Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Mart '16

 
Kategori
Öykü
 

Mercan...

Mercan...
 

Gün ışıdı ışıyacaktı. Alacakaranlıktı ortalık. Hafiften esen Mistrali arkasına alıp açığa yöneldi. Karada hala yanmakta olan sokak lambalarının ışıkları kayboldu arkada. Motorun güçlü pata pataları dalgakıranın taşlarından yansıyıp büyüdü, işitilmez oldu sonra. Sandal denizin üstüne inip dalgalanmakta olan sabah buğusunun içine girdi. Açıktı hava. İlk dördün bir ay batı ufkuna inmiş, Çolpan'a yaklaşmış, kızarıp kalmıştı orada. Giderek uzaklaşan, uzaklaştıkça birbirinden ayrılıp silikleşen dümen suyunun dalgaları, dalgakıranın taşlarında sönerken, görünmez oldu.

Göbeği denizde kesilmişti sanki. Kendisini bildiğinden bu yana denizleydi işi. Geçim kaynağıydı oltacılık Arap Macit'in. Civar suları, derinliklerini, büyük taşlarını, meralarını, yosunluk ve kırmalıklarını, kumluklarını avucunun içi gibi bilirdi. Askerlik hariç hiç ayrılmamıştı kasabadan. Hoş, askerlikte de bahriyeliydi ya... Hangi balık nerede çıkar, hangisi yerli, hangisi gelip geçicidir, hangi yem ve olta takımı kullanmak gerekir bilirdi. Bir deniz ve balık sevdalısıydı. Zamanı, yeri ve sabrı öğrenmişti denizden. Balık avcılığının bir temiz yürekli olma işi olduğunu da...

Sabahın bu erken saatinde düşünüyordu giderken. Ne kadar azalmıştı balık çeşitleri. Neredeyse görünmez olmuştu sinaritler, kılıç balıkları, mercanlar, karagözler, alyanaklar, çaparide salkımsaçak çıkan uskumrular. Bu trolcüler var ya trolcüler, aç gözlü, denizin altını üstüne getirdiler. Bırakmadılar balığa yuvalanacak, yemlenecek mera diye söylendi. Epeyce yol aldı. Barınaktan çıktığında peşine takılan erkenci bir iki martı bırakıp dönmüşlerdi. Güneş Kapıdağ'ın üstünden kurtuldu kurtulacaktı. Doğu ufkundaki bulutların etekleri tutuşmuş, göğün karanlık laciverti duru bir maviye aralanmıştı. Avşa Adası'nın arkasına geldiğinde motoru stoplayıp alargaya bıraktı. Kısa bir süre yavaştan akan sandal kıpırtısız denizde durdu duracaktı. Sallantısızdı... Mercan yakalamaya niyetliydi. Her zaman avlandığı büyük taşın üzerine gelmiş sayılırdı. Başaltından kepçesini çıkardı. İki köstekli sarkıtma olta takımını hazırladı. Livarı açtı yemlik sulinaları çıkardı. Karabiga Yarımadası'nın ucu, adanın sağ yanı ve çakarın kesişmesindeki kerterizini aldı. Yerindeydi...

Ne aynalı balıktır Mercan. Ama zordur avı diye düşündü. İki üç kilo üzerindekilere Fangri derler. Koyu kırmızı sırtından karnının gümüş beyazlığındaki parlaklığına inerken giderek açılan gülkurusu iri, parlak pullarla döşelidir gövdeleri. Başının hemen arkasından kuyruğuna uzanan dikenli tek parça sırt yelesi, iri göğüs ve uzun karın yüzgeçleri, geniş ve kuvvetli kuyruk yüzgeci onu hızla atılan, sert dönüşlerle manevra yapan çevik bir avcı yapmıştır. Küçük ağızlı olmasına rağmen kuvvetli çene yapısı ve sert küçük dişleriyle midyeleri ve kabuklu deniz hayvanlarını kırarak yer. Nazlı ve ürkektir de...

Hava iyiden ışımağa başlamıştı. Uzaktan Erdek Körfezi, adalar, açıklarda Çanakkale açıklığına doğru Marmara iyice görülür olmuştu. Yukarılardan güneşin ilk ışıklarını kanatlarında batıya taşıyan sabah kuşları geçiyordu. Kıçüstüne geçti. Kösteklerin ucundaki kısa saplı çelik iğnelere özenle taze sulinaları taktı. Küpeştenin yanından saldı denize.  Takım kırklık misinayı hızla çekerek en az altmış kulaç indi dibe. Taşa değince az yukarı aldı. Beklemeye başladı sabırla. Misinanın işaret parmağındaki titreşimlerinden oltanın ucundaki balığın ne yaptığını kestirecek kadar ustaydı. Mercan hemen atlamaz yeme, gelir koklar, döner; sonra tekrar gelir dokunur hafiften, bırakır, tutar, yemez hemen sürükler. Bütün bu hareketler iletilir misinadan işaret parmağına. Sonra iyice emin olur yemi yutar ve hızla döner; işte o zaman... Tam bunları düşünüyordu ki misinadaki titreşimi aldı. Hafiften çekti, bıraktı. Balık tuttu, ters dönüp sürüklemeye başladı, asıldı. Macit de asıldı.Tutmuştu. Hareketlerden iki köstekte de balık olduğunu anladı. Çekmeye başladı. Yarı yolda boşladı misina hafifledi. Ama öbür balık duruyordu. Az sonra anca yarım kilo gelen bir Mırmır, livardaki suyu dövüyordu kuyruğuyla.

Tazeledi yemleri bıraktı sarkıtmayı denize. Galiba bugün bize başka ekmek yok diye düşünmeye başlamıştı ki aşağıdaki hareketi algıladı. Doğruldu. Şimdi balık bildiği hareketleri yapıyordu dipte. O da bildiklerini. Çok büyük olmalı diye düşünüyordu ki olanca kuvvetiyle asıldı balık. Parmağının yanmasına rağmen o daha kuvvetlice asıldı. Havalandırdı balığı. Öyle her balık için değiştirmezdi oturma şeklini ama doğruldu, indi teknenin içine. Balık direniyor, yanlayıp kafa vurarak aşağı çekip kurtulmaya çalışıyor, o misinayı hafif boşaltıp sonra hızla çekerek balığı her an biraz daha yukarıya alıyor, gerginlikten misina ıslık çalıyordu. Durgun ve berrak denizde balığı görülür seviyeye kadar yükseltmişti. Balık yanladıkça gümüş parlaklığındaki karnında yükselmekte olan güneşin ışıkları rengarenk kırılmalar yaparak ayna gibi parlıyordu suyun içinde. Su yüzeyinde kuyruk vuruşlarıyla köpükler saçan balığı alışkın bir kepçe vuruşuyla tekneye aldı. Oltayı çıkarıp bıraktı. Sığmazdı livara. Neredeyse dört kiloya yakın bir fangriydi. Balığın güzelliği karşısında dondu kaldı hareketlerini izlerken.

Balık dip tahtalarını iri kuyruk yüzgeciyle dövüyor, yüzgeçlerini açıyor, güneşin altında kızıl ve gümüş parıltılar çıkararak sıçrıyor, yan dönüyor, tekrardan sıçrıyordu. Yoruldu, hareketsiz kaldı. Geldi bir üzüntü çöreklendi içine Macit'in. Balığın galsamaları, ağzı yorgun açılıp kapanırken iri parlak gözlerinden bir deniz geri çekiliyordu. Bir ürperti güzelim renklerini soldurmaya başlamışken içi elvermedi, kucakladı balığı. Ellerinin arsında zor tutarak denize sarkıtıp bekledi. Kısa bir süre açılıp kapandı galsamaları. Sonra göğüs yüzgeçleri kelebeklendi. Bıraktı, yan döndü suda balık. Göğüs yüzgeçlerini hareketlendirip suda yanlamasına düzensiz, küçük daireler çizmeye başladı. Kuyruk yüzgeci hareketlendi. Daha büyük bir daire çizdi, düzenli. Sonra kuyruk yüzgecinin sert bir vuruşuyla hafif yan dönüp, güneşi karnında bir ayna gibi yansıtıp bir ışık seli gibi suları sürükleyerek dipledi. Suyun yüzeyine kırılgan yansıyan renkleri geride bırakarak uzaklaştıkça, rengi kaybolan bir beyaz leke gibi küçüldü; yitti...

"Ulan para, ulan dinine yandığımın parası, ulan kalleş, pis, ulan namuzsuz para" diye var gücüyle bağırdı Macit. İyi bir yüz gibi gülümsüyordu sabah. Döndü...

 

 Akın Yazıcı

17 Mart 2016/İzmit

 

 
Toplam blog
: 190
: 391
Kayıt tarihi
: 07.05.14
 
 

1965 Ankara Üniversitesi Tıp fakültesinden asker hekim olarak mezun oldum. Gülhane Askeri Tıp Aka..