Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Ağustos '17

 
Kategori
Hamilelik Öncesi
 

Merhaba

Merhaba
 

Merhaba,                                                                                                                  21.05.2017
(Bu sefer Tanrı’ya değil, direkt sana…)
 
Bir düşünür müsün? Ama gerçekten odaklanarak, sadece düşünür müsün? En son ne zaman bir şeyi ölesiye çok istemiştin. Yani böyle “Ya lütfen olsun” tarzı değil de gerçekten, çok derinden, sanki yaşama sebebinmiş gibi, gerisi teferruatmış gibi, olmazsa nefes alamazmışsın gibi en son ne zaman hissetmiştin? Belki aşık olduğunda ya da üniversiteyi kazanmadan hemen önce ya da belki de… Belki de bebeğin olmadığında…
 
Benimle aynı hikayeye sahip olmayabilirsin, hatta benim yürüdüğüm yolun kenarından bile geçmemiş olabilirsin ama buraya kadar geldiysen, eminim beni anlarsın…
 
Bir önceki Tanrı için yazdığım mektupta geçtiğim adımları ve oralarda yürürken tam olarak neler hissettiğimi yazmıştım hatırlarsan. Ve hatırlarsan yazının sonunda dördüncü aşılamanın sonucunu bekleyerek birbirimizden ayrılmıştık… Biliyorum iyi haberler bekledin… Ben de… Bu sefer gerçekten oldu zannetmiştim. Bu sefer beni seçti zannetmiştim ama aynı çölde aynı sanrıyı görmekten bir türlü bıkmayan Ebru, bu sefer de yanıldı. Çok fena kandırdım kendimi ve yıkıntım da aynı şiddette oldu. Hatta öyle ki test sonucuna bakarken, negatif değerler olduğu gün gibi açık olmasına rağmen ben, hamileyim ve değerlerim çok yüksek sandım. Dünyanın en aptal anne adayı olabilirim (Değerler 50-100 arasında olmalı. Benim değerim 0,99 ve değerimi 99 zannettim). Eşim bana “Ne yazık ki negatif” cümlesini kurmadan sadece birkaç saniye önce, “Hamileyim değil mi?” dediğimi duyduğuna 100’de 100 emin… 
 
İşte bu kadar, dördüncü aşılama da kocaman bir hayal kırıklığı ile sonlanırken dünya dönmeye devam etti. Dünya yine dönmeye devam etti… 
 
Bir dakika, dünya gerçekten dönmeye devam etti çünkü ben ne olduğunu bile anlamadan kendimi bu sefer de tüp bebek deneme macerasının içinde buldum. İnanın bana neden yaptım, nasıl yaptım hiçbir fikrim yok Deliler gibi korkarken bir anda oluverdi. Sonrasında yumurtalarımı hızlı, kaliteli ve fazla sayıda büyütmek için dozu, bir önceki vurduklarıma oranla, 3 kat arttırılan iğneler, büyüyen yumurtalarım zamansız çatlamasın diye hemen arkasından vurulan diğer iğneler, antibiyotikler, diğer ilaçlar ve jeller izledi. Bitmek bilemeyen bir kâbus gibi sürekli kendime iğneler vurdum ve kendime hormon pompalamaya devam ettim, aman ne güzel… Ama sanırım bu sefer vücudum alışmış, beynim yorulmuş olacak ki ağlama krizleri, göz dolmaları ve benzeri zıkkımlar çok fazla yaşanmadı. Ama bir gerçek vardı ki yıpranmaya ve yaşlanmaya hızla devam ediyordum. 
 
Neticede iğneler bitti ve 17 Mayıs 2017 Çarşamba sabahı sıra yumurta toplama işlemini yapmaya geldi. Hayatımda ilk defa narkoz yedim. Oldum olası acı eşiği düşük birisiydim (aslında tüm bu olaylar başlayana kadar öyle zannediyordum ama sanırım acı eşiğim sandığım kadar düşük değil) ve bu yüzden on binlerce kez bayıldım. Narkoz yemesem de hatırı sayılır derecede deneyimim vardı aslında ama yine de çok merak ediyordum narkozun neye benzediğini. Neyse ki öğrendim; mışıl mışıl bir uyku demekmiş… Galiba küçük doz aldığım için olsa gerek, beni maymuna da çevirmediği için minnettarım. 
 
Narkoz maceram çok komikti çünkü eskiden beri duyduğum bir şey bende de aynı şekilde vuku buldu. “Narkoza nasıl yatarsan öyle uyanırsın” dediklerini duymuştum. Düşünün ki sadece tek bir hakkınız var ve ben bu hakkımı “Nurdan Hemşire nerede?” şeklinde kulandım. Nurdan hemşiremi elbette ki seviyorum (hani şu 4. aşılamada korkudan kolunu epey sıktığım kahraman. Ama durun, sanırım size bundan hiç bahsetmedim) ama onunla uyuyup onunla uyanacağımı kendisi bile tahmin edemezdi. 
 
Her neyse. Operasyon oldukça başarılı geçti. Tam 10 tane yumurta topladılar. Sonra her gün Leman Embriyolog beni aramaya başladı ve gün gün bilgi verdi. Yumurtalarım toplandıktan sonra sadece 7 tanesi kaliteli bulunmuş ki Leman Embriyoloğun söylediğine göre bu sayı fena sayılmazmış. Daha sonra ikinci gün de yine 7 yumurtam hayattaydı. 18 Mayıs Perşembe sabahı hala 7 yumurtam aynı kalitede savaşmaya devam ediyordu. 19 Mayıs Cuma sabahı da… 20 Mayıs Cumartesi sabahı embriyoloğumdan farklı bir cümle duydum: “7 yumurtanın 4’ü, diğer 3’ünün biraz daha önüne geçti”. Bu da demektir ki seçim yaparken çok da zorlanmayacağız. 
 
Bugün 21 Mayıs Pazar ve yumurtalarım hakkında beni hiç kimse aramayacak, çünkü bugün tatil. Korkmayın hemen… Yarın sabah, yani, 22 Mayıs 2017 Pazartesi sabahı saat 11:00’de transferim gerçekleşecek. Ama öncesinde hayatta kalabilen embriyo sayıma ve kalitelerine göre kaç tane yerleştireceğimize karar vereceğiz. Bir ya da iki tane… Her iki tane yerleştirilen elbette ki ikiz doğuramıyor… Bizim amacımız sadece şansı arttırmak. 
 
Bu sefer eskisi gibi canlı, heyecanlı ya da yoğun duygulu değilim. Bu sefer bezmiş, yorulmuş ve çok sıkılmış bir kadınım. Aslında, “bir an evvel bitsin bu zımbırtı” diye geçiyor sürekli aklımdan ve askerlik gibi sürekli geriye doğru sayıyorum…
 
04.06.2017
 
22 Mayıs 2017 Pazartesi Sabahı…
O sabah kalktığımda gerginliğime diyecek yoktu. Ofise geldik, biraz oturduk ve hastaneye doğru yola çıktık. Gonca da bizimle gelmek istediğini söyleyince yoldan onu da aldık. Tesadüfen o gün Gonca’nın bana aldığı çantayı kullanmıştım. Şimdi çok saçma bir ayrıntı gelecek ama spontane gelişti her şey ve Gonca sanırım, çantasıyla birlikte, bana uğurlu geldi…
 
Hastaneye ulaştık ve sonra Leman Embriyolog gelip, sadece 3 yumurtamın kaldığını bunlardan birisinin zaten kötü olduğunu ve eğer dilersem diğer ikisinin transferini gerçekleştirmek istediklerini söyledi ve biz de kabul ettik. 
 
Ve sonunda o ameliyathane gibi odanın içindeydim… O anda korkudan bir anda espriler yapmaya başladım… İçime komiklik girmişti sanki, anlamadığım bir komiklik… Bu sefer Müfide Hemşire yanımdaydı. Minyon, çıtı pıtı ve çok tatlı bir hemşire… Onun da kolunu hatırı sayılır derecede sıkmış olabilirim. Korkularımı yenmek için sürekli kendime “Korkanın çocuğu olmaz” deyip durdum hatta canımın acıdığı bir anda bunu doktorumla da paylaştım, sanırım baya hoşuna gitti… 
 
Doktorumun adını söylemiş miydim daha önce hatırlamıyorum, ismi Mehmet Öztürkmen… Muhteşem bir adam… İyi anlaşacağın bir doktor bulmak gerçekten çok zor... Ama tek iyi yanı elbette ki bu değil, aynı zamanda inanılmaz bir havası var. Şöyle ki, sanki dünyanın en iyisi ama bunu asla çaktırmak istemiyor gibi. Ya da sanki bu konuda her şeyi çok iyi biliyor ama bunu asla dillendirmiyor gibi. Kendisine ne kadar güvendiği belli ama kendisini öven en ufak bir cümlesini dahi duymadım. Sanki çok önemli bir operasyondaki CIA ajanı ama kimse bilmemeli gibi… Daha fazla abartayım mı?
 
Her neyse o gün de bitti. Bir hafta boyunca evde yattım ve sıkıntıdan çatladım. Daha doğrusu ilk zamanlar çatladım ama sonra alıştım. İnsanoğlu işte… Daha önceki aşılamalarda hep içimde bir şeyler olduğunu düşünerek davranmıştım. Hep dikkatli ve duygusal… Anne oldum gözüyle bakmıştım hep ama bu sefer nedense hiç içimden gelmedi. Hatta işlemi unutup birkaç kez yukarılara uzanıp tabak çanak aldığım bile oldu. Bu süreç de hep iğnelerle ve ilaçlarla geçti. Bol bol Netflix dizisi izledim ve kitap okudum. Aslında çok çaresiz hissetmiyordum kendimi. Evet, üzgündüm ama çaresiz değildim çünkü olmayacağını kabullendim. Bir daha o kadar yıkılmak, derinlere dalmak, mahvolmak istemiyordum. Bu dönemde baya içime kapandım fark etmeden. En yakın arkadaşlarım bunu bana sıkça hatırlattı. Haftada birkaç kere uzun telefon konuşmaları yaptığım kuzenimle bile hiç konuşmadım. Sadece yalnız kalmak istedim. Eğer birilerinin yanında olursam anne olamadığımı onların gözlerinden okuyacaktım sanki. Bu olay hiç olmamış, sanki hiç tüp bebek tedavisi görmemişim gibi davrandım. Her gün iğne vurduğumda ağladım. Bazen gözyaşlarım dışıma akıyordu bazen içime ama her seferinde ağladım. Canım acıdığı için değil… Bedenim bana çocuk veremediği için onu cezalandırıyordum sanki ama bir yandan da kıyamıyordum. Olmayan bebeğim, benim göbeğimin ve kalçamın delik deşik olmasından çok daha önemliydi. Ama ya bedenimi fazla zorluyorsam ya da ruhumu… Onları da düşünüyordum tabi. Kalçamdan yediğim iğneler baya ağır olduğu için her vurulduğumda beni mahvediyordu. İki günde bir aynı sızının içinde yok oluyordum. Ne diziler bitirdim bilemezsiniz… Aslında çok da eğlendim. Hamile olmak istediğimi ve tüp bebek transferi yüzünden böyle yattığımı unutacak kadar eğlendim. Hatta öyle ki zaman zaman unutup yapmamam gereken hareketleri yaptığım bile oldu. Olmayacağına o kadar emindim ki, ne yaptığım umurumda bile değildim. 
 
Her neyse sonraki bir hafta işe gitmeye başladım. Ve sonunda Haziran 3 oldu. 3 Haziran 2017, Cumartesi gününe denk geldi. Sabah Fırat’la önce kan verdik. Sonra ofise dönmedik ve Leman’da güzel bir tost yemeye karar verdik. Arabayla uzun uzun dolaşa dolaşa giderken içimde kocaman bir boşluk olduğunu çok iyi hatırlıyorum. Birazdan alacağım kötü haberin etkisinden çabuk çıkabilmem için güç toplamaya çalışıyordum. Kendi kendimi rehabilite etmeye çalışıyordum. Tostumuzu yedikten sonra hızla arabaya doğru giderken sisteme girdim ve karşılaşacağım sonucu öyle iyi biliyordum ki 0,99 gibi bir şey… Daha ben fark etmeden sistemin içine girmiştim bile. Gördüğüm sonuç gerçek olamayacak kadar hayaldi. 398.02… Birinin kolesterol sonucuyla karışmış olma ihtimali çok yüksekti. Telefonu Fırat’a gösterdim ve “Bu sonuç gerçek olamaz değil mi?” diye sordum. O kadar emindim ki yanlış gördüğüme… Fırat, “Doktora sor” dedi. Doktora mesajla sonucu attım. Yaklaşık 15 saniye içinde dönmeyince arayarak sordum. Sonucun gerçek olduğunu, hamile olduğumu ve hemen oraya gelmemizi istediğini söylediğini hatırlıyorum, hayal meyal… Sonra telefonu kapatırken öyle çok ağlamaya başladım ki, sanırım tüm hayatım boyunca hiç o kadar çok ve içten ağlamamıştım. Bir insan sevinçten en fazla ne kadar ağlayabilir ki? Ben ağlarken ölebilirdim. Hemen annemleri, en yakın arkadaşlarımı aradım ama sanırım ağlamaktan konuşamadım. Hatta annem (kayınvalidem) ilk önce sonucun negatif olduğunu düşündüğü için beni teselli etmek istedi ama sonra zar zor konuşarak ona sonucun pozitif olduğunu söyledim. Herkeste bir şenlik havası… 
 
Tüm gün ağladım. Öyle çok ağladım ki… Sanki birisi ölmüş gibi ağladım, sanki birisini daha yeni toprağa vermiş gibi… Ben değilmişim gibi ağladım… Yüzyıllardır hiç ağlamamışım gibi… Sanki birisi gelip içimi boşaltmış gibiydi. Tüm organlarım bedenimin içinden kopup ayrılmıştı. Sadece kemiklerim ve derim kalmıştı geriye. İçimde öyle bir his vardı ki, asla tarif edemeyecek kadar kafam dışındaydı çemberin… Bir anda köprünün öteki tarafına atlamıştım sanki, o hızla akan dereyi sonunda yüzerek geçmiştim. Köprünün üzerinden geçenler geçtikten sonra köprü bir kasırgada yıkılmıştı. Sonra bazıları yüzerek geçmeyi başarmıştı ama ben hala köprünün bu tarafında kalmıştım. Ama şimdi ben de yüzerek geçmiştim köprünün öbür tarafına. Birkaç kere ölmüştüm sanırım geçmeye çalışırken. Ellerimi ayaklarımı kesmiştim, ciğerlerim parçalanmıştı, kaşımı gözümü yarmıştım defalarca sanki… Ama sonunda geçmiştim. Ellerim havada, dua ettim tüm gece Tanrı’ya… Sadece ona, onu ne kadar sevdiğimi söyledim, bol bol teşekkür ettim ve bundan sonra ne yapacağımı sordum. Onun karnımdan kopup yine beni boşlukta bırakmaması için ne yapmam lazımdı? Birkaç kere Fırat’la gece uyandık ve karnımdakiyle konuştuk. Ellerimiz göbeğimin üzerinde ona onu ne kadar sevdiğimizi anlatıp durduk. Gözlerimiz doldu, ağladım belki bilemiyorum. 
 
Sabah olduğunda, artık hiçbir şey eskisi gibi değildi… Bu sabah her şey çok daha güzeldi…           
 
 
Toplam blog
: 57
: 877
Kayıt tarihi
: 24.10.10
 
 

1985 doğumluyum ve geçmişte yaptığım işlerle ilgili her bilgiyi önceki adımlarda sizlerle paylaşt..