- Kategori
- Anılar
Meşe kütüğü (2)
O zamanlar köyde elektrik ve su yoktu. İnsanlar köy meydanındaki çeşmelerden ellerindeki koca bakır bakraçlarla su alırlardı. Tabiî ki sıraya girip, koyu sohbetler yaparak. Bakracını dolduran evine dönerdi. İbrik sularıyla ellerimizi yıkar sonra akşam yemeği yerdik. Yemekten sonra büyükler köy kahvehanesine, geri kalanlar ise misafirliğe giderlerdi. Sonbaharda ağaçların yaprakları dökülmeye başladığında büyükbabamla beraber oduna giderdik, tabiî ki yanımıza biraz azık ve karakaçanımız, sevimli eşeğimizi almayı unutmadan. Nerede kuru ağaç bulsak keserdik.
Baltayla odun kesmesi çok zor oluyordu. Şimdilerde makinelerle hemen kesiliveren odunlar, o günlerde baltayla kesilirdi. Kışın kestiğimiz meşe ağaçlarını maşınga da yakar ve ısınırdık. Kar o zamanlar bir buçuk metre kadar tutardı. Ocakta yanan meşe odunları dızz, dızz diye ses çıkarıyor ve yanan yerden ağacın suyu çıkıyor. Gece karanlığında ben bunlara bakarken hayallere dalar giderdim. Dede, senin sigortan yok mu diye sorduğum zaman oğlum benim sigortam tarlalar, ben çalıştıkça hastalanmam, bülbül sesleri insanın içine ferahlık veriyor, ben bu yaşıma kadar hiç doktor yüzü görmedim derdi. Bir de köylü milletin efendisi derdi. Dedem doksan yaşına geldiğinde köyde vefat etti. Cenazesi çok kalabalık, çevre köylerden, şehirden geleni çok oldu. İnsanları çok sever, elinden gelen yardımı yapardı. Allah nur içinde yatırsın. Temiz hava, bol gıda insanın ömrünü arttırıyor, stresi yok ediyor. İnsan yaşadığının farkına varıyor. Köyde kaldığım zamanlarda sabahları zinde kalkıyordum.