Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Şubat '07

 
Kategori
Anılar
 

Meydan mukabilinde inleyen nağmeler-2

Meydan mukabilinde inleyen nağmeler-2
 

Hoppaca yaklaşımlar hoppaca çıkarımlar ne kadarımız gerçek? Hangi yanımız gerçek?

Onlar altı bitişik dirsek yüz ekli bir filme gitmişlerdi, buluğ içersindeydiler. Salon kararınca etraf suspus olunca filmde mavra çıkınca altı bitişik dirsek gülmeye başlamışlardı. Ancak hiç hesaba katmadıkları , hesaba katmamakta da haklı oldukları, o devrimsel gülmeye itirazı olan gülmeyi sevmeyen gülmeyi sevmeyenleri de kollayan onlara kol kanat geren onların haklarını korumak için aniden gardiyan kesilen STATİKOCU, bir hayalet edasıyla bir mantar misali bir şaka timsali olarak yanlarında bitivermişti. “Gençler” diyordu en kışkırtıcı şekliyle ve de en acımasız en korkutucu yüz ifadesini de bir maske yapıp geçirmişti yüzüne. O güne kadar o altı dirsek herhangi bir şekilde herhangi bir şeye tepki vermemişken şimdi en vahşicesin den en zalimcesin den bir gerçekle, STATİKO ile tanışacaklardı. Nede olsa bunların sebebi o müthiş gülebilme, gülmeyi bilebilmede yatıyordu. Diğerleri ondan pek haz etmiyorlardı anlaşılan, belki de yeri zamanı geldiğinde yarım ağızla takınıyorlardı o edayı dudaklarına, ağızlarını geremeden tüm kasları kasılmadan, o ruhsuzluk ilik ve kemik olmuş içlerine sinmişti sanki, Rutinleşmişlerdi. Halbuki hayatı yaşanabilir kılan böylesi küçük eylemciklerin ayrıntısında gizli değil miydi? Algılayabilme, tüm müthişliklerin farkına varabilme kısacası “İNSAN” olabilmede ve “İNSAN” olarak kalabilmede saklı değil miydi? En anlamlı olanı da neşeli ve keyifli olmasında değil miydi? En azından bize böyle öğretilmişti Bir kursakta kalma vakasıydı o an yaşamakta oldukları açıkçası. Onlarında saklamada pek maharetli olmadıkları, ilkel tarafları vardı aslında, nede olsa onlar toplumum erkek bireyleriydi. Ufaklıklarından itibaren ellerine oyuncak tabancalar verilip soy sürdürücü olarak ileri sürülmemişler miydi? Kız kardeşlerinin ise ellerine oyuncak bebek verilerek beride tutulmamışlar mıydı? Kız kardeşleri zamanı geldiğinde kolay doğum yapsınlar diye çatı kemikleri açılsın genişlesin diye altları kalın bezlerle bağlanmamış mıydı? En önemlisi ve mantıksız olanı oğlan çocuklarında gizli değil miydi? En heyecan verici eğlentiler, davetler onlar için verilmemiş miydi? Sonunda içlerinde şekillenecek olan erkeklik miti için (guru) için onları kim suçlayabilirdi? Altı bitişik dirsek (Gençler) ünleminin gerekliliğini kavramış olacaklar ki kendilerine reva görülen bu tavrı içlerindeki ilkelliği eşkıyalaştırıp atlandırarak damarlarında dolanan kanı tırısa kaldırarak cevap vereceklerdi. İp gerilmişti bir kere dönüşü olmamacasına. Öte yandan gardiyan edası takınan surat mağdurunun da geri adım atacağı da yoktu. Ama her şeye karşın altı dirsek de bununla yetinmeyerek, buluğa ermiş ilişilemeyecek statü sahibi birey çocukları idiler. Her ne kadar anne ve babalarının kucaklarında eylemlere katılıp, bebe yaşlarında slogan atmamış olsalar da, o heyecanı tatma fırsatı bulamamış olsalar da, kaçınılmaz olarak gerilen ipi kopartacaklardı. Aynı yılbaşı gece yarısındaki temsili karanlık gibi “karanlık” her bir yeri kuşatacaktı....

Gene ilkellik sahne alacak, mağara adamları kozlarını paylaşacak ve sonunda gene galip gelen ilkellik olacaktı. Nede olsa buluğa ermişti onlar ve asla gülmenin birilerinin tekelinde olmadığını, ilkelce de olsa göstereceklerdi. En ilginci bu millet ağlamayı çok iyi biliyordu. Bunu da okul müsameresindeki çocuklar gibi çok içten ve de çok iyi yapıyorlardı. Ancak altı dirsek ağlamayı bilse bile gülmeyi de çevresindekilere asla unutturmamakta kararlı idiler. Nede olsa bu zamana kadar bu milletin varı yoğu ağlatılarak ellerinden alınmıştı. Gülmek bir devrim ise tüm devrimler neden gülerek başlatılmasın ki? Altı dirsek günler geçti ve yetişkin kıvamına geldi. Her biri başka başka şekillerde hayatlarına bir yön verdiler. Hayatı gözlemlemede her dem bir şeyler yazma isteğiyle biraz da ütopik bağlamda yaşantılarını günlük rutinlerin ötesine taşımayı, içselliğini sevgi ve tutkularıyla dokumayı, içtenliklerini ayna yaparak hayata ve insanlığa dair tüm kazanım ve değerlerini var olan tüm sevinç ve mutlulukları çevrensindekilerle paylaşmayı, has özüne dair hayatın tüm argümanlarını, dinamiklerini, pozitif enerjileriyle harmanlamak istiyorlardı. O yüzden hiçbir kimse olarak hiçbir yerdeymiş gibi yaşamayı seçmişlerdi. Yıllar öncesinden bir şarkı söylemeye başlamışlardı sessizce, kimselerin göremeyeceği, hissedemeyeceği şekilde gizlice. Erdemli insan olmaya adamışlardı kendilerini bir ölçüde. Pekte basit ve kolay bir uğraş değildi elbet, bundan da bir uyum ve insanlarla kaynaşma sorunu çıkarıverdiler ortaya sanki başka bir uğraş yokmuşçasına sıktılar, boğmaya çalıştılar hayret! Ancak dostlukları set çekti tüm bu tür olumsuzluklara, çeyrek yüzyıllık o dostluk ki Ruhları özgür bırakılmış, düşsel zihin ve kalplerine mutsuzluk gölgesi düşmemiş olanların dostluğudur. Zira biz Egeliyiz, ziyadesiyle İZMİR liyiz. Biz HOPPACA bir hayat süreriz gündelik, bu böyledir.

 
Toplam blog
: 40
: 1069
Kayıt tarihi
: 25.07.06
 
 

İzmirli'yim. Felsefe mezunuyum. İlgi alanlarım Felsefe, edebiyat, sosyoloji, tarih, toplum ve kültü..