. Bunların tarihi yok. 1774"te kurulmuşlar. 200 senede ne tarih olacak? Ama, bizim, 1000 yıllık bir tarihimiz var, daha derine de gidiyor. Avrupa devletlerinin de tarihi var. 

İşte, kara Avrupa"sının bu tarihî zenginliği karşısında, Amerika"nın kendini büyük devlet olarak kabul ettirebilmesi için, mutlaka, Tanrısal bir projeye bağlanması lazımdı; aradı, onu da, arz-ı mevud olarak buldu. 

Bu proje gereğidir ki, Amerika Birleşik Devletleri, özellikle hava kuvvetlerine ve deniz kuvvetlerine, aynen İngiltere gibi, ağırlık verdi; çünkü, stratejisi, büyük İsrail devletinin kurulması ve ona hizmet etmektir. 

O nedenle, şimdi 28 Şubat küreselleşiyor mu diye bir soru karşısında, bu zaten 1897 Basel Kongresinde ve zaten şu ansiklopedide beyan edilen gerçeklerin karşısında bir bir yenilik arzetmiyor. 

İşte, 28 Şubatın hikâyesi özetle böyle. 690 sayfalık bir kitabın özeti, bu kadar kısa zamanda bu kadar anlatılır. 

Resim;Haber7'den alıntıdır. 

Kaynak; Haber5, Selim Akduman`ın Sayın Şevket Kazan ile röportajı 

 
Toplam blog
: 1117
: 1768
Kayıt tarihi
: 29.08.06
 
 

Ticari ilimler akademisindeki öğrenciliğim sırasında, bir kamu iktisâdi kuruluşunda başladığım ça..