Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

kevser şekercioğlu akın

http://blog.milliyet.com.tr/kevser

31 Mayıs '07

 
Kategori
Aile
 

Mert Ali olsun adı

Mert Ali olsun adı
 

Yürüyorum hızlı hızlı, bir çift el sıkıyor da sıkıyor yüreğimi. Gözlerim ağlamaklı ama tutuyorum kendimi. Kızarmamalı ki anlamasın hiçbir şeyi. Dikili’ de yazlığın terasında okey oynuyoruz komik paralara, markalarımız fasulyeden. Karşımda okey eşim olan adamın kaşı gözü hiç durmadan oynuyor. Kaş - göz dilini bilmediğim için arada kıyamet koparıyor “İşaret edip duruyorum, nasıl bitersin, manyak mısın, okeye bitiyorum bu el” diye. Çay fincanımı kadehmiş gibi kaldırıyorum ona doğru, iki gerdan kıvırmadan sonra başlıyor gülmeye.

Balık tutmadan, bahçe düzenlemesine, boya-badanadan, araba tamirine kadar bilmediği bir şey yok, o kadar becerikli elleri. Aynı ustalıkla hiç kimse anlamadan taş çalıyor okeyde ve marka yürütüyor karşı tarafın kasesinden. Teyzemin kocasının yenilip de markaları azaldıkça (her iki sebepten) Yamuk Ali diye değiştirdi adını. Her oyuna başlarken “Bana bak Yamuk Ali taş çalarsan oynaman yeminle” diyor ama vazgeçemiyor ondan.

Istakalarımızı birbirimize vurup, popolarımıza sürüp öyle oturuyoruz masaya, sinir olsunlar diye. Karşı taraftakiler doğru oynayın diyerek söyleniyorlar, biz gülüyoruz sinir olan hallerine. Şifreli şarkılarla bir türlü anlaşamamalar tarafımdan. Benden bu el hayır yok diyorum. Benden de hayır yok ıstakayı dikine de sürsem faydasız, kurtar kendini diyor. Diğerleri zor katlanıyorlar bizim anlaşılmaz konuşmalarımıza ama gülüyorlar yinede.

Sigara içtiğim dönemlerde “Ver bir naneli sigara” diyerek peşimde dolanıyor. Bende de bir paket sigaranı mı gördüm kaybol şuradan diye terslemeler. Öyle becerikli ki ne yapıp ne edip alıyor paketimden, biri dudağında yanar vaziyette biri kulağının arkasında giderken gülümsemeler. Başka bir zaman gidiyorum yanına, geçen gün o kadar el salladım göremedin beni, arabayla geçip gittin yanımdan diyorum. Görmemişimdir diyor. Karısı “Hayret kadınlara karşı radar gibisindir nasıl görmedin hasta mısın yoksa adamcağızım” diye soruyor merakla.

Biz çocukken bazı akşamlar bize cinli-perili, kanlı-cinayetli hikayeler anlatırdı sanki kendi yaşamış gibi. Korkudan birbirimize sarılırdık ablamla birlikte. Korktukça daha da abartırdı hikayeyi. Ne garip korkudan ölürdük ama her seferinde anlat diye tutturmalar, bayılırdık onun o saçma yalandan yaşanmışlıklarına.

Ağlamaya başlıyorum yol ortasında. Yol kıyısındaki duvarın üzerine oturup biraz sakinleşmek istiyorum. Kafamı kaldırıyorum eriklerle dolu dallar. Başka zaman olsa koparırdım sormadan bir avuç göz hakkı diye. Göz-söz hakkı yok bugün, enerjim de. Son söz her zaman ki gibi kaderin ağzından çıkıyor. Bir saat olmadı, annem yüksek sesle ağlayarak aradı “Dayının pankreasında ve karaciğerinde hastalık varmış” diyerek. İşleri bırakıp çıkıyorum sokağa. Telefon açıyorum “yürüyordum evdeyseniz kahve içelim mi?” diye. Yengemin sesi hemen gel diyor her zaman ki sıcaklığıyla. Ne gönlü geniş ne güzel yürekli bir kadındır. Nişanları bile bir garipti. Dayım askerden “Ya hemen İlkay’a nişan takarsınız ya da askerden kaçarım tehditleriyle” tek başına takıldı nişan yüzüğü kadıncağızın parmağına. Evleri her vakit kalabalık, neşeli, kapısı açık. Hayır sadece dayımdan kaynaklanmıyor, bu evdeki kadının sıcaklığından da kaynaklanan bir durum. O bizi hiç yadırgamadan ailesinden kabul etti biz de onu.

Yabancılar görebilirler ağladığımı onlardan sakınmıyorum gözyaşlarımı nedense. Bir daha nerede görecekler, en fazla “kadının biri yolda oturmuş ağlıyordu” derler, o kadarla kalır benimle ilgili merak ve düşünceleri. Didikleme yok, meraklı gözler ve sorulardan uzak. Haberim yokmuş gibi davranıyorum, renkleri soluk ve cansız görünüyor ikisinin de. Size kahve yapayım öyle oturur konuşuruz diyorum. Ben kötüyüm galiba diyor kahvelerimizi içerken. Kes, böyle konuşma, kötüye bir şey olmaz diyorum. Konuşmalarını dinliyorum içim yanarak.

Alternatif tıp içeceklerine de başlayacaklar en kısa sürede. Henüz 52 yaşında. Çok eskiden, çocukken ‘insanlar otuzlarına geldiler mi ölsünler, o yaştan sonra yaşamanın anlamı ne?” diye merak ederdim, anne-babamın yaşlarının kaç olduğunu hiç düşünmeden. Öyle uzak, öyle ulaşılmaz, öyle kocaman gelirdi otuz yaş. Sevginin yaşı olmuyor yaşarken. Şimdi öyle genç, öyle güzel bir yaş olduğunu biliyorum da, bilmemin hiçbir faydası olmuyor maalesef.

Dalaşıp duruyorum şakalarla karışık, daha dur, birini bulursam benim yüzüklerimi de sen takacaksın diyorum. 2 Aralık da söz yapılacağı akşam ondan istettirdim kızımı kendi erkek kardeşimle birlikte baba vekili diye, öyle canlı neşeli, öyle abuk konuşmalarla güldürmüştü ki bizi. Hayat bu kadar mı anlamsız ve ifadesiz yoksa. Karışır benim kafam böyle durumlarda, ne zaman derli toplu oldu ki acaba?

Yengem mutfakta tuttuğu nefesini bırakıyor. Ona bir şey olmasın, dayanamam diyor derin bir acıyla. Yenge, biliyor musun bu yaşadığın da çok güzel bir şans, bir kadının kocasına bir şey olmasın diye endişe duyması ne güzel bir şey diyorum. Ben kurban kesmiştim kurtulduğumda. Gözlerim hangisine doluyor bilemiyorum. Dönüş yolunda ağlayarak yürüyorum evime. Duaların hangisi ya da hangi şekli kabul edilir kurtulsun diye acaba? Annemler aile grubu kurarak 500 Yasin okumaya başladılar bile şifa niyetleriyle.

Sonraki akşam ev kalabalık. Büyük oğlunun oğlu olacak, bebek henüz annesinin karnında. Mert Ali olsun adı diyor dayım, herkes çok beğeniyor bu ismi. Niye Mert Ali olsun illa Ali olacaksa Yamuk Ali olsun madem diyorum, başlıyorlar gülmeye. Küçük gelinimizin karnını seviyoruz bebeğin ismini söyleyerek. Ben Yamuk Ali diye seviyorum ama.

Dualarımın tümü dayımla birlikte hasta ve ihtiyacı olanlara, acil şifalar diliyorum hiç kimse acı duymasın diye.

 
Toplam blog
: 374
: 869
Kayıt tarihi
: 15.01.07
 
 

1965 Akçakoca doğumluyum. Evli ve dört kız annesiyim, küçük bir kızın  anneannesiyim. A.Ü. Halkla..