Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Ekim '21

 
Kategori
Kitap
 

Mihrace - Nehir

Mihrace – Nehir

“HAYDİ BAKALIM NEHİR HANIM, ŞU GRAMOFONU ÇALIŞTIR DA BİRAZ DAHA KEYFİMİZ YERİNE GELSİN.”

Nehir ellerinde güllerle içeri girdiğinde, Mihrace yatakta oturuyordu.Nehir kapıda durup bir süre babaannesine baktı. Mihrace de torununa bakıyor, gülümsüyordu. Mihrace:

“Sana baktığım tüm zamanlarda geçmişim gözlerimin önüne geliyor ne yazık ki!

“Neden ne yazık ki diyorsun babaanne? Ne güzel işte.”

“Yok yavrum, güzel değil. Neyse, gel seni öpeyim.”

Nehir şaşırmıştı, merakla Mihrace’nin yüzüne baktı. Nehir Mihrace’nin yanına giderken, Emine Hanım gülleri almıştı. Nehir:

“Beni çok korkuttun!” Mihrace:

“Sen bana ne yaptığını bir bilsen!”

Nehir gözlerini açarak sordu.

“Bilecek miyim babaanne, bir sır olduğu açık, ne zaman bileceğim?”

Mihrace derin bir nefes aldı.

“Ben ne zaman taburcu oluyorum canım.”

Nehir babaannesinin beklediği cevabı gülümseyerek verdi.

“Ahmet ağabey ile konuştum. Kendini üzmemeye söz verirsen hemen çıkabilirmişsin.”

“Söz veriyorum. Hemen çıkalım, çok sıkıldım.”

Nehir, Emine Hanım’a doğru bir adım attığında babaannesinin sesi farklı gelmişti.

“Nehir beni oraya götür.”

Nehir babaannesinin bu isteğine itiraz etti.

“Hayır babaanne, cesaret edemem artık.”

“Nehir evladım, beni oraya götür. Sır bitecek. Yılların biriktirdiği içimdekilerin çıkması lazım artık! Beni oraya götür evladım.”

Mihrace çok dalgın ve hüzünlü bir ifadeyle âdete fısıldarcasına konuştu.

“Beni bekliyor.”

Nehir babaannesinin sesindeki kararlılıktan şaşırmıştı.Bir süre babaannesine baktı. Mihrace:

“Beni lütfen oraya götür. Artık orayı biliyorum; o kadar heyecanlanmam ki. Biliyorum sen korkuyorsun. Unutma, seni oraya ben gönderdim. “

Nehir yine itiraz etti.

“Babaanne, Ahmet abi bir süre heyecanlanmaman gerektiğini söyledi.”

Mihrace torununa sesini yükseltti.

“Ahmet abi, Ahmet abi… Nehir beni kızdırıyorsun. Bu yaştan sonra sence çok takar mıyım Ahmet ağabeyini? Doktorları bilmez misin hem, biri bin yaparlar.”

Nehir babaannesine sarıldı.

“Ahmet abiyi belki dinlemezsin ama beni dinlersin. Beni üzmezsin sen. Lütfen bana biraz zaman ver babaanne. Ne olur. Ne olur.”

Mihrace başını önüne eğerek isteksizce cevap verdi.

“Peki. “

Nehir babaannesine sarıldı.

“Üzülme, ben de geleceğim seninle. Bugün cuma, zaten iki gün de tatil veririm kendime, pazartesine kadar gitmem, beraber oluruz. “

“Buna çok sevindim. Senin artık bazı şeyleri öğrenme zamanın geldi. Benimle gelmen iyi oldu; sana her şeyi anlatacağım.”

Babaannesinin bu sözü Nehir’i çok şaşırttı.

“Sultanım ciddi misin? Aman Allah’ım!”

Mihrace gülümsedi. Nehir:

“Canım sultanım. Telefon edeyim de ofisten araba göndersinler, gidelim. Ben taburcu işlemlerini yaptırıp geliyorum.”

Nehir hızla odadan çıktı. Mihrace:

“Emine artık zamanı geldi anlatmanın, değil mi?”

Emine Mihrace'nin gözlerine bakarak cevapladı.

“Haklısın, konağı da Nehir’e verdikten sonra artık zamanı gelmişti.”

Mihrace gülümseyerek Emine’nin elini tuttu.

“Sen benim çalışanım değil en büyük sırdaşımsın. Allah senden razı olsun, bana çok destek oldun yıllardır.”

Emine gülümsedi.

&

 

Nehir içeri girdiğinde onu uyuyor buldu. Karyolanın yanına yaklaşarak babaannesine baktı.

“Allah’ım bir insan seksenin üstünde nasıl bu kadar güzel olabilir?”

Babaannesi çok eskilerden kalma antika kocaman yatağında bir melek gibi uyuyordu.

Karyolanın dörtkenarından yukarıya çıkan ahşaplardan birini tuttu, yine eskilerden kalan beyaz delikli işle işlenmiş cibinlik modeli yukarıdan aşağıya doğru inen örtüyü eli ile okşarken içinden, “Her taraf Mihrace ile dolu.” Dedi.

Odanın her tarafına bir kez daha bakma isteği duydu. Her şey babaannesi gibiydi;

‘Eski ama güzel…’ Nehir:

“Her zaman bu odanın ‘büyülü oda’ olduğunu düşünmüşümdür. Ne kadar huzurlu ve güzel “

Babaannesi varlığını hissetmiş olmalıydı ki, yavaşça kıpırdandı. Nehir:

“Babaanneciğim uyandırdım mı seni?”

Mihrace Hanım gözlerini açtı. Gülümsedi.

“Dalmışım. Çok mu uyudum?”

“Hayır babaanne, belki bir saat”

“Sen ne yaptın?”

“İşlerim vardı biraz; onları toparladım. Telefonlar falan, hep aynı...”

Mihrace gülümseyerek torununa baktı.

“Kıvanç’la aran nasıl?”

“Her zamanki gibi, değişen bir şey yok.”

“Nehir, sizi anlamak mümkün değil. Siz gençler bir âlemsiniz.”

Emine hanım içeri girdi.

“Nehir Hanım bir arkadaşınız babaannenizi ziyarete gelmiş.”

Nehir şaşırmıştı.

“Kimmiş?”

“Sanıyorum dans hocasıyım dedi.”

Nehir bir anda ayağa kalktı.

“Ekmel mi gelmiş?”

Mihrace, Nehir’in heyecanına bakarak:

“Ekmel senin dans hocan değil mi?”

Nehir gülerek konuştu.

“Evet babaanne… Ben gidip karşılayayım. Buraya gelmesini ister misin bilmiyorum.”

“Yok evladım, iyi olursam ben gelirim. Teşekkür ettiğimi söyle canım.”

Nehir babaannesinin elini tuttu.

“Şimdi gidiyorum, ben gelene kadar dinlen, unutma, bana anlatacakların var.”

Mihrace gülümsedi. Yorgundu.

“Tamam tamam, haydi misafiri bekletme, ayıp olur.”

Nehir babaannesinin salonuna geldiği zaman Ekmel’i ceviz büfenin önünde resimlere bakarken buldu. Uzun boylu, esmer, genç adam dikkatle resimleri inceliyordu. Nehir bir süre sessizce baktı.

“Ekmel bu ne hoş sürpriz. Hoş geldin.”

 Ekmel hafifçe irkildi.

“Hoş bulduk. Seni merak ettim. Ofisi aradım, babaannenin hastalandığını söylediler.”

Nehir, Ekmel’in yanına geldi. Tokalaştılar. Ekmel Nehir’e sıkıca sarıldığında Nehir Ekmel’in sarılmasına hem şaşırdı hem de tedirgin oldu. Ekmel:

“Özür dilerim, habersiz geldim, ama seni çok merak ettim.”

“Önemli değil.”

Nehir eliyle koltukları işaret etti.

“Otursana, ayakta kalma.”

Camın önündeki berjer koltuklara karşılıklı oturdular. Ekmel:

“Babaannen nasıl oldu? Daha iyi mi?”

“Evet, şimdi daha iyi. Tansiyonu çok yükseldi. Şu an dinleniyor; doktor kontrolünde zaten devamlı.”

Emine Hanım elinde çay tepsisi ile odadan içeri girdi. Ekmel:

“Hiç zahmet etmeseydiniz. Ben çok kalmayacağım zaten.”

Nehir gülümseyerek;

“Geldiğin için teşekkür ederim. Bir çay içelim; gidersin.”

Ekmel ve Nehir çaylarını içip sohbet ettiler.” Ekmel:

“Ben artık izin istiyorum. Sen de yorgun gözüküyorsun. Bir şeye ihtiyacın olursa hangi saat olursa olsun beni ara.”

“Ekmel çıkıyorken Nehir ona gülümsedi.

“İlgine çok teşekkür ederim. Sağ ol.”

Ekmel gitmişti. Nehir hala şaşkındı. Ekmel’in neden geldiğini anlamamıştı.

“Çok ilginç, bu adamda bir gizem var, ama daha çözemedim.”

Bir süre camdan dışarı bakan Nehir, Ekmel’in gidişini izlerken bir yandan da düşünüyordu.

“Geçen gün dans ederken bir şey dikkatimi çekmişti; neydi o?”

Hatırlamaya çalışıyordu.

“Hatırladım.”

&

 

Ekmel Nehir’in beline sarılmış, yeni bir dans figürüne çalıştırıyordu. Diğer bütün öğrenciler gitmişti.

Nehir yalnız oldukları için biraz da tedirginliğin etkisiyle Ekmel’e merakla sormuştu.

“Diğer arkadaşlar neden bugün yoklar? Ders saati bitmedi ki…”

Ekmel tedirgin olmuştu.

“Onlar bugün bir dans gösterisi izlemeye gittiler.”

Nehir şaşırmıştı.

“Biz neden gitmedik? Sonuçta onlar öğrenmek için gidiyorsa ben de gidebilirdim.”

Ekmel tedirgin tedirgin kapıya bakıyordu.

“Şey, sen derslerden geri kaldım diyordun ya ben de gitmek istemeyeceğini düşündüm.”

Ekmel’in telefonu çaldı. İzin isteyerek telefona bakmaya gitti. Telefonda konuşanı dinlerken birden yüzü bembeyaz oldu. Nehir şaşırmıştı. Ekmel:

“Tamam, anladım, geleceğim, sakın bir şey yapmayın.”

Nehir tedirgin olmuştu.

“Bir şey mi oldu? Kötü bir haber mi?”

Ekmel başı ile yok dedi. Telefonu kapadığında çok tedirgin gözüküyordu.

“Nehir kusura bakma, dersi kesmek zorundayım; hemen çıkmamız gerekiyor.”

Nehir şaşırmıştı.

“Tamam, ama ne oldu? Ceset görmüş gibisin.”

Ekmel ağzının içinde lafı geveleyerek sessizce konuştu.

“Burada kalırsak birazdan bir ceset olacak.”

 Nehir müziğin sesinden ne dediğini duymamıştı

“Ne dedin? Duymadım.” Ekmel:

“Yok, yok, bir şey demedim. Haydi çıkalım, seni arabana kadar götüreyim.”

Nehir hemen montunu ve çantasını aldı. Kapıdan çıkmak üzere iken merdivenlerden çıkan üç adamla karşılaştılar. Adamlar mafya fedaisi kılıklı karanlık tiplerdi. Nehir korkmuştu. Adamlar ters, ters bakıp üst kata doğru gitmişlerdi.

&

 

Nehir hala camın önünde dışarıya bakıyordu. Hatırladığı olayın etkisinden kurtulamamıştı.

“Ne garip bir geceydi, ödüm kopmuştu valla. Ekmel mafya desem değil, ama karanlık bir durum var. Çözemedim gitti.”

Biraz daha camdan sokağı seyretmeye devam etti.

“Sanki geçmişi yok gibi. Kıvanç’a mı sorsam acaba?”

Kafasını olumsuz salladı.

“Aman, deli miyim ne? Kıvanç adama zaten arıza çıkarıyor, şimdi tümden arızaya bağlanır. Neyse boş ver, çıkar ortaya nasıl olsa.”

Emine’nin sesi ile yerinden sıçradı.

“Kızım iyi saate olsunlara mı karıştın? Neden kendi kendine konuşuyorsun? Babaannen uyandı, seni soruyor. Ihlamur yaptım size.”

Nehir camın önünden ayrıldı.

 “Korkuttun Emine teyze, dalmışım, yüksek sesle düşünüyordum. Tamam, hemen gidiyorum.”

Nehir, Emine’ye gülümseyerek salondan çıktığında, Emine başını iki yana sallayarak kendi kendine konuşuyordu.

“Tövbe Yarabbi, bu gençleri anlamak mümkün değil valla!”

&

 

Nehir babaannesinin odasına sessizce girdiğinde Mihrace’nin gülümseyerek onu beklediğini gördü. Mihrace:

“Güzel kız. Gel bakalım.”

“Sultanım nasılsınız?”

“İyiyim prensesim. Sen nasılsın?”

 “İyiyim. Sizleri görünce, hele böyle de sağlıklı ve güzel görünce çok daha iyi oluyorum biliyorsunuz.”

“Gel yanıma, şaklabanlık yapma, gel… “    

Nehir yatağın yanındaki geniş berjer koltuğa ayaklarını altına alarak oturdu. Emine elindeki ıhlamur fincanları ile odadan içeri girmişti.

“Ellerine sağlık Emine… Bu ıhlamur çok iyi gelecek şimdi.”

Emine gülümseyerek konuştu.

“Siz iyi olun da ben başka bir şey istemem.”

Mihrace Nehir’e dönerek konuştu.

“Haydi bakalım Nehir Hanım, şu gramofonu çalıştır da biraz daha keyfimiz yerine gelsin.”

Nehir hemen yerinden kalkıp ilerideki yuvarlak yüksek sehpanın üzerindeki gramofonun yanına gitti. Edith Piaf’ın bir plağı vardı. Gramofonu çalıştırdığında müzik sesi odaya yayılmıştı. Babaannesinin yanına dönerek koltuğa oturdu. Nehir:

“Babaanne ne olur söz ver bana, sağlığına dikkat edeceksin.”

Mihrace eliyle işaret ederek konuşuyordu.

“Yahu kızım, yaş gelmiş bilmem kaça? Artık unuttum, daha ne yaşayayım, uğraşayım. Yeter artık, yoruldum.”

Nehir suratını asarak babaannesine baktı.

“Bunları hiç duymamış olayım Mihrace Sultan. Ne biçim konuşma o öyle? Eee… Ya ben? Ya ben? Ben ne olacağım? Tabii bizi düşünen yok.”

Mihrace gülerek torununun elini tuttu.

“Seni nasıl düşünmem. Sen benim sadece torunum değil, üstelik gençliğimsin. Seni unutur muyum?” Gerçekten çok yaşlandım be kızım.”

Nehir suratını asmış, üzülmüştü.

“Mihracem belli oldu. Bugün kendimize acıma günümüz anlaşıldı. Biraz tansiyonumuz çıktı, iki dirhem hastanede yattık ya, tamamdır artık. Ama senin şansın benim doğduğum gün gitmiş. “

Mihrace’nin ellerini tuttu. Mihrace:

“Nedenmiş o bakayım?”

Nehir babaannesinin yanaklarını okşayarak konuşuyordu.

“Öyle kendini ihmal etmek yokta ondan.”

“Ya ben kendimi zaten ihmal etmem. Bilmiyor musun? Ne yürüyüşümü aksatırım ne de ballı sütümü.”

Nehir gülümseyerek Mihrace’nin ellerini öptü.

“İyi de o zaman bu çok yoruldum filan ne?”

Mihrace torununa sarıldı.

“Biraz da ben nazlanayım canım.”

Nehir yataktan doğruldu.

“Babaanne bana anlatacak mısın?”

Mihrace derin bir of çekti.

“Sana anahtarı verdiğim gün başıma gelecekleri bilmem lazımdı.”

Nehir babaannesinin yanına iyice yaklaştı. Ellerini tuttu.

“Evet, ne kadar şaşırmıştım. Nasıl şaşırmam. Çağırdın beni…”

Nehir anlatırken tekrar o günü hatırlamaktaydı.

 

Nazan Şara Şatana’nın yayınlanmak üzere hazır olan MİHRACE – NEHİR kitabından…

 
Toplam blog
: 1731
: 4678
Kayıt tarihi
: 09.12.10
 
 

Turizmci; Genel müdür Yazar ; Romanlar, senaryolar müzikkaller... Sinema filmleri, TV filmleri.....