Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Mayıs '07

 
Kategori
Yemek - Mutfak
 

Meşe közünde sabahlayan testideki kaz yahnisinin işveleri

Allah gani, gani rahmet eylesin. Hatıralarımda unutulmaz izler bırakmış olan büyükbabamın bir vakitler yaşadığı Manyas Kuş cennetine takriben yirmi, yirmi beş kilometre uzaklıkta ki Erecek Köyü’ne giderek orada üç beş gün geçirmek, şimdilerde özlemle andığım mutluluk dolu günlerdendir.

Üzeri çoğunlukla sanırım buğday demetleriyle örtülmüş kerpiç evlerde, kandil ışığıyla aydınlatılmış bir odada, ocakta kocaman meşe odunlarının gürültüyle yanarken çıkardıkları sesleri dinleyerek uyunan bir gece için şimdilerde neler, neler vermezdim ki. Aradan otuz yıl geçse de dün gibi hatırlanan günlerdi o zaman dilimleri.

Büyük babam ilerleyen yaşına rağmen dağdan eşeğiyle keserek getirdiği odunları, balta ile kesip, keçileri için yapılan barınağın sahanlığına bunları istifledikten sonra, damdaki hayvanların bakımını yapar ve “ setresini ” alarak köy kahvesine gider. Orada yaşça akranı sayılmasa da diğerlerine göre daha yaşlı olan arkadaşlarıyla bizim çocukluk aklıyla muzip bulduğumuz ve izlerken gülümsememize neden olacak bir şekilde; bir birlerine iyice sokularak, söylenenleri duyabilmek için neredeyse kulağını diğerinin ağzına sokacak kadar eğilerek konuşurlardı aralarında. Gece, ellerinde içine kandilin konulduğu fenerle güç bela eve döner ve ocak başında kendisi için hazırlanmış pöstekiye kurularak bize çoğunlukla gençlik günlerine ait hatıralarını anlatırdı. Şehre geldiğinde onun huzursuz olduğunu ve fazla oyalanmadan işini bitirir bitirmez köye döndüğünü hatırlarım. Beton binaların kendisini rahatsız ettiğini söylerdi. Daha o günlerde bile fabrikasyon sayılabilecek gıdalar tüketmezdi. “Tadı saman gibi oğlum, nesini seviyorsunuz bunların derdi.” Ve devam ederdi; “ Bu yiyecekler yüzünden etraf genç yaşlılarla dolmuş baksanıza bir. Bunlar bizim yaşımıza gelseler ne yaparlar bilemiyorum.” Bu sözlerin anlamını bugün daha iyi biliyorum artık.

O ocak başında bize bir gün şunu anlatmıştı ; “ Oğlum bak, lezzetli bir kaz yahnisi için biz eskiden birkaç kazı diğerlerinden ayırır, kümese çekerdik. Onları orada kırk gün kadar çeşit, çeşit bakliyatın ununu çekerek hazırladığımız lapayla besler ve semirtirdik. Ama bu havaların soğuk olduğu kış günlerinde yapılmalı aksi halde hayvanın eti kokar. Sonra hayvanın yağını üzerinden kazır ve alırdık. Ocakta ağır ateşte ve hatta sadece meşe közünün bulunduğu küllerin arasına bıraktığımız destinin içine büyük bir parça et ve Manyas gölünün oradaki Hamamlı Köyünden getirttiğimiz kuru fasulyeleri koyardık. Ayrıca kabuğu soyulmuş soğanları doğramadan bütün, bütün bu karışımın içine koyar sonrada destinin ağzını kapatırdık. Akşama kadar, köz içinde pişecek olan bu lezzetli yemeği beklerken ninen de bu arada bahçede ki fırında köy ekmeği pişirir, bazlamalar yapardı. Ekşi macunla maşrapaları doldurur, sonrada afiyetle yerdik yemeğimizi. O vakitler baban da…” diyerek uzar giderdi ocak başı sohbetleri.

Vefat ettiğinde yaşı doksanı geçkin ve vücudu gayette zindeydi. Bugün hormonlarıyla oynanmış ya da adını bile telaffuz etmekte zorlandığımız kimyasal içerikli katkı maddeleriyle yetiştirilen veya meyvesini yedikten sonra tohumunu alamadığımız ürünleri görse idi gözlerine inanabilir miydi acaba? İçinde kurt ve böceklerin bile mesken tutamadığı bu meyveleri değil tüketmek evinin bahçesine bile atar mıydı acaba diye sormaktan alamıyorum kendimi.

 
Toplam blog
: 177
: 1268
Kayıt tarihi
: 09.03.07
 
 

1965 Almanya doğumluyum. Atatürk üniversitesi İlahiyat fakültesi mezunu olup, öğretmen olarak çalışm..