Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Aralık '12

 
Kategori
Öykü
 

Mevta'dan Şirince mektubu

Mevta'dan Şirince mektubu
 

"Şerefle bitirilmesi gereken en ağır görev, hayattır."

Alexis de Tocqueville

         

Bir ilk olduguna inandıgım, ama  büyük bir gizlilik içinde, Araf’tan ara ara gönderdigim bu mektuplar, kimilerinin de MevtaLeaks olarak adlandırdıgı yazışmalarımı, en son bir final mektubu ile sonlandırmıştım. Tahmin edeceginiz gibi, bulundugumuz mekanın hassas konumundan dolayı yazmak, kısmen de olsa bilgileri, ünlü ajan Arabistan’lı Lawrence olup, dışarı sızdırmak oldukça riskli. Dünyada bulundugum, o çok kısa sayılabilecek zaman biriminde, dogrusu “diger dünya” olarak da adlandırılan ve nasıl bir yaşamın sürdürüldügü, bizleri nelerin bekledigini ve karanlıkta kalan olup-bitenler merakımı devamlı cezp etmişti. Bu konuda aktarılan bilgiler malumunuz. Ben de  “Karınca kararınca” olan dimagımı meşgul eden ve beynimde oldukça yogun bir alanı kaplayan soru işaretlerinden, her an arınmayı istiyordum. Encamımızın ne olacagını çok merak ettigimden; çogu çirkin sakallı, cübbeli, külahlı ve kimi badem bıyıkları ile sırıtarak gülümseyen, auraları sönük, ufukları alabildigine dar kişiliklerden pek çok lakırdı dinledimse de, olur olmaz uyduruk korkular salan, izansız ömür törpüleyicilerine, sabun olup köpürmemek elde degil. Yıllarca hep bir şeyler sandıgımız, bir şey olmayanların yükünü taşıdık. Yalan yanlış uydurmaları ile gündemde kalmayı, her ne hikmetse, her daim başarabilenleri, aslında kaale almamak lazım. Burada yaşadıklarımdan sonra, anlatılan onca katranlı, hareli – alevli, dayaklı, tecritli cezaların dogruluk payının olmadıgına, bizzat tanıklık ederek gördüm. İyi ki görüp yaşadıklarımız, Dünyada çirkin üsluplu kişiler tarafından söylenenlerin çok uzagında.

         Burada cezalandırmaya dair herhangi bir şeye henüz şahit olmadık. Bir ara Araf’da ikamet ettigim bölgenin az ilerisinde yapılan köprüyü, bize anlatılan “Sırat Köprüsü” olarak algıladıysam da, daha sonra bunun başkaca bir çalışma oldugunu anlayınca; yüregimin atışları dindi, ödüm de yerli yerinde durarak, bir şeylerime karışmadı. Cezalandırmalara yönelik herhangi bir çalışma gözlemlemedik. Daha önce de ilettigim gibi, uzun bir bekleme süreci yaşıyoruz. Bu bizden önce ne kadar sürdü, bundan sonra da nasıl bir zaman dilimini alır, bilemiyoruz.

         Dünyadan yeni birilerinin geldigini görüp veya duydugumuz zaman oldukça garip duygulara kapılıyoruz. Ölüm sonrası buraya gelen, eğer bir yakınınız veya tanıdıgınız ise, yüreginizi acımtırak buruk bir tat kaplıyor. Bir yandan artık o kişi ile birlikte olabilecegımize sevinirken, diger yandan da O’nun çok sevdigi, tırnagı, dişi ile tutundugu yaşamdan koparılmasının hüznünü bütün kalbinizde hissedersiniz. Çünkü hayat olumlu olumsuz, acı-tatlı bütün koşullarına ragmen vazgeçilmezdir, yaşamak güzeldir. Eli kolu baglı, biçare, onca seveninden ayrılmak, sevdiklerini olabilecek en büyük üzüntülerin ve acıların içinde bırakmak hiç de kolay degildir. Sevdigim bir Laz şarkısının sözleri hala aklımda;

“Sevdugum sigaranı

Ne of çeker içersin.

Al beni da yanuna

Ne hasretluk çekersin.” Sevdigini herkes yanı başına çagırabilir. Ama biz ne gariptir ki bunu yapamıyoruz. Bu çok büyük bir kötülük olur. Dedim ya, dünyada yaşamak, bütün sıkıntılarına, adaletsizligine, sefaletine ragmen çok tatlıdır.

         On gün kadar önce, dünyadan iyi tanıdıgım bir arkadaşım  geldi. Tesadüfen kendisi ile sokakta karşılaştık. Tuhaf – karmaşık duygular yaşadım. O’nu gördügüme, yüregimin bir tarafı çok sevinse de, diger yanı acılar içinde kıvrandı. Kendisini büyük bir memnuniyetle evime buyur ettim. Yemek, çay ve kahve derken, geç vakte kadar oturup, derin sohbetimizi iki kadeh şarapla taçlandırdık. Anılarımızı aktarıp, ortak dostlarımızın kulaklarını çınlattık. Söz arasında, dostum, Dünyada bu sıralarda Maya Takviminin gündemde oldugunu anlattı. Bu takvime göre 21 Aralık tarihinde kıyametin kopacagını ve insanlardan bazılarının buna inandıklarını, canını çok sevenlerin, kıyametten uzak kalacak olan Şirince Köyü’nden uzak kalacagını söyleyince, beni de bir şüphe sarmadı diyemem. Böylesi bir durumda, Dünya insanlıgına yazık olacaktı. Ailem, akrabalarım, arkadaşlarım ve milyarlarca insan buraya gelecek demekti. bu ihtimali göz önüne getirip, hazırlık yapmak gerekecekti. Evde büyük bir yiyecek stogu yaptım. Yeni yataklar ve eşyalar aldım. Hummalı bir çalışma ile hazırlıklarımı elimden geldigince yaptım. Eve çiçekler, karıma elbiseler, çocuklarıma oyuncaklar aldım. Ne kadar kötü bir durumla karşı karşıyaydım. Sevdiklerimin ölümüne, diger taraftan kavuşmamıza sevinmeli miydim, yoksa üzülmeli miydim. Her iki duyguyu yüregime yük ederek, hazırlıklarımı tamamladım. Beklenen gün gelip, çattıgında iki hissi birden taşıyan yüregim agzımda, dakika dakika bekledim. Gelen giden olmadıgına göre, kıyamet kopmamıştı. Kalbimin hafifledigini görüp, uçacak gibi oldum. Ahh.. Çok şükür, Mayaların mayası bozuk çıktı. Sevdiklerim ve bütün Dünya insanlıgı, çok sevdikleri hayatı, bir süre daha güç koşullarda olsa dilediklerince sürdürecekler.

 

         Maya’ların takvimi de ıskalayınca, yüreğimizdeki kıpır kıpır bir büyük ferahlıkla, bizler de Araf’daki bir nevi mültecilik olarak adlandırabilecegimiz yaşantımıza devam ettik. Kaç haftadır Neşet Ertaş’ı görebilmek için, etrafı kolaçan edip, bunun olanaklarını araştırdım. Sonuçta gidip, kendisini gördüm. Büyük bir hürmetle evine buyur etti. Aynı bozkırın insanlarıyız ne de olsa. Konuşma yerine, sazının tellerine dokunup, onu dile getirmeyi tercih etti. Oturdugu sandalyede sazının üzerine egilip, bir yandan da avaz avaz bozlaklarını söyledi. İligi öpülesi güzellikteki bu insan, sesinin güzelligi ile yüregimi iyice sarıp, sarmaladı. Eski günlerime gidip, bütün hücrelerimle, olabildigince güzel bir nostalji yaşadım. Sesini çokça göresim geldigini anladım. “Ay dost” adlı bozlagı yüregi dolu dolu seslendirmeden önce, gözleri doldu. Kalpten süzen melodiler, kalbime işledi. Paketteki son sigara gibi bir tat.

 “Kaç zamandır burada olmama rağmen, babam Muharrem Ertaş’a henüz ulaşıp, mübarek ellerinden öpmedim. Küskündü bana. Kendimi nasıl affettirecegimi bilemiyorum.”  derken, o yürekleri lime lime eden parçaya girdi. Göz yaşlarımın pıtır pıtır akmasına engel olamadım.

Neşet Ertaş’tan minnetle ayrılırken, kapı aralıgında biraz daha lafa tuttu. Adeta gitmemi istemiyordu. Yapayalnızdı. O’nun bu ürperti veren sessizligini, bir dost olarak paylacagıma dair, kendi kendime söz verdim. Büyük ozana acımamak elde degildi. Burada daha çok yeniydi, alışamamıştı. Ama zamanın her derde deva oldugu kavramı, burada da geçerliligini sürdürmeye devam edecekti. Yeni gelenlerin anlatımlarında, kendisinin ölümünden sonra, “kör olmayan gözlerinin bademleştleştirildigini”  anlattı. Yaşamı boyunca çok horlandıgını, çogu kişi tarafından insan yerine dahi konulmadığını. Dünyayı yüregi küskün terk ettigini söyleyip, serzenişte bulundu. Kendince oldukça haklıydı.

Ugruna yıllarca mücadele edilen, baskılara, insan onurunu alaşagı eden işkenceye maruz kalınan, hapis yatan ve ölen insanlık; düşledigi adaleti, eşitligi, barışı, insanca bir yaşama kavuşmasına, pespayeler zorbalıkları ile engel oldu. Daha önceki mektuplarımda da bazı konulara deginmeye çalıştım ama, yine de bu diyarda nasıl bir yaşam sürdurdügümuzü merak ettiginizi sanıyorum. Biz bir çeşit komünal bir yaşamı idame ediyoruz, desem, sizleri yanıltmamış olurum. Herkes aynı olanaklarla, eşit, barış içinde, kardeşçe yaşıyor. Kimsenin çalışmasına gerek yok. Yemeklerimizi dahi hazırlayıp, pişirmemize gerek yok. Bütün yemekleri günün her saatinde, her mahallede bulunan belirli depolarda, gündüz veya gece fark etmeksizin, istediginiz kadar saglayabilir, besin gereksiniminizi giderebilirsiniz. Yiyecekler Dünyadakiler ile çok benzerlik gösterse de, Araf’a özgü pek çok besin, meyve ve sebze de bulunmaktadır. Meyvelerden, muşmulayı andıran  “zirdanik”  ve yemeklerden  bol baharatlı, geyik etinden yapılan “şillo”  kebabı favorilerim arasında. Elbise, mobilya ve diger ev aletlerini de aynı şekilde, var olan depolardan edinebilirsiniz. Tek sıkıntımız, yaşanan belirsizlik, ne olacagımızı bilemediğimiz bir bekleyiş ki, bu şimdiye degin yüz binlerce yıl sürdügü gibi, bundan sonra da ne kadar sürecegi belirsiz. Maya takviminde belirlenen günü duydugumuzda yüregimiz keder ve sevinç dolulugu ile agzımıza geldiyse, çok şükür beklenen olmadı. İnsanlar bütün kökleri ile baglandıgı topraklardan koparılmadı. Bu haberi kitleler, büyük bir coşku ile karşıladı. Herkes istihkakı olan iki kadeh içkisini bir anda yudumlayıp, kutlamalar katıldı. Rahat bir nefes aldık.

Yeri gelmişken, Dünyalılara, Hayyam’ın bir şiirini, hoşgörünüze sıgınarak, kıssadan hisse çıkarmalarını saglık verip, hatırlatmak isterim.

Keder seni bağrına basmak mı ister,
hadi ordan, çek arabanı, de.
Boş sıkıntılara kaptırma günlerini.
Yutmadan bedenini toprak
ne kitabı bırak, ne çayır çimeni.
Hele yârin dudağını, sakın ha,
ta son güne dek.

Unutmadan, daha önceki yazışmalarımda da sözünü ettigim, çok sevdigim İran’lı komşum - dostum Samet’in selam ve sevgilerini de unutmadan ileteyim. Saygılarımla…

 

Mevta Mevtaoglu

Araf, 24 Aralık 2012

 

 
Toplam blog
: 102
: 447
Kayıt tarihi
: 17.12.10
 
 

Sevgili okuyucular; oluşturmaya çalıştığım bu blog vasıtası ile boş zamanlarımı değerlendirip, ço..