Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Nisan '07

 
Kategori
Haber
 

Millet iradesi ne zaman " temsil zaafiyeti " oldu?

Millet iradesi ne zaman " temsil zaafiyeti " oldu?
 

YÖK, Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili görüşlerini açıklamış.

Her vatandaşın birey olarak eşit şartlarda görüşünü bildirmesine imkan tanıyan demokrasilerde, Üniversite rektörlerinin ve bütün yüksek öğrenimi temsil eden bir kurumun, görüş bildirmesi kadar doğal bir şey olamaz. Bu açıdan bir anlamda YÖK’ün üstüne düşen bir görevi yerine getirmiş olduğu bile söylenebilir.

Bu görüş bildirme elbette ki mutlaka hükümetten yana, olumlu olmak zorunda değil. Aslında eleştiri olumlu ve olumsuz yönleri içeren bir olgudur. Fakat nedense bizde hep olumsuzluğu akla getirir. Hatta olumlu eleştirileri biz yağcılık ve yalakalık olarak adlandırırız.

Oysa bir kurumun yaptığı bazı yanlışları belirtirken, iyi şeyleri de ortaya koymak, ona yol göstermesi, bundan sonraki davranışlarını düzenlemesi açısından daha yararlı olur. Tabii bu çerçevede YÖK’ün ya da başka kurum ve kuruluşların hükümeti olumlu yönde etkileyecek ve motive edecek bir beyanatlarına hiç tanık olmadık.

Hani derler ya bozuk saat bile günde iki kere doğru zamanı gösterir. Bu bağlamda bu hükümetin yaptığı tek iyi bir iş olmamış mıdır acaba?

Anlaşılıyor ki, kurum ve kuruluşlarımız, toplumun genel yapısına ve sürekli ilerlemesine katkıda bulunacak eleştiriler yapmak, yol göstermek, yanlışı ve doğruyu anlatarak halkı bilinçlendirmek gibi niyetlerin ötesinde, sadece partizan bir bakış açısıyla, iktidardaki siyasi grubun yaptığı doğru yanlış her şeye, tenkit edilecek, karşı çıkılacak bir fikir gözüyle bakıyorlar.

Bunun en açık örneklerinden biri Avrupa Birliği meselesidir.

Geçmişte bunun için her türlü tavizi vermeye hazır bir davranış sergileyenler, bugün AKP hükümetinin bu konudaki çabalarına destek olmaktan geri çekildiler. Çünkü AKP yapıyorsa karşı çıkmak en azından destek vermemek lazım. İşte benim yanlış bulduğum anlayış budur.

YÖK başkanı Sayın Erdoğan Teziç’in, bulunduğu mevkiin saygınlığını temsil edecek bir tarzda cumhurbaşkanlığı seçimi konusundaki görüşlerini herkes merak etmeli, o da çıkıp bunu anlatmalı ve dinleyen herkes olumlu ya da olumsuz, söylediklerinden bir haklılık payı çıkarmalıydı.

Fakat böyle olmuş mudur? Hayır. Böyle bir toplantının tertibi bile, olayın rotasını önceden gösteriyordu. Neden? Çünkü sayın Teziç yukarıda deyindiğim gibi olumlu bir katkı için asla söz söylemeye gerek duymazdı.

Bunu bir tarafa bırakalım. Siz bugüne kadar sayın Teziç’in Üniversitelerin sorunları, çözümleri konusunda bir toplantı tertiplediğini, bilimsel ve akademik çalışmaların ön plana çıkarılması, öğrenci meselelerinin halledilmesi gibi bizatihi başında bulunduğu kurumun dertleriyle ilgili bilgi verdiğini, hükümetten bu konuda bir talepte bulunduğunu gördünüz mü? Hayır… Ama siyasi konularda bir muhalefet partisi gibi hareket ettiğine hep şahitsiniz.

İşte bu tek taraflı ve pek taraflı tutumlar sebebiyle sayın Teziç’in çok olağan sayılması gereken toplantısı maalesef tepki görmüş ve onu yapması gereken işleri bir kenara bırakıp yapmamamsı gereken işlerle uğraşan bir kişi konumuna düşürmüştür.

2002 yılında Türkiye, belki de dünyada bir eşine rastlanmayacak sonuçlara sahip bir seçim dönemi yaşamıştır. Meclisteki siyasi partilerin hiç biri seçimlerde barajı aşamamış ve parlamentoya uzun yıllar sonra sadece iki parti girerek, bir parti tek başına iktidar olmuştur.

O günün şartlarında çok da haklı ve yerinde görünen bu milli iradenin, aradan geçen 4, 5 yıl sonra –ki bu da ilk kez Türkiye’de bir seçim döneminin dört yılı geçmesi bakımından bir rekordur– bu kadar işler ve işlemler yapılmasının ardından, şimdi istediği kişiyi cumhurbaşkanı seçebilir diye “temsil zafiyeti”ne dönüştürülmek istenmesine dikkatinizi çekmek istiyorum. Bu Türk demokrasisine yapılabilecek en büyük hakaret ve en büyük haksızlıktır.

Millet iradesinin hiçe sayılmasıyla oluşturulmuş ve yaşatılmış bir demokrasi olamaz. Zaten bu demokrasinin ruhuna aykırıdır. Düne kadar demokrasinin araç değil amaç olduğunu anlatmak için uğraşanların, bugün demokrasiyi kökten yok sayacak kadar bir çelişki içine düşmelerinin mantığını kavramakta da zorluk çektiğimi belirtmeliyim.

Öte yandan, hükümetlerin kurulması ve yıkılması için sayın Demirel’in ağzında yıllarca sakız olmuş “bulun 226’yı” deyimini unutmak mümkün müdür? Şimdi meclisin toplanması için 367’de dayatanların, bu kadar zorlamalara başvurmasını anlamak gerçekten çok zor.

Cumhurbaşkanını sonuçta meclis seçecek. Meclisin kararına saygılı olmak hepimizin görevi. Elbette seçim öncesi, her türlü görüş ve düşünce ortaya atılacaktır. Demokrasinin henüz bizim anlayıp uygulayamadığımız bir fazileti de karar aşamasına kadar herkesin farklı görüşlerini açıklamasına rağmen, sonuçta çoğunluğun aldığı karara herkesin saygı duyması ve artık o konuda başarıya ulaşılması için çaba harcamasıdır.

Bari bunu başarabilsek de, sivil demokrasiyi artık rayına oturtabilsek diye düşünüyorum.

 
Toplam blog
: 859
: 979
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, ekonomik..