Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Kasım '09

 
Kategori
Deneme
 

Metrobüs

Metrobüs
 

trafik, metrobüs, Istanbul

E-5 karayoluna ‘bodoslama’ çıkmaya kalkınca, şoförün hakimiyetini kaybetmesi sonucu yanyatan metrobüs yüzünden büyük bir facianın eşiğinden dönülmüş. Bir haber bu.

Aynı kaza ile ilgili diğer haber; metrobüsün lastiği patlamış, şoför hakimiyeti zor sağlamış, devrilerek durabilmiş.
Diğer bir habere göre; yarış yapan iki arabaya çarpmamak için oraya, buraya çarparak zar-zor devrilerek durmuş.

İstanbul’da, Zincirlikuyu- Avcılar arasında yolcu taşıyan Metrobüs kaza yaptı ve yine “Allah korudu!” Şükürler olsun ki ölen yok. Anlamamız gereken bu. Kaza olmuş, sebep net değil. Ayrıntısı, trafik polisini ilgilendirir.

Metrobüs şoförlerinin, İstanbul’daki en mutlu şoförler olduğunu düşünüyorum.
İstanbul’un, konuşup konuşup bir çözüm bulunamayan çilesinden biri de, trafik.
Bir şeyler yapılmaya çalışılıyor ama her şey, her zamanki gibi yetersiz ve altyapısız. Oleyyy “ilk biz yaptık” telaşı ile yapılıyor.

Geliştik gelişmesine de, kafalarımız bir türlü gelişmiyor. İşin acı yanı bu.

Bre metrobüs şoförü daha ne istiyorsun? Cumhurbaşkanı bile bu lükse sahip değil.Bas gaza hop İstanbul’un taa öbür ucundasın. Direksiyona oturduğundan beri, kaza üstüne kaza haberleri geliyor. Suç kimde bilmiyorum ama ortada bir sorun var, belli.

Metrobüs yolunu merak edip, hiç işim olmadığı halde üşenmeyip, Mecidiyeköy’den Avcılar’a kadar gittim.
İlk bakışta gözüme çarpanlar: bir defa köprüler inanılmaz zahmetli ve görsel bir kirlilik yaratmış. Mimareye çıkıyor gibi hissediyor insan kendini, labirent gibi, döne döne tırmanmak gerekiyor. Yolu da daraltmış.

Bana sorsalar hepsini söker atarım. Metrobüsün geliş saatine göre ayarlanacak asansörlerle; duraklara insanları 50-60 kişi olarak çıkarırım. Olur biter. Ayrıntılarını mühendislerimiz düşünsün. Asla imkansız değil. Neler neler yapılıyor artık.

Nedir o öyle? Şeytan azapta gerek uygulamalar. Kaşıkla verip, sapıyla çıkarırcasına eziyetler. Hoş, insanlar yıllarca çektikleri çilelerden sonra buna bile şükür ediyor ya...orası başka.

Ama dünyayı yeniden keşfetmetye gerek yok ki. Gelişmiş ülkeleri örnek alsak, hazıra konsak olmaz mı?

Büyükşehir Belediye Başkanlarımız, ‘üstgeçit takıntılı’ mıdır, nedir? Ankara’yı da çirkinleştirip, demir yığını haline getirdiler. Başkentimiz, kasaba gibi. Özellikle kışın, o, buz tutmuş metal merdivenler tam bir tuzak.

Hani illâ olacaksa, hiç değilse ayaklarını, bir heykeltraşımız tasarlasa diyorum. Şöyle birilerinin “içine tükürmeyeceği” cinsten.

Neler olmaz... Ama dedim ya beynimiz gelişmiyor bizim. Fakirlikten, yokluktan değil. Telaş telaş seçime yetiştirme derdinden, plansız, proğramsız, görüş alınmadan, tartışmadan. Ben yaptım oldu mantığı ile, yalapşap dayatmalara hizmet diyorlar.

Metrobüs şoförlerini ve yolcularını ayrıcalıklı buluyorum. Ne oldum delisi olabilirler. Cıstak cıstak! müziği sonuna kadar açsa yeridir. Bas gaza, hem de İstanbul’da. Senden mutlusu var mı?.. Millet adım adım ‘la havle’ çekerken, nispet yapar gibi gidiyor. Yolcu olarak, sağdaki soldaki arabalara da, ‘senin araban varsa bizim metrobüsümüz var’ desek yeridir. Şoför de, yolcu da ayrıcalıklı. Ama asla güvenli ve huzurlu olmadığının altını çizmek lazım.

Otobüslere gelince; soldan gidip, sağdaki durağa -cüssesini unutarak- direksiyon kıran şoförlerimiz yüzünden, vatandaş, es kaza çarpmaya görsün; “Vay sen misin seferden alıkoyan!” diye cezaların en ağırı kesiliyor. Öyle ya, devletin kendi kendine ceza kesecek hâli yok ya. Vur abalıya.

Metro hattı olmasına rağmen; belediye belediyeye rakip sanki. Hizmet değil kâr derdinden, bir de otobüs koyuluyor. Halk otobüslerinin birbiri ile, yolcu kapma yarışına giren şoförlerimizin saçtığı dehşet cabası.
Buna ne denir bilemiyorum; cahillik mi, çıkarcılık mı, vurdum duymazlık mı?..Siz yakıştırın.

Yok yok biz adam olmayız. Her şeyi Allah’tan bilip, Allah’a emanet yaşayıp gidiyoruz. Yüreğimizin ağzımızda ne işi var? diyen yok..

Yeri gelmişken bir fıkra ile olumsuz havayı dağıtayım.

“Maho ağa, dağ-bayır gezerken bastığı yere dikkat etmez ve uçurumdan yuvarlanmaya başlar.
Çizgi filmlerdeki gibi, uçurumun yarısında bir ağaç parçasına can havliyle tutunur.
Kendine gelince var gücü ile seslenir;
- Ula yoharida kimsa yoh miiiii?
Sadece sesi yankılanmaktadır. Aradan biraz zaman geçer.
Bir gayret daha;
-Ula yoharida kimsa yoh miiiii?
Hiç ses soluk yoktur. Epey zaman geçer.
Hava kararmaya, tutunduğu dal çatırdamaya başlamıştır. Zaten kolunda da derman kalmamıştır.
Son bir gayretle ve bağırmaktan kısılmış olan sesi ile;
-Ula, ula yoharida kimsa yoh miiii?
Derken, nereden geldiği belli olmayan, bir ses duyar;
-Ben varım!...
Gözleri parlamış ve azıcık can gelmiştir Maho ağaya;
-Ula sen kimsın?
-Ben seni yaratan Allah’ım.
-Bana bir çare Allah’ım, ne olur.
Allah;
-Saatlerdir orada sabırla ve isyân etmeden bekledin ey kulum. Bu sabrının mükafatı olarak senin bütün günahlarını affettim. Bırak elini ve gel cennetime!

Maho ağa azıcık düşünür;
-Ula başka kimsa yoh miiiiiii?
Saime Eren

 
Toplam blog
: 61
: 771
Kayıt tarihi
: 18.09.08
 
 

Dünyanın en güzel şehri olan İstanbul' da yaşıyorum. Emekliyim. Güncel olayları yorumlamanın yanı..