Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Kasım '09

 
Kategori
Siyaset
 

Milli mutabakat

Milli mutabakat
 

Açılımın mimarı


Bazı şeyleri zaman geçtikçe daha iyi kavrıyoruz. Yine bazı sözler de zaman içinde anlam kazanıyor.

Önce ortaya “Kürt Açılımı” diye bir laf atıldı. Bu lafın anlamını ve içeriğini sanırım Başbakan, Cumhurbaşkanı ve birkaç çok yakın mesai arkadaşlarından başkası bilmiyordu. Halen de içerik bilinmiyor. Ama bir plan ve programın olduğu muhakkak. Aksi halde Başbakan ortaya çıkıp da “bu iş yılbaşından önce bitecek” demezdi. Bu lafı ettiğine göre güvendiği bir şeyler var demekti. Her ne kadar son olaylarla güvendiği dağlara kar yağmış gibi görünse de, yolun başında Başbakan’ın belli bir güvene sahip olduğu ortada.

***

Açılım sürecinin sağlıklı yürütülmesinden sorumlu olan İçişleri Bakanı Beşir Atalay güya bazı danışma ve fikir geliştirme toplantıları yapmaya başladı. O sırada da sürecin adı gelen tepkiler üzerine yine hükümet tarafından “demokratik açılım süreci” olarak değiştirildi. Bu süreç içinde bakan kesinlikle sürecin içeriği hakkında bilgi vermedi. Anlatılanları dinledi ama uygulamaya koyacakları süreci kesinlikle açıklamadı. Hatta ısrarla henüz ortada olgunlaşmış bir plan olmadığından söz etti. Halbuki Başbakan takvim bile veriyor, “yılbaşından önce biter” diyordu.

CHP ve MHP bu sürece şiddetle karşı çıktılar. AKP’nin beklemediği kadar sert tepki verdiler. Ama hükümet kararlıydı. Planlanan neyse mutlaka uygulanacaktı. Başbakan öncelikle ana muhalefet partisini yanına almak için şartları zorladı. Hatta teamülün dışına çıkıp mecliste her gün gördüğü Baykal’a mektup bile yazarak görüşme talebinde bulundu. Ama bu görüşme de gerçekleşmedi. Başbakan konuşulanların gizli kalması şartını öne sürerken Baykal kamera ile kayıt altına alınmasını istedi. Bu arada halk arasında da bu sürece karşı kuşkular ve tepkiler artmaya başladı.

Bu hükümetin çok önemli bir özelliği var. Bir şeyi yapmak isterlerse ne pahasına olursa olsun yapıyorlar. Mesela Ermenistan ile imzalanan o protokol Türk halkının vicdanında kabul görmese de ısrarla imzalanmıştı. Bu süreç de böyle yürütülüyor. Halkın tepkisine karşılık sürecin adı yeniden değiştirildi ve “Milli Mutabakat Süreci” adını aldı. Başta Cumhurbaşkanı olmak üzere bu sürecin savunucuları hemen şehitleri söz konusu ederek halkımızın bu konudaki hassasiyeti harekete geçirmek istediler.

“Biz bu süreçle şehit cenazelerini durdurmak istiyoruz.”

“Artık analar ağlamasın…”

Ama bu sözler de bir işe yaramadı. En başta ağlayan analar bu sözlere karşı çıktılar. Onlar kalıcı bir barış için anaları ağlatanların mutlaka cezalandırılmalarını istiyorlar.

***

Dediğim gibi, kim ne söylerse söylesin, ne yaparsa yapsın, hükümet kararlıydı. Hazırlanan bu plan mutlaka uygulanacaktı. “İçeriği henüz oluşturulmadı” denilen plan uygulamaya konularak otuz terörist Türkiye’ye getirildi. Kamuoyuna da “bakın teröristler dağdan iniyorlar, terörü bitiriyoruz” mesajları verildi. Ama bu sefer de işi dağdan inen teröristler ve onların siyasi sözcülüğünü yapan partinin yöneticileri bozdu.

Teröristler üniformaları içinde zafer kazanan kahramanlar edasıyla ülkeye geldiler ve de yandaşları tarafından aynı şekilde karşılandılar. Hiç biri burunlarından kıl aldırmadılar. Sanırsınız, teslim olmaya değil de Türkiye Cumhuriyetini teslim almaya gelmişler. Zaten gerek onların gerekse Kandil’deki elebaşılarının ifadesi de böyle. Barış için şartlar ileri sürüyorlar. Sanırım sonunda savaş tazminatı da isterler. Çünkü şimdiden bazı arsız çevrelerde dağdan inenlere maaş bağlanması konuşulmaya başlandı.

***

Muhalefet ve bir kısım basın adı ne olursa olsun, bu sürecin Türkiye dışında ABD tarafından planlandığını ve bizim hükümete dikte edildiğini iddia ediyor. Hükümet ve ona yakın basın da buna şiddetle karşı çıkıp bunun kendi planları olduğunu savunuyor. Ama burada insan ister istemez kuşku duyuyor. Bu plan yüzde yüz bizim ürünümüzse içeriği ne diye saklanıyor. Başbakan kime ve neye güvenerek yılbaşına kadar bu işin biteceği garantisini veriyor?

DTP’nin tavrını önceden de biliyordu. Bu parti PKK’ya terörist demediği için Başbakan kendilerine aylarca randevu vermemişti. Hal böyleyken bunların Habur’da başlayıp da neredeyse Güneydoğu’nun tamamında gerçekleştirdikleri bu kışkırtıcı kutlamaları neden şaşkınlıkla karşılıyor? Daha önceden böyle davranışlar olmayacağının garantisini mi almıştı? Ve de Baykal’la gizli kapılar ardında neyi görüşecek, neler anlatacaktı? O anlatılacak olanları bizim bilmemiz niye istenmiyor?

***

Bizler vaktiyle savaş yapıp adına “Barış Harekatı” demiştik. Şimdi de demokratik açılım deyip demokrasilerde olmazsa olmaz olan şeffaflığı göz ardı ediyoruz.

Son söz; milli mutabakat tavanda değil, tabanda sağlanırsa anlam kazanır. Bilmediğim bir plan üzerinde neyin mutabakatını sağlayacağım ki?

 
Toplam blog
: 114
: 548
Kayıt tarihi
: 18.11.09
 
 

Emekli öğretmenim. Üç yıldır Söke Ekspres gazetesinde günlük yazılar yazıyorum. 2008 Yılında röpo..