Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Ekim '07

 
Kategori
Güncel
 

Mevlana' nın torunları Anadolu' dan hicret mi ettiler?

Mevlana' nın torunları Anadolu' dan hicret mi ettiler?
 

Adına ne derseniz deyin, Anadolu'nun doğusunda, güneydoğusunda 23 yıldır bir sorun yaşanıyor. Sorunu çözmek zorunda olanlar da siyasetçilerdir. Bu sorunun çözüm yeri de ne Amerika'dır, ne de Avrupa; Ankara'dır Ankara. Unutmayalım, komşu komşunun eşeğini türkü çığırarak ararmış! Üstelik eşeği çalanlar kendileriyse nasıl arayacaklarını bir düşünün.

Maalesef, son olaylardan sonra bir toplumsal infial yaşıyoruz. Toplumsal cinnete doğru sürükleniyoruz. Sağduyuyu kaybetmemesi gereken Başbakan da gelen sel sularına karşı bentler yapıp sel sularını zararsız hale getirecek yerde kendisi de sel sularına kapılmış vaziyette, çırpınmakta, boğulmak üzere.

Sayın Başbakan, lütfen kendinize geliniz. Bu hassas konuyla ilgili ayak üstü, sokak kabadayısı edasıyla demeçler vermeyiniz. Tecrübeli, uzman bürokrat danışmanlarınızın hazırladığı yazılı belgelerle konuşunuz.

Bir gün Bush'la görüşeceğim diyorsunuz, Bush'tan icazet mi alınıyor izlenimleri üzerine ertesi gün; kimseden izin almak zorunda değiliz deyip esip gürlüyorsunuz. Lütfen sağduyu, lütfen sükünet herkese ama önce Başbakan'a.

Ve lütfen hiç kimse şehitlerimizin mübarek kanlarını, şehit analarının göz yaşlarını siyasete alet etmesin. Eğer vicdanınız bunu kabul ediyorsa gazanız mübarek olsun!

Benzer bir sorunu 70'lı yıllarda Türkiye sathında topyekün yaşamıştık. Bütün bunların bir oyun olduğu ve oyunun arkasında sözde dostlarımızın olduğu bir gerçek ama biz bu oyunları bozacak mıyız, yoksa oyunların bir oyuncusu mu olacağız?

Dış güçler bazı oyunlar tezgahlıyorlar ki bu çok doğaldır ama biz hiç mi hata yapmıyoruz, sütten çıkmış ak kaşık mıyız? Kendimizle ne zaman yüzleşeceğiz, bir özeleştiri yapacağız. Örnek veriyorum; Biz, sınır ötesi harekat sadece PKK'ya yönelik olacak diyoruz ama başta ilgili ülke olmak üzere kimseyi inandıramıyoruz. Acaba bu güvensizlikte, Ecevit'in 2002 yılında; İnönü'nün 34 yıl önce yaptığı ve Atatürk'ün de onayladığını söylediği vasiyeti gereği "Musul bizimdir, uygun bir ortamda topraklarımıza katmalıyız" beyanlarının ve yine Korkut Özal'ın aktardığına göre 1990 yılında, Körfez Krizi sırasında ağabeyi Turgut Özal'ın Musul ve Kerkük illerine girileceği ve bir daha çıkılmayacağı konusunda baba Bush'la anlaşıldığı mealindeki sözlerinin hiç mi etkisi yoktur?

23 yıldır yaşadığımız bu sorunun adına bile yasak getirdik. Bu sorunu çözmek zorunda olan siyasetçiler, bir gün ağızlarından kaçırdıkları bu sorunu ertesi gün inkar etmek zorunda kaldılar.

Biliyorum, bu yazım da tepki çekecek ve belki de okunmayacak ama ben vicdanımın sesini dinleyip vatan ve millitim için hayati bir görev addederek yazmaya devam edeceğim. Popülizm yapıp "kahrolsun" "lanet olsun" kervanlarına katılmayacağım. Biliyorum ki, milletimizin karşı karşıya olduğu bu karanlık tablo için bunların hiç bir yararı yok. Tam tersine kırılganlıkları artırmakta, ayrışımcılık sürecine ivme kazandırmaktadır.

Biz millet olarak başımızı iki elimiz arasına alıp ne zaman empati yapmaya başlayacağız?

Karşımızda düşman olarak bir Rum, bir Ermeni, bir Arap, bir Rus, bir Bulgar yok. Düşman dediklerimiz, terörist de olsa bizim vatandaşlarımız. Siz ne kadar "Biz kardeşiz, bizim kastettiklerimiz teröristlerdir" deseniz de Başbuğ Paşa'nın itiraf ettiği gerçek gibi; 23 senedir kaynağı kurutamıyoruz. Çünkü o bölgedeki halkın çocukları.

Unutmayalım ki, bir yerde bir maç yapılıyorsa, her taraftarın kendi takımını tutması doğaldır. Tarafsız seyirciler de daha çok zayıf takımı tutarlar. Azınlıktaki taraftarın korkudan sesini çıkarmaması, alkış tutmaması takımını tutmadığı anlamına gelmez. Nitekim, dün gece CNN Türk'de izlediğim Diyarbakır sokak röpörtajlarında herkes ağız birliği etmişcesine "Sınır ötesi harekata karşıyız. Çünkü o tarafta bizim akrabalarımız yaşıyor." diyordu.

Nitekim Barzani de bu duygularla onlara sahip çıkıyor, Talabani de bu nedenle "Kürt kedisini bile teslim etmeyiz" diyor.

Ve maalesef, değişen konjonktür de içeride ve dışarıda aleyhimize çalışmaktadır. Yeni bir durumla karşı karşıyayız. Amerika'nın planlarıyla Kuzey Irak'ta oluşturulan yeni durum bölgenin taşlarını yerinden oynatmıştır. Kuzey Irak'ın petrol ve doğalgaz zenginliği söz konusudur. Gerek bu zenginlik ve gerekse stratejik konumu gereği Amerika 10.000 lerce km uzaktan gelmiş, kartal gibi pençelerini bu bölgeye saplamış, kanatlarının altına almış vaziyette ve gitmeye de hiç niyeti yok.

İçeride de Kuzey Irak'taki bu kısa sürede oluşan gelişmeyi ve zenginleşmeyi heyecanla izleyen ve Musul mu, Ankara mı ikilemine düşmekte olan bir halkla karşı karşıyayız.

Pazar günü o menfur olayı televizyondan öğrendiğimde ben de infiale kapıldım. Sayıları artmakta olan şehitlerimizi duydukça kahrettim. Büyük bir kin ve nefret yaşarken Genel Kurmay'ın açıklaması geldi: "32 teröristi etkisiz hale getirdik." Bu haber üzerine elimde olmadan birden rahatladım. Demek misliyle intikam alınmıştı. Sonra bir tuhaflık, bir çelişki hissettim ve vicdanımı sorgulamaya başladım. 32 teröristin anneleri yok muydu? Onların evlerinde neler yaşanacaktı? Bu tecavüz Kuzey Irak'tan gelmişti ama acılar bizim topraklarımızda yaşanacaktı. Bu cenazeler bize olduğu kadar onlarda da kin ve nefrete sebep olmaktadır. Tekrar ediyorum, toplumsal cinnete doğru hızla yol alıyoruz.

Adı ne olursa olsun bu sorunla bir an önce yüzleşmeliyiz. Bu sorunun tabanı olmasaydı bu kadar bağımsız milletvekili çıkaramazlardı. Bu taban da bizim halkımız. Herkes eteğindeki taşları ortaya dökmelidir. Bu milletvekilleri barış istediklerini söylüyorlar. Ağızlarını bantlamayalım, bırakalım konuşsunlar. Dertleri nedir, ne istiyorlar? Demokrasi içerisinde çözülebilecek makul istekler midir? Yoksa kabul edilmesi imkansiz mıdır? Eğer imkansız isteklerse, o zaman gerekeni yapmış bir vicdan rahatlığıyla sonuna kadar gidelim. Başbakan'ın dediği gibi; nereden inceyse oradan kopsun.

Sorunun askeri tedbirlerle çözülmesinin mümkün olmadığını askerlerimiz de kabul ediyorlar. Lütfen akil adamların sözlerine kulak verelim. Örneğin, yılların diplomatı Sönmez Köksal, petrol ve doğalgaz zengini Kuzey Irak'a Amerika'nın yaptığını bir komşu ülke olarak biz niye yapmıyoruz? Kuzey Irak'tan yararlanmayı biz niye düşünmüyoruz, denemiyoruz? diye soruyor.

Farklılıkları tamamen ayrıştırmak kolaydır, birleştirerek fırsata dönüştürmek zordur.

Vurmak, kırmak kolaydır, yapmak zordur.

Düşmanlıkları artırmak kolaydır, dostlukları artırmak zordur.

Hamaset yapmak kolaydır, gerçekleri söylemek zordur.

Savaş kolaydır, barış zordur.

Ve biz zor olanı başarmalıyız. Çünkü biz, UNESCO tarafından 30 yıl içerisinde ikinci defa tüm dünyada anılmasına karar verilen Mevlana'nın torunlarıyız. O Mevlana ki;

"Gel, gel, ne olursan ol, gel, ister kafir, ister Mecusi, ister putperest ol, gel
Bizim dergahımız ümitsizlik dergahı değildir, yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel." Ve yine;

"Dünle beraber gitti cancağızım;
Ne kadar söz varsa düne ait,
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım" diyor...

 
Toplam blog
: 337
: 4184
Kayıt tarihi
: 03.08.07
 
 

Hukukçuyum... Hukukun üstünlüğünün ve hukukçunun saygınlığının ülkemde gelişmesini ve kalıcı olma..