Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Temmuz '18

 
Kategori
Tarih
 

Mevlâna ve Şemsi Tebrizi'ye Çağımızda Atılan İftiralara Cevap

Mevlâna ve Şemsi Tebrizi'ye Çağımızda Atılan İftiralara Cevap
 

Şemsi Tebrizi aleyhindeki faaliyetler sadece onu Mevlâna’dan kıskananlardan kaynaklanmıyordu. Gerçi hazret aleyhindeki önemli bir grubu “Tebriz’den bir derviş geldi; Mevlânamızı bizden çekip aldı” diyenler oluşturuyordu ama asıl hınçlı ve tehlikeli olanlar bir fikri sabit halinde onun Mevlâna’yı dönüştürmeye çalışan bir Moğol casusu olduğunu iddia edenlerdi. Üstelik bu grubun fikri temelinde Mevlâna’nın yakın dostı Sadreddin Konevi ve Ahi şeyhi Ahi Evren de vardı. Gerçi bu kişiliklerin  Şemsi Tebrizi’ye yönelik bir husumetleri asla varit olmamıştı ancak hazreti ortadan kaldırmak isteyenler onların adını kullanmaktan perva etmiyorlardı.

Kösedağ Savaşı’ndan sonra Anadolu Selçuklu Devleti’nin ve dolayısıyla taht şehri Konya’nın başına olmadık felâkatler gelmişti. Kösedağ eteklerinde Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev yönetimindeki Selçuklu Ordusu’nu bozguna uğratan – Bu mağlûbiyet tamamen Sultan Keyhüsrev ve kumandanlarının muharebeyi kötü idare etmesinden kaynaklanmıştı. Yoksa ordu akşama kadar kahramanca çarpışmış, ancak sultan ve adamlarının kaçtığını görünce tüm ağırlıkları bırakarak dağılıp gitmişlerdi. Hatta Moğollar bomboş görünen ordugâhı bir savaş hilesi sanmışlar ve iki gün uzaktan izlemekle yetinmişlerdi – Moğol başbuğu Baycu Noyan Konya üzerine yürümüş, payitahtı yakıp yıkmak niyetindeyken başta Mevlâna olmak üzere kanaat önderlerinin araya girmesi ve halktan toplanan dört katır yükü altının fidye olarak verilmesi üzerine vazgeçip geri dönmüştü.

Bu kitapta olduğu gibi Mevlâna kendisinde bahseden tüm kitaplarda eşsiz bir mutasavvıf ve din bilgini olarak işlenen hazretin dönemindeki siyasi ve sosyal olaylara hiç karışmadığını söylemek hem gerçeklerle bağdaşmaz, hem de mantık dışı olur. Zira şehrin baştan başa kuşatıldığı, ordunun acz içinde bulunduğu, halkın dehşet içinde birbirine girip Mevlâna’ya başvurduğu bir ortamda onun tüm bu olup bitenlere kayıtsız kalması elbette beklenemezdi.

Ancak onun Moğollara karşı dişe diş savaş değil, barışçı bir siyaset izlenmesinden yana olması nedeniyle dönemin bazı mutasavvıfları ve kanaat önderleriyle ters düşmüştür. Mevlâna Orta Asya’dan Anadolu’ya kadar önüne kim çıktıysa ezip geçen, üstelik kendilerine tabi olmayı kabul etmeyip direnenlere karşı akıl almaz zülüm ve katliamlar düzenleyen Moğollara karşı kılıçla değil akıllı bir siyasetle baş edilebileceğini savunmuştur. Aksi halde payitaht baştanbaşa yakılıp yıkılacak, koskoca Anadolu Selçuklu devleti tarihe karışmış olacaktı.

Nitekim onun bu siyaseti meyvesini vermiş, Konya harabeye dönmekten kurtulmuştur. Öte yandan Konya önlerine kadar gelen Baycu Noyan’ın Mevlâna’nın Horasan’a kadar tüm İslam beldelerine yayılan ismini duymamış olması düşünülemezdi. Bu bakımdan onun ricalarına itibar etmesi akla yakın bir ihtimaldir. Nitekim Noyan komutanlarına; “Bu gerçekten kutsal bir adam. Her şehirde böyle biri olsaydı, bunlar bize asla yenilmezlerdi. Bu adamın gazabına uğramaktan Gök Tanrıya sığınırım” dediği rivayet edilir.

Mevlâna bununla da yetinmemiş, belki bir ehli keşif olmanın verdiği ferasetle, İslam ülkelerinin çoğunu fetheden Moğolların kısa bir süre sonra hidayete erip, Müslüman olmasını önceden görebilmiştir. Divanı Kebir’de bu uzak görüşünü şöyle ifade etmişti:

Sen Tatar’dan korkuyorsun, çünkü Yaradan’ı tanımıyorsun; oysa ki ben Tatarlardan iki yüz iman bayrağı yüceltirim.

Hele bir soluk susayım da aşk şarabını içeyim; savaş zırhını giyeyim de  safları yarayım, orduyu kırıp geçireyim.

Gerçekten de vefatından 20 yıl sonra bu öngörüsü gerçekleşmiş, İlhanlı hükümdarı Gazan Han Moğol Devleti’nin artık Müslüman bir devlet olduğunu ilan etmiştir.

Buna karşılık Sadreddin Konevi ve Ahi Evren Moğollara direnmeyi savunmuş ve en azından şerlerinden kurtulmak için Türkmen obalarının batıya doğru göç etmesini teşvik etmişlerdir. Mevlâna’nın bu siyaseti bir yerde Moğolları oyalarken, Ertuğrul Bey önderliğindeki Kayılar başta olmak üzere Bizans sınırına yerleşen Türkmen obaları; Anadolu Selçuklu dönemi sonrasının Türk Beylikleri devrini başlatmışlardır.

Mevlâna’nın bu siyaset şekli Yıldırım Beyazıd zamanında damadı Emir Sultan tarafından da benimsenmiştir. Bilindiği gibi aynen Cengiz Han gibi Orta Asya’dan kalkarak, bir silindir gibi ön Asya’yı ezip geçerek Anadolu kapılarına dayanan Emir Timur; Osmanlı hükümdar Yıldırım Beyazıt’tan kendisine tabi olmasını istemişti. Bizatihi kendi de büyük bir cihangir olan Yıldırım bu teklifi hemen reddetmiş, Timur’la dişe diş, göz göz bir mücadeleye girmişti. Ancak Emir Sultan bu siyaseti uygun görmemiş, Avrupa içlerine doğru ilerleyen, İstanbul’u bile kuşatan imparatorluğun selameti için Timur’un idare edilmesini istemişti. Buna karşılık kendisine son derece güvenen ve Timur’a tabi olmayı haklı olarak Osmanlı Devleti’nin istiklalinin kaybı olarak gören Yıldırım Beyazıt karşı meydan okumasını sürdürmüş ve sonuçta ikili Orta Çağın en büyük meydan savaşı olan Ankara Meydan Muharebesi’nde karşı karşıya gelmişlerdir. Muharebe Yıldırım’ım yenilgisi ve sonunda da nispeten genç yaşında ölümüne neden olacak bir esaretle neticelenmiştir. Oysa Yıldırım damadını dinleseydi Timur doğuya çekilecek ve Osmanlı Devleti yıkılmanın eşiğine gelmeyecekti.

Öte yandan Şemsi Tebrizi’ye atılan Moğol casusu iftirası da temelden çürüktü. Çünkü bütün hayatı boyunca kimseye intisap etmemiş, zamanın otoritelerinden hep uzak durmuş, yalnıza ilim tahsili ve tasavvufla meşgul olmuş bir gezginci dervişin; İslam beldelerini yakıp yıkan, yüz binlerce müslümanın kanını döken Moğollarla iş tutması mantığa da aykırıdır. Buna rağmen tıpkı 770 yıl önce olduğu gibi günümüzde de hazrete bu iftirayı lâyık gören ilim adamları (!) çıkabilmiştir. Profesör unvanlı bu kimseler bu iddialarını ispat için kitaplar yazmışlar, TV’lerde günlerce programlar yapmışlardır. Herhalde amaç Anadolu’nun ışığı, gönüller sultanını itibarsızlaştırmak ve yerine başka birilerini koymaktı.

Ancak güneşin balçıkla sıvanamıyacağı gibi “Tebriz’in Güneşi’de” tüm bu kem bakışlardan uzaktır. Muineddin Pervane’nin konağındaki sema gecesinden dönüşünde Mevlâna’ya şöyle dert yanmıştı:

- Artık burada kalmamız iyice zorlaştı. Azat et beni de kaybolup gideyim. İzimizin tozu bulunmasın.

Mevlâna üzüntü içinde nedenini sorunca:

- Hayatımın son on yılı onların zulümlerine şahit olmakla geçti ama ne acıdır ki beni Moğol casusu olmakla itham ediyorlar. Bu nasıl bir iftiradır Mevlânam?

Mevlâna dostuna nasıl cevap vereceğini bilememiş ama ilerde olacakları şimdiden sezmiş gibi:

- Üzülme ey Tebrizin Güneşi..demişti.

- Çok geçmeden beni de aynı şekilde suçlayacaklar.

  

 
Toplam blog
: 343
: 446
Kayıt tarihi
: 19.02.11
 
 

Marmara Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi mezunuyum. Teknoloji Yönetimi dalında mast..