Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Mayıs '19

 
Kategori
Eğitim
 

Mezuniyete "Bir" Kala

Yarın ne olacak?

Türkiye’de mezuniyete bir adım kala her öğrencinin cevabını aradığı soru bu. 4 yıllık ( ya da üstü) bir üniversite eğitiminin ardından asgari ücretin altında maaş ile işe başlayan mühendisler, mimarlar ya da veteriner hekimler ve yahut da geçinebilmek için kendi alanı dışında çeşitli işlerde çalışmak zorunda kalan fizikçiler, matematikçiler, tarihçiler, sosyologlar, felsefeciler… Hepsi bu soruya bir yanıt arıyor.

Yaklaşık bir-iki ay içerisinde okuduğum bölümü bitirecek, hatırı sayılır bir not derecesiyle de mezun olacağım. Bu durum, öğrencilik hayatım içerisinde bobinaj ve mobilya çıraklığı ya da garsonluk gibi çeşitli işlerde çalışmış olsam da aslında bildiğim tek şeyin, yani öğrencilik hayatımın bittiği anlamına geliyor.

Üniversiteye başladığım ilk zamanlarda günümüzden on yıl sonrasını planlar, geleceğimi emin adımlarla kurduğumu düşünürdüm… Şimdi? Şimdi yarınımdan şüphe ediyorum. Mezuniyete bir kala her adayın sorduğu o soruyu ben de soruyorum: Yarın ne olacak?

Belirsiz!

Sosyal ya da maddi sermayesi olmayan, Ankara’da hatırı sayılır bir tanıdığı bulunmayan her genç karşısında büyük bir “belirsizlik,, duvarıyla karşılaşıyor. İstisnaları elbette ki var ama maalesef kaideyi de bozmuyor… Karşısında böylesine bir engelle karşılaşan gençler çeşitli arayışlar içerisinde, psikolojik ve sosyolojik buhranların pençesinde duvarı yumrukluyor da yumrukluyor…

Sonuç?

Duvar çatlamıyor bile ama vuranın kolu kırılıyor. Kimilerine duvarın üzerinden bir yardım eli uzanıyor kimileri ise intihara kadar varan psikolojik bir savaşın içerisinde kendini parçalıyor…

Her sene değişen, iyileştirilmeye çalışırken daha da beter hale getirilen, adına da “eğitim sistemi,, denilen koca bir enkazın ürünü bu. Geleceğinden kaygı duyan, belirsizlikle boğuşan ve aylarca endişe içerisinde yaşayan gençler yığını… Tam anlamıyla bir enkaz!

 

TÜRKİYE’DE EĞİTİMİN “KISA” TARİHİ

17 Nisan 1940 tarihinde dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve MEB İlköğretim Genel Müdürü olarak görev yapan İsmail Hakkı Tonguç’un önderliğinde kurulan Köy Enstitülerinin amacı köy okullarında görev yapabilmek üzere öğretmenler yetiştirmekti. Türkiye tarihinin en kapsamlı ve en başarılı eğitim modeliydi bu enstitüler. Çok fonksiyonluydu.

Tarihten sosyolojiye, zootekniden kooperatifçiliğe kadar her alanla ilgili dersler veriliyordu. Her öğrencisi bir enstrüman çalar ve müzik eğitiminde yalnızca enstrüman çalma değil aynı zamanda enstrümanın nasıl yapıldığı da öğrencilere uygulamalı olarak öğretilirdi.

Ağırlıklı olarak pratik bir eğitim verilirdi. Her enstitünün kendine ait hayvanı, tarlası, bağı ve çeşitli atölyeleri vardı. Köylüyü bilinçlendirmeyi amaçlayan bu eğitim modelinin toprak ağalarını oldukça rahatsız ettiğini söyleyebiliriz. Bu rahatsızlık sonucunda ne olduğunu hepimiz biliyoruz. Mağo ağa, Kibar Feyzo’yu yine yendi.

Önce 1946 yılında Yücel ve Tonguç görevlerinden alındı. Ardından 1947 yılında enstitü öğrencilerinin yönetime katılmaları engellendi ve dağıtılmış kitaplar, hayvanlar ve saire geri alındı. Yücel’in çevirdiği ve edebiyatımıza kazandırdığı dünya klasikleri serisi de enstitülerden toplanarak yakıldı. Büyük harflerle; YAKILDI. Bu acı bana 1260’ta Moğolların yağmalayarak yok ettiği Bağdat Kütüphanesinde yaşanan barbarlığı ve onlarca kütüphaneyi yağmalayan ve yakan Nazi Diktatörlüğünü hatırlatır.

1954 yılında CHP – DP işbirliği ile enstitüler kapatıldı.

1950’li yılların ardından ders kitaplarının içerikleri değiştirildi. 1950’li yıllara kadar kadınlar toplumsal cinsiyet rollerinden kısmen arındırılmış bir şekilde kamusal alanlarda resmedilirken, bu yılların ardından daha çok ev hanımı olarak çizilmeye başlandı. Kız çocukları evlerde anneye yardımcı bireyler olarak yansıtıldı.

Tek Parti döneminde seçmeli ders olarak verilen din dersi eğitimi, yine 1950 yılında DP iktidarı tarafından zorunlu hale getirildi ve aynı yıl öğretmenlerin siyaset ile ilgilenmesi, derslerinde bunları dile getirmesi yasaklandı. Bu yıllarda birçok öğretmen hakkında işlem yapılmıştır.

Adalet Partisi döneminde (1965-1971) “milli kültür ve sanatın değerinin korunması,, amacıyla bin temel eser basıldı. Bu eserler değindikleri konular ve özellikleri bağlamında kamuoyunda çok tartışıldı.

1974 – 1975 yılları arasındaki dönemde 4. sınıfın ardından gelen tüm sınıflara zorunlu Ahlak dersi konuldu.

1980 askeri cuntasının ardından imam hatiplilere bütün fakültelere girebilme hakkı tanındı. ANAP döneminde ilk Güzel Sanatlar Lisesi açıldı.

1997 yılında eğitim 8 yıl kesintisiz ve zorunlu hale getirildi. 1999 yılında meslek liselerinde katsayı engeli geldi.

Yapılan bu değişiklikle birlikte ilköğretimin ardından LGS getirildi.

AK Parti iktidarının ardından ilköğretim ve liselerde kitaplar ücretsiz dağıtılmaya başlandı. Basılan kitaplar eğitim aracından ziyade gizli müfredat bağlamında bir hâkim ideoloji oluşturma isteğiyle ortaya çıktı.

2004 yılında okuma yazma sistemi değiştirildi ve ses temelli öğrenime geçildi.

2004 yılında LGS yerine OKS geldi. 2008 yılının ardından OKS yerine SBS geldi. SBS’nin ardından da TEOG geldi. Her değişiklik bir sürü sorunu da beraberinde getirdi.

2005 – 2006 yılından itibaren lise eğitimi 4 yıla çıkarıldı.

Üniversiteye giriş sınavı yeniden iki aşamalı hale getirildi.

2012 yılından itibaren eğitimde en köklü değişiklerden biri daha yapıldı. Bu bağlamda 8 yıllık kesintisiz eğitim 4+4+4 modeliyle değiştirildi. Ortaöğretim yeniden geri geldi.

Okula zorunlu başlama yaşı 5’e indi. Bu zorunluluk daha sonra kaldırıldı ve okula başlama yaşı yeniden 66 ayın üzerine çıkarıldı.

2014 yılı itibariyle ortaokulda öğrenim gören öğrencilere kılık kıyafet özgürlüğü geldi.

O kadar çok değişiklik var ki… Ben kısa kesmek istesem de uzadıkça uzuyor! Devam edelim.

Çoğu okul İmam Hatip haline dönüştürüldü. Liselerin hepsi Anadolu Lisesi oldu. FETÖ ile mücadelenin henüz adı konulmamışken dershaneler kapatıldı. Daha doğrusu adı değişti. Temel lise ya da etüt merkezi oldular.

Öğretmen atamalarına mülakat geldi.

Evrim biyolojisi müfredattan çıkarıldı. Tarih derslerindeki Atatürkçülük üzerine olan konular kısıtlandı. Bu durum kamuoyunda Atatürkçülüğün kaldırılması olarak değerlendirildi.

15 Temmuz müfredata eklendi. Yıllardır yakın siyasi tarihten endişe eden hükümetler, yakın siyasi tarihe çok değinmeseler de 15 Temmuz’u müfredata eklemekten geri durmadılar.

Her okula, temel liseye, etüt merkezine abdesthane ve mescit zorunluluğu getirildi.

Tek Parti döneminde “eğitim binasının,, temeli atıldı. Köy Enstitüleriyle birlikte binanın inşaatı tamamladı. Yine Tek Parti döneminde Köy Enstitülerinin işlevsizleştirilmesiyle birlikte binanın en güçlü kolonu büyük bir darbe aldı ve kapatılmasıyla da kolon yıkıldı. Ardından da bina üzerinde deneme – yanılma yöntemiyle uygulanan değişiklikler sonucunda bu bina çöktü. Hepimiz altında kaldık…

 

NE YAPMALI?

Eğitim sisteminde iyileştirme, yeniden yapılanma ya da restorasyon gibi amaçlarla yapılan her değişim bu binadan bir kolon yıktı! Zaten zar zor ayakta duran binaya en büyük darbeyi 4+4+4 verdi. Ardından gelen küçük toparlama çalışmaları da işi iyice batırdı… Bina çoktan çöktü zaten! Biz ise sağlam bir projeyle baştan inşa etmek yerine, çöken binanın molozlarından binayı yeniden inşa etmeye çalışıyoruz! Olur mu? Molozdan bina inşa edilir mi?!

Türkiye’de eğitimin küçük değişimlere değil, köklü reformlara ihtiyacı var. İlkokuldan başlayan, üniversiteye kadar uzanan reformlara… Eğitimin amacı parti militanı yetiştirmek değil, özgün beyinler yetiştirmek olmalı. İşin temeli bu. Temel sağlam olursa bina da sağlam olur!

Eğer geleceğinden kaygı duymayan ve başarılı nesiller yetiştirmek istiyorsak bu binayı en baştan inşa etmeliyiz. Aksi halde gün geçtikçe daha da kötü bir hale geleceğiz… Bu noktada hepimize düşen bir görev var. Türkiye’nin akademisyenleri konuya duyarlı olmalı ve sorumluluk bilinciyle hareket etmeli. Eğitim sorunu sadece siyasilere bırakılamayacak kadar hassas… Bunun bilincinde olmalıyız.

Öncelikle Türkiye’nin her bölgesinde -bölgenin sosyo-kültürel özellikleri de baz alınarak- psikolog, sosyolog ve eğitimcilerin öncülüğünde ilkokuldan üniversiteye kadar uzanan kapsamlı araştırmalar yürütülmeli. Araştırma aşamasında öğretmeninden öğrencisine, okul hademesinden velisine kadar herkesle derinlemesine görüşmeler yapılmalı ve sorunun sosyolojik ve psikolojik boyutunun geniş bir raporu oluşturulmalı.

Ardından Türkiye’nin yedi bölgesinden gelen bu raporlar yine içerisinde psikolog, sosyolog ve eğitimcilerin ağırlıklı olduğu bir heyet tarafından analiz edilmeli. Bölgenin karakteristik yapısı bilhassa dikkate alınarak -ilkokuldan üniversiteye kadar- yeni bir eğitim reformu yapılmalı! Öncelikli olarak bilimin ve girişimciliğin gelişimini amaçlayan, ezber yerine öğrenmeye dayalı bir eğitim modeli oluşturulmalı…

Deneme tahtasına dönen eğitim sistemimiz yalnızca geleceğinden kaygı duyan, duvarı yıkmaya çalışırken kolunu kıran gençler üretiyor. Bir an önce bu durumun farkına varmalı ve devletin öncülüğünde köklü adımlar atmalıyız.

Unutmayın!

Genç nüfus bir ülke için günü kurtarmaya çalışan ucuz politikalardan ya da satranç değil de dama oynayan politikacılardan çok daha önemli! Her şeyden önce gençler, üzerinde yaşadığımız bu ülkenin geleceği…

Artık bu eğitim enkazını bir köşeye kaldırarak, yeni bir bina inşa etmenin zamanı gelmedi mi?

Daha da geç olmadan…

 

 
Toplam blog
: 3
: 117
Kayıt tarihi
: 09.05.19
 
 

İstanbul Üniversitesi, Sosyoloji ..