Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Aralık '15

 
Kategori
Deneme
 

Millet mekteplerinden Köy Enstitülerine---Ötekilerin hikayesi (onuncu bölüm)

Millet mekteplerinden Köy Enstitülerine---Ötekilerin hikayesi (onuncu bölüm)
 

o çocuklar


Çiçekler belli bir düzen içinde dikilmiş, araları çimenlikti. Duvarın kenarına düzgün sıra ile aralıklı olarak meyve ağaçları dikiliydi. Hemen orada geniş çimenlik olan yerde güzel bir masa etrafına üç sıra konmuştu.
 
Muhtar misafirleri oraya buyur etti. Kaymakamın ve diğerlerinin gördükleri karşısında dilleri tutulmuştu. Yalnız Ali efendi ve Rıza çavuş şaşkın değildi. Çünkü onlar çok kere bu köye gelip gitmişti.
 
Misafirler sıralara oturdu. Birisi kırmızı bir testi getirip koydu. Biri de tepsi de pırıl pırıl dört üzeri çiçek desenli su bardağı getirdi. Hayri efendi “siz susamışsınızdır be ya. Hele için bakalım bizim çatal pınarın suyundan da kendinize gelin” dedi.
 
Onun göçmen şivesiyle konuşması, her sözünün ardına “be ya” diye eklemesi çok tatlıydı. Kaymakam “içelim bakalım be ya. Koy suyu muhtar” deyince gülüştüler.
 
Kırmızı testinin suyu buz gibiydi. Muhtar “bu testiler suyu sovuk tutar. Hele bir de sabahın ayazını yesin. Valla çelik gibi olur” dedi. Hepsi susamıştı. Çatal pınarın suyundan ikişer bardak kana kana içtiler. Muhtar “eh! Böylece karnınızı da doyurduk” dedi. Sonra “şaka ettim be ya” dedi.
 
Gülüşmeler devam ederken kaymakam bu gezintinin niye olduğunu söyleyince muhtar Hayri efendi “çok iyi yapmışsınız be ya. oj gelmişsiniz sefa getirmişsiniz. Biz de dün gece karı kızan epimiz köylüyle toplaştık. Onlara sizin dediklerinizin epsini bi tamam anlattım. Epicinin aklı yattı bu işe. ‘Epimiz varız bey ya okumaya. Yeter ki devlet elimizden dutsun’ dediler” dedi.
 
Muhtar “karı kızan episi” deyince kaymakam ve diğerleri biraz şaşırdı. Hiç söze karışmayan baş muallim Fethi bey “kadınlar da geldi mi?” deyince muhtar “gelmez mi be ya. Biz de kadın erkek ayrı olmaz muallim bey. Erkek nereye kadın oraya… Biz de öyle” dedi. Kadınların Gazi’ye adeta taptıklarını söyledi. Onun kendilerine sağladığı hakları, kendilerini insan yerine koymasını hele nikah ve miras işini çok beğendiklerini söyledi.
 
“Gerçi bizim orada da üyleymiş. Ama buraya gelince iş değişmiş tabi. Koca karılar ele; ‘Gazi’ diyor başka bir şey demiyor” dedi
 
Muhtarlıkta iki salon olduğunu birinin erkekler için diğerinin kadınlar için yaptıklarını, muhtarlığın arka tarafına da gençlerin kışları toplanıp sohbet edecekleri bir yer yaptıklarını söyledi. “Köy çok böyük be ya. Taa nerden nereye… Episi gelemiyor. Kısmet olursa ta öte tarafa da kadınlar için bir yer yapacaz. Hani toplaşıp dikiş nakış yapsınlar diye” dedi.
 
Yaşlılardan geldikleri yerde okula gidenler varmış. Bu mektep işi için en çok onlar sevinmiş. “çok ehtiyaç bu. Okumadan üğrenilmez” demişler.
 
Bu şekilde soru cevap epey sohbet ettiler.
 
Muhtarı şaşkınlıkla dinleyen kaymakam, muallim ve diğerleri çok memnun olmuştu. Hepsinin Kavak köyünde sıkılan canları Yusufçuk köyünde bulduğu moralle çok mutluydu.
 
Kendi aralarında bu mektep işinin tutacağı yönünde inançlarını belirtirken muhtar bir ara kayboldu.
 
Sonra bulundu geldi “buyurun efendim muhtarlığa”
 
Kaymakam “doğru buraya kadar gelip muhtarın anlattığı muhtarlığı, toplantı odalarını görmeden olmaz” deyince hepsi kalktı muhtarın peşi sıra muhtarlık binasına yürüdü. Kapıdan girince geniş bir hol olduğunu oradan yukarı bir merdiven çıktığını ve iki kapı olduğunu gördüler.
 
Muhtar “bu merdivenden yukarı muhtar odasına ve gelen misafirleri ağırlamak için ayırdığımız iki odaya çıkılır” dedi.
 
Kapılardan birini açtı “burası erkeklerin toplantı yeri. İçinde ela da var” dedi.
 
Sonra “evet bu arası da kadınların ve kızçelerin odası” deyip kapıyı açınca içerde büyük bir masanın üzerinde tabaklar olan büyük bir salon gördüler. Muhtar “buyurun bakalım. Benim karı size bi şeyler azırlamış” deyince kaymakam “ne ara hazırlattın bunu muhtar?” dedi; ama memnun olmuştu.
 
Çünkü Çamdibinde yedikleri börekten bu yana at sırtında gelirken hepsinin karınları acıkmıştı. O memnuniyetle kadınların salonuna girdiler. Hepsi şaşkınlık içindeydi.
 
Çünkü böyle düzgün yerleşim kendi evlerindeki salonda bile yoktu. Duvarın tavanla birleştiği yerde ahşap tura dönüyordu. Duvarın birinde bir duvar halısı asılıydı. Yer muntazam ahşap kaplıydı. Yine ahşap düzgün sıralar vardı. En dipte bir kapı gözüküyordu. Muhtar oranın bayanların tuvaleti olduğunu söyledi. Onun yanında ocak, önünde kuzine vardı. Muhtar kadınlar toplanınca orada kendilerine çay falan yaptıklarını söyledi. Erkeklerin orada da aynısı olduğunu anlattı.
 
Hemen önlerinde ahşap çok düzgün bir masa üzerinde çiçekli örtü serilmişti. Masanın etrafında sandalyeler vardı. Pencerelerde de çiçekli perdeler vardı.
 
Muhtar “bizim karılar, kızçeler burada toplaşır. Birbirine nakış dikiş üğretirler. Ama ben o iş için ayrı bir yer yaptıracağım” dedi. Salonu kendi hanımının başkanlığından kadınların keyfine göre döşediğini, akşamları ve hafta sonları özelikle kışın buranın dolu olduğunu anlattı.
 
Kaymakam ve diğerleri şaşkınlık içindeydi. Bu sırada kapıda bir kadın gözüktü; onlara “oj geldiniz” dedi. Yanında iki kız çocuğu vardı. Onlarla birlikte masanın üzerine tabak, çatal, kaşık koydular. Ortaya dışarıdaki çiçekli su bardaklarını getirip koydular.
 
Muhtar kaymakamın onlara merakla baktığını görünce kadını gösterip “bu benim Acer’im gaymakam bey. Bunlar da kızçelerim. Bir ablaları vardı. Kocaya gitti. Bir de ellerinizden üper kızanım var” dedi bakındı; onu göremeyince “kızan çalışır galiba” dedi.
 
Muhtarın bu tanıştırmasını ilgiyle izleyen kaymakam muhtarın eşine “memnun oldum efendim” dedi. Bu sıra hafif gülümseyerek oldukları yerde salınan kızlara baktı “maşallah muhtar. Kızların çok güzelmiş. Bunları da okutacaksın değil mi?” diye sorunca muhtar “epiciği okuyacak gaymakam bey. Acer bile akşam çok sevindi mektap işine. Kızçelerim okuyup memur olacaklar be ya. Üyle değil mi kızçeler?” deyince kız çocukları hafif salınarak “üyle babişko” dediler. Kızlardan biri Rıza çavuşun Ali yaşlarında vardı. Öbürü ondan bir iki yaş büyüktü. İkisi de sarı bukleli saçlı renkli gözlü, beyaz tenliydi. Renkli mintanları ve çiçekli şalvarlıyla çok hoş gözüküyorlardı.
 
Muhtarın hanımı Hacer de renkli gözlü; başında renkli tülbent başörtüsü vardı. sarı saçları tülbentin kenarından hafif çıkmıştı. Üzerinde işlemeli pembe mintanı altında çiçekli şalvarıyla güzel bir kadındı. Davranışlarıyla anaç birine benziyordu.
 
Konuklar muhtarın anlattıklarını dinlerken muhtarın eşi masayı donatmıştı. Fırından çıkmış göçmen ekmeğinin kokusu salona yayılmıştı. Kaymakam dayanamadı ev sahibiymiş gibi “beyler buyurun masaya” deyince gülüştüler.
 
Muhtarın eşine döndü “masa çok güzel gözüküyor. Elinize sağlık efendim” deyince muhtarın karısı saygılı bir ifadeyle gülümseyerek “hepsini kendi elcağızımla yapdım. Afiyet olsun” dedi sonra kızlarıyla dışarı çıktılar.
 
Hepsi masanın etrafına sıralanmış ahşap sandalyelere oturdular. Muhtar dışarıdan elinde büyük tencere ile geldi. İçinde çorba vardı. “Bakalım bizim güçmen çorbasını beğenecekmisiniz? Emen garnınız doyurmayın. Güvece de yer ayırın” dedi.
 
Çorbayı ve güveci fırında pişirdiklerini söyleyince kaymakam muhtarın onlar gelince orada tanıştırdığı kardeşi Musa’ya “acere süyle fırını yaksın” dediğini hatırlayıp muhtara “sen yemek siparişini biz gelince verdin her halde” deyince muhtar güldü.
 
Hanıma fırını yakması için haber göndermesi şifreymiş. Hanımı öyle haber alınca konuk geldiğini anlar hemen yemek için işe koyulurmuş. Her evin bahçesinde fırın varmış. Ekmeklerini hepsi kendi fırınlarında pişirirmiş. Diğer köylerde olduğu gibi yufka pişirmeyi burada öğrenmişler. Ondan da yaparlarmış.
 
Muhtar bunları anlatırken kepçeyle tabaklara çorba koydu. “Buyrun efendim” dedi.
 
Çorba çok lezzetliydi. İştahla içtiler. Sonra muhtar dışarıdan ikinci bir tencere getirdi. Onun içinde de etli güveç vardı. Ondan tabaklara koydu. Ortada dört tabakta da turşu vardı. Muhtar “güçmen turşusu. Acıdır aa!” dedi.
 
Büyük bir iştahla onu da yediler. Sonra tabaklarda baklava servisi yapıldı. Ardından ‘kahve’ derken güzelce karınlarını doyurmuşlardı.
 
Kaymakam muhtara “yukarıları gezelim” dedi. Yukarıda geniş bir muhtar odasında büyük bir masa duvarda kaymakamın verdiği Gazi’nin resmi asılıydı. Kenarlara da gelenlerin oturması için sıra konmuştu. Masanın hemen yanında iki de sandalye vardı. Muhtar için de ağaç koltuk vardı.
 
Konuk odaları da tertemiz çarşafların serildiği ikişer yatak olan odalardı. Odada gelen konuk için birer dolap bir masa ve iki sandalye vardı. Konuk odalarının içinde tuvalet vardı.
 
Az önce yemek yemeden önce ellerini yıkadıkları tuvalette çeşme görünce kaymakam şaşırmıştı. Şimdi de konuklar için olan tuvalette lavabo ve çeşme görünce dayanamadı “muhtar sizin evlerde de böyle çeşme var mı?” diye sordu.
 
Muhtar “var tabi efendim” dedi. Göç edip gelince köyü kurarken geldikleri yerdeki köylerini örnek almışlar. Muhtar “orada bütün evlerde çeşme varmış” dedi.
 
“Orada” dediği Üsküp’tü. Kaymakam bunu duyunca içi acıdı. Çünkü kasabada bile henüz bütün evlerde çeşme yoktu.
 
Muhtar öyle deyince “işte Gazi onun için ‘muasır medeniyetler seviyesi’ diyor. Orada ne varsa burada olsun istiyor. Çünkü kendi oraların yaşamını yaşayıp görmüş” dedi.
 
Muhtar “valla gaymakam bey. Başkalarını bilmem. Bizim küy alkı Gazi ülün diyecek ülür valla. Ele yaşlılarımız. Bize ‘bu adama iyi sarılın. Bu adam buraları bizim oralar gibi yapacak’ der” diye açıkladı.
 
Kavak köyünden sonra Yusufçuk ziyaretinde görüp duydukları hem kaymakamı, hem diğerlerini hem çok şaşırtmış, hem de çok sevindirmişti. Çünkü Yusufçuk köyü öteki köylerin imrendiği, benzemeye çalıştığı bir köydü. Ortada böyle mükemmel bir örneğin olması kaymakam ve diğerleri için bi şanstı. O ana kadar sessiz kalan savcı “bu köyden bana gelen hiç olay yok. Sanırım medeniyet bu işte” dedi.
 
Onların memnunluğu muhtarın keyfini artırmıştı. Hele kaymakam ilk olarak okul açılacak köylerine başında bu köyün geldiğini söyleyince muhtar daha memnun olmuştu.
 
Kaymakama “siz bize muallim verin yeter. Biz okulu da muallimin kalacağı evi de yaparız evelallah” dedi.
 
Kaymakam birlikte geldiği arkadaşlarına döndü “işte benim şansım böyle köylerin olduğu bir yerde görev yapmam. Gerçi Anadolu insanı her yerde aynı… Bizden onlara doğru güvenilir önderlik yapmasını bekliyor. Tarih bize çok önemli bir görev verdi. Bir devlet kurma görevi. Bu iş için hepimiz görevliyiz. Yani yarını biz kuracağız. Temeli ne kadar sağlam atarsak ileride ortaya çıkacak gafillere kaşı o kadar dayanıklı olacaktır. Sizi bilmem; ama ben bugünkü geziden çok memnun oldum. Çok şey de öğrendim. Bu gezileri sıkça yapıp köylerimizi daha iyi tanımak istiyorum” dedi.
 
Bu sırada etrafına toplanan köylüler alkışlamak isteyince kaymakam “alkış yok arkadaşlar. Alkış yok. Çünkü siz biz hepimiz el ele vereceğiz. Öyle şatafata da gerek yok. Kasabaya gelince ne derdiniz varsa gelip anlatın. Gerçi muhtarınız sizin sorunlarınızı anlatıyor; ama belki ona da söyleyemediğiniz sorunlarınız vardır. Ben ve arkadaşlarım sizin kardeşiniz ağabeyiniz sayılırız. Çekinmeden gelip derdinizi, isteğinizi anlatın” dedi sonra dönüp birlikte geldiklerine dönüp “öyle değil mi arkadaşlar?” diye sordu.
 
Hepsi de kaymakamı onayladı. Her zaman kapılarının açık olduğunu söyledi.
 
Kaymakamın yaptığı konuşmadan sonra muhtar ve oradaki köylülerle teker teker vedalaştılar. Kaymakam muhtara her şey için teşekkür edince muhtar “estağfurullah gaymakam bey. Ne yaptık. Er zaman bekleriz. Yengeleri de getirin” dedi.
 
Sonra dışarı çıktılar. Getirilen atlara bindiler. Ve “hoşça kalın” deyip atlarını yola sürdüler.
 
Arkalarından bakan muhtar kaymakamın çok faydalı biri olduğunu söyledi. “Epiciği üyle. Başımızda büyle adamlar oldukça sırtımız yere gelmez” dedi. Bu sırada iş için gelen birileri vardı. Onların yanına yürüdü.
 
Yolcular da gedikleri yoldan gerisin geri gidiyordu. Bu köy gezisi hepsini çok memnun etmişti. Kaymakama sık sık bu geziyi yapmayı önerdiler. Haftaya Çamdibine konuk gelmeyi kararlaştırdılar. Yol boyunca neşe içinde sohbete devam ettiler. Rıza çavuş ve muhtara çok teşekkür ettiler.
 
Bir süre sonra yol ayrımına geldiler. Kaymakam “muhtar biz bu yoldan dönelim. Bu gün bizimle olduğun için teşekkür ederim. Bu mektep işi tutacak. Onu gördüm. En zor köy Kavak’ta bile Hamdi hoca gibi bir destekçimiz var” dedi.
 
Onlar da vedalaşıp kasabaya yollandılar…
 
Muhtar ve Rıza çavuş da bu geziden memnun olmuşlardı. Onlar da atlarını köylerine sürdüler.
 
Kaymakam Ali efendilerden ayrılınca yanındakilerin belediye başkanını merak edip sormadığını fark etmiş; ama nedense onlar merak etmeyince o da bilgi verme gereği görmemişti “Nasılmış? Ben size hep anlatırım “bu millet her şeyin fakında diye” dedi ve “sizin merak edip sormadığınız belediye başkanının olmadığını muhtar bir bakışta anladı” dedi. Sonra belediye başkanının vilayete niye gittiğini anlattı; arkasından “Gördünüz değil mi? Halk yeniliğe susamış. Yıllardır sanki paslanmışlardı. İstiklal savaşıyla başlayan uyuşukluktan sıyrılmanın verdiği moral aynı devam diyor. Gazi bu işi iyi biliyor. Yani halktaki manevi gücü… Hiç beklemeden sanki önceden hazırlamış gibi her şeyi başlattı. Hele şu okuma yazma işi. Valla büyük cesaret… İlk konuşulmaya başladığında, Latin harfleri kabulünde bile ben çok umutlu değildim. Düşünsenize; hiç okuma yazma bilmeyen veya biraz Arapça bilen insanlara başka harflerle okuma yazma öğretmeye kalkıyorsunuz. Her vatandaşın başına birini diksen, eğer vatandaş istemezse olmaz. Bunu bildiği halde vatandaşta bu büyük enerjiyi görmüş. Daha dün toplantı yaptım. Bugün köylerde her şeyin konuşulduğunu görüyoruz. Akşam şehir kulübündeki manzarayı doktorla Fehmi bey gördü.
 
Herkes okuma yazma öğrenmeye gönüllüydü. Orada bir Tahsin efendi biraz mırın gırrın etti o kadar. Köyler demişsin ateş gibi. Valla arkadaşlar sizi bilmem ama ben çok kısa sürede büyük işler başarılacağına yürekten inanıyorum” dedi.
 
Onun bu uzun konuşmayı sessizce dinleyen kafiledekiler de benzer şeyler söyledi. Hele bu okuma yazma kurslarının bu kadar çabuk kabul görmesine şaşırdıklarımı ifade ettiler.
 
Baş muallim Fehmi bey millet mektepleri tartışmalarına katılan Cumhuriyet gazetesi sahibi Yunus Nadi beyin bu işin tutması için on yıl ömür biçtiğini, Kazım Karabekir Paşanın ise ‘yirmi yılda zor başarılır bu iş’ diye karşı çıktığını; ama Gazi’nin onlara “siz bu milleti tanımıyorsunuz. Tanımadığınızı da kısa sürede göreceksin” dediğini bir yerde okuduğunu söyledi. “İşte Gazi’nin liderliği buradan anlaşılıyor. Sanki bizden önce bu köylere dolaşıp onlarla konuşmuş gibi iddialı” dedi.
 
Söze giren yüzbaşı “tabi muallim bey… Gazi bu milleti çok iyi tanıyor. Bu milletin çocuklarının hangi zorluklara nasıl dayanıp neler başardığını görev yaptığı cephelerde görmüş. Onlara inandığı için neredeyse tek başına İstiklal savaşı için ayağa kalktı. Milletle el ele verip kazandı o savaşı. Şimdi de milletle el ele verince her şeyi başaracağına inanıyor. Onun için her şeyi birden başlattı. Bir mektep meselesi değil, şeriat kanununun yerine koyduğu medeni kanun az şey mi? Şapka demişsin öyle. Milleti Arapların görüntüsünden kurtarıp yeni bir kimlik kazandırdı. Yani yapılan şeyleri görünce gerçekten Gazi’nin ufkunun ne kadar geniş olduğu anlaşılıyor” dedi.
 
Diğerleri de cephede görüp tanıdıkları Mustafa kemal’le başarılamayacak hiçbir şey olmadığını söylediler.
 
Bu moral ve keyifle kasabaya giriyorlardı.
 
Sabah onları görüp “sabah sabah nereye gidiyor bunlar?” diye merak eden kasaba halkı kafilenin gülüşerek sohbet ederek döndüklerini görünce merakları iyice artmıştı. Bu meraklarını ancak Hacı Arif efendi veya tüccar Şaban efendinden gidereceklerini anlayan esnafın hepsi akşam yemeğinden sonra gidecekleri kulüp saatini iple çeker olmuştu.
 
Kafiledekiler Jandarma karakoluna kadar geldiler. Orada askerler gelip atları alıp gitti. Hacı Ariften emanet alınan atları yüzbaşı bir erle gönderdi. Kaymakam ve başmuallim de atlarını başka bir erle Hacı Arif’in oraya gönderdi. Çünkü atları hep orada duruyordu.
 
Bir süre jandarmanın kameliyede oturup günü değerlendirdiler. Akşama kulüpte buluşmak üzere evlere dağıldılar. Kaymakam ve muallim komşu olduğu için onlar birlikte gitti.
 
O akşam hepsi evlerinde yemek hazırlayan eşlerine karınlarının tok olduğunu söyleyip Yusufçuktaki ikramı ve gezide gördüklerini anlatıyordu. Bu sırada Çamdibi muhtarının hanımının davetini söyleyip haftaya Pazar günü oraya gideceklerini söylediler.
 
Kaymakam da aynı keyifle evine geldi. Onu hoşlukla karşılayan eşine o günkü geziyi özellikle Yusufçukta gördüklerini ve yedikleri yemeği anlattı. “Haftaya Çamdibine ailecek gideceğiz” dedi. Eşi “neyle gideceğiz?” deyince “o iş kolay. İki at arabası hazırlatırım. Onunla gideriz” deyince eşi çok sevinmişti.
 
O da o gün belediye başkanının evinde hanımların toplantısını anlattı. Kadınların hepsinin okuma yazma öğrenmeye çok hevesli olduğunu söyledi.
 
Kaymakam “öyle köyler, kasaba halkı hepsi gönüllü bu işe. Biliyormusun hanım. Ben çok şanslı insanım. Böyle bir yerde görev yapıyorum ve senin gibi sürekli destek olan bir eşe sahibim” deyince eşi “aa! Çok teşekkür ederim. Ben de senin bütün zorlukları aşıp başaracağına inanıyorum. İyi ki senin gibi bir kocam var” deyip sarılıp kaymakamı öptü.
 
Eşi de belediye başkanının hanımının ikramının çok iyi olduğunu söyleyip karnının tok olduğunu söyleyince; birlikte kendi yaptığı eşinin sütlaçı yediler. Sonra karşılıklı kahve içtiler… Kaymakam “hanım ben kulübe gideyim. Dün millet çok iyi tepki verdi. Sıcağı sıcağına bu işi başlatmak istiyorum. Orada dünden bu yana ne oldu; bir nabız yoklayayım” dedi.
 
Eşinden izin alıp kulübe doğru yürüdü.
 
O sırada kulüp her zamanki gibi erkenden dolmuştu. Özellikle akşamcılar masalarını kurmuş, oyun salonunda da şimdiden üç masa oyun kurulmuştu. O masalarda parasına kumar oynayanlar vardı.
 
Kaymakam öyle paralı oyunlara oturmazdı. Başka programı yoksa akşamları ve hafta sonları kulübe gelir briç, bezik oynardı.
 
Doktor, savcı, baş muallim, hakim, yüzbaşı hepsi bu kağıt oyunlarında usta sayılırdı. 
 
Toplam blog
: 182
: 232
Kayıt tarihi
: 12.02.13
 
 

Sanat Enstitüsü yapı bölümünden 1967 yılında Denizli'den mezun oldum. Buca Mimar Mühendislik Özel..