Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Temmuz '09

 
Kategori
Blog
 

Milliyet Blog Yazarları ile Sanal Söyleşi

Milliyet Blog Yazarları ile Sanal Söyleşi
 


Değerli okurlar, şu anda Milliyet Blog platformunda ve belki de tüm blog siteleri içerisinde bir ilki gerçekleştirmekteyiz. Çok değerli tam on MB Yazarı dostumuz, birbirlerine yöneltmiş oldukları soru ve cevaplarıyla enfes bir sanal sohbet gerçekleştirdiler. Naçizane Bendeniz de, bu uygulamanın fikir babası olarak söyleşinin sanal moderatörlüğünü üstlendim.


Şimdi sözü yazar dostlarımıza vermeden önce sanal söyleşimizin formatı hakkında kısaca bir ön bilgi vermek ve teşekkürlerimi etmek istiyorum. Bu sohbete davet etmiş olduğum yirmiye yakın MB yazarımız içerisinden, on değerli dostumuz, sağolsunlar beni kırmayarak çağrıma icabet ettiler. Ben de öncelikle Sevgili Gülgün Karaoğlu, Esma Kahraman, Sabiha Rana, Sema Çürük, Tülin Aksoy ve Ruksan İldan Hanımefendiler ile Mesut Selek, Ahmet Balcı, H.Hüseyin Dulun ve Aydın Tiryaki Beylere en kalbi teşekkür ve muhabbetlerimi sunmak istiyorum.


Öncelikle belirtmeliyim ki bu on kişi de birbirlerinden, aynen sizler gibi bu blogu okurken haberdar olmaktalar. Her bir yazar dostumuzdan, kime sorduklarını bilmeden, herhangi bir konu-uzunluk sınırlaması olmaksızın, bir soru sormalarını rica ettim. Ve bu gelen soruları da, sohbetin yöneticisi olarak birbirlerine paylaştırdım, cevaplamaları için. Böylelikle, çok iyi tanıdıkları ama kim olduğunu bilmedikleri bir MB yazarına hem soru sorup hem de bir başka MB yazarının sorusuna yine kim olduğunu bilmeden cevap vermiş oldular.


Aşağıdaki giriş, bağlantı cümleleri ve mizansen kurguları bana ait olup, tırnak içinde, italik harf karakterleriyle kullanılan soru ve cevaplar çok sevgili MB Yazarı dostlarımızın orijinal söylemleridir.


Sanal sohbetimize başlarken ilk sözü Sevgili Mesut Selek Bey’e vermek istiyorum. Buyurun Mesut Bey, sanıyorum ilk soru Gülgün Hanım’a olacak.


Mesut Selek
: <ı>''Hayatta yapmak isteyip de yapamadığınız en önemli şey nedir?''


Gülgün Karaoğlu
: “<ı>Hayatta en çok istediğim tiyatro sanatçısı olmakmış, lise yıllarında ortaya çıkan bu isteğin bu denli güçlü olduğunu maalesef ki kırklı yaşlarıma doğru fark ettim! Sonrasında iş ve ev sorumluluğu amatör olarak dahi böyle bir çalışma içinde var olmama olanak tanımadı.

Yapmak isteyip de yapamadığım en önemli şey budur! Kırk altı yaşından sonra denk gelir de gerçekleştirir miyim, denk gelse de tekstleri ezberleyebilir miyim, bilemiyorum!”


Gülgün Hanım biz Size, bu konuda da güveniyor ve çok teşekkür ediyoruz içten yanıtınız için. Ve Sevgili Esma Kahraman’a yöneltmek üzere sorunuzu bekliyoruz merakla. Buyurunuz lütfen.


Gülgün Karaoğlu
: “<ı>Başınızdan geçen en komik anınız nedir?


Esma Kahraman
: “<ı>9 Eylül Hastanesinde yatarken akşam vakti yan odadaki Ferihan’la birlikte sıcak çikolata içmeye karar verdik ama oraya kadar yürüyebilmek bizim için çok büyük bir çaba gerektiriyordu. Azmettik ve gittik… Paramızı attık ama makine sıcak çikolatamızı vermiyor. Her defasında parayı geri alıp tekrar atıyoruz ama drinkimizi vermemekte kararlı. Sonra daha da ileri gitti ve paramızı da geri vermedi… Zaten zar zor gelmiştik ve makine bizle iddialaşınca fena halde kızdık ve makineyi yumruklamaya başladık. Makine o ana kadar yuttuğu bütün paraları bize verdi. İnadımız inat dedik ve parayı tekrar attık makine korkudan olacak sıcak çikolatamızı nihayet verdi.

Sıcak çikolata içebilmek için hiç bu kadar çaba sarfetmemiştim… Sonunda başardım.


Esma Hanım, Sevgili Sayın Yazarım, bu hoş anınızı bizlerle paylaştığınız için teşekkür ediyoruz. Ve bu, “zor durum” hatırasının ardından zor bir sorunuz olacak galiba Sabiha Hanım’a. Buyurunuz lütfen.


Esma Kahraman
: “<ı>MB bir aile midir? Neden?


Sabiha Rana
: “<ı>Evet, Milliyet Blog bir ailedir.

Milliyet Blog'a üye olan herkes, (yani bizler) dünyayı nasıl kendimiz yaratmışız gibi, hoyratça kullanıyorsak, (her nedense), sanıyoruz ki Milliyet Blog da aynen öyle. Sanki bizim babamızın tapulu malı. Oysa hepimiz biliyoruz ki, Milliyet.com ve Milliyet Blog, Sayın Aydın Doğan Beyefendinin kendi öz malı...

Bizler, bizlere sunulan hizmetlerin karşılığını bir arada paylaşırken, kendi fikir ve görüşlerimizin yanına, diğer MB Yazarlarının da fikir ve görüşlerini hayat dağarcığımıza katmalıyız. Bunun bizlere vereceği huzuru ve zenginliği hissetmeliyiz. Özellikle; yarınlarımıza doğru, hoşgörüyü elden bırakmadan yol almalıyız. Zorlansak da bunu istemeliyiz.

Şu ana kadar yaptığımız; ne yazık ki hem bize sunulanı hem de birlikte yol aldığımız MB Yazarı dostlarımızı, en duyarsız ve en haksızca, hatta yüzlerini dahi görmeden, sevgisiz ve saygısızca tartıştığımızı, kısacası eleştirdiğimizi sanıyoruz.

Acaba diyorum! Burası bize ait olsaydı, bizim birbirimize yazdıklarımız karşısında o zaman ne düşünür, nasıl sabır gösterir ve ne cevap verirdik?

Ahh işte!

Aklımıza bir gelse, bir düşünebilsek diyorum! ‘Bu dünyada bir tek kendi öykümüzün sahibi olduğunu’ ve bunun için de (aynen dünyadaki gibi) burada kendi eksi ve artılarımızla özellikle de yazılarımızla var olmaya çalıştığımızı. Evet. Bu var oluş içinde, 4871 üyesiyle birlikte, (hep beraber,) burada, MB'da bir aile olduğumuzu düşünüyorum. Kısacası; kasmak, kasılmak, yutmak ve yutulmak için değil.

Bitirmeye çalışmadığımız sevgi ve saygıyla, Milliyet Blog Ailesinin bütünlüğüne zarar vermeden yazmalıyız diyorum.”


Sabiha Hanım, bu zor ve hassas soruyu, çok anlamlı ve önemli mesajlar vererek cevapladılar. Çok teşekkür ediyoruz Sevgili Hanımefendi. Ve hemen, Ahmet Balcı Bey’e soracağınız ve yine ağırca olduğunu bildiğim sorunuzu lütfetmenizi bekliyoruz. Buyurunuz Sabiha Hanım.


Sabiha Rana
: “<ı>Yeniden doğacağınıza inanıyor musunuz?”


Ahmet Balcı
: “<ı>Yunus Emre ‘ölürse tenler ölür, canlar ölesi değil’ demiş. İlk aklıma gelen bu söz oldu. Ama konu yeniden doğmak olunca ben bunu bireyselleştirmeyi daha uygun görürüm! Niye derseniz; adamdan adama fark var da ondan! İnançlarımıza göre insanlar dünyaya denenmek için gönderilmişlerdir! Denemeyi başaranlar asli eleman olarak ahrette işe alınacaklar! Üç aylık kozmik süre ortalama 70 dünya yılına denk gelmektedir! Şair ‘Yaş otuz beş, yolun yarısı eder!’ derken bunu anlatmaya çalışıyordu. 35x2=70’dir bildiğiniz gibi! Kimi bu denemeyi kısa sürede tamamlar ve gider, kimi kazık çakar! Bireyselleştirmemdeki gayem, benim gibi dünyaya niye geldiği en yakın çevresinde bile sorgulanan ve cevabı bulunamamış bir olgu olduğu içindi! Ben ve benim kategorime giren insanların bu konuda umutları vardır. Girdi çıktı olayı yani! Hani pasaporta giriş-çıkış damgası vurdurma gibi bir şey bu sınırda. Ama aynı yerde görev yok. Aynı tende de yok! Yukarıda belirtmiştim ‘Tenler ölür’ diyor Yunus! Artık bundan sonra kimin tenine bürünürsem şansıma! Afrika’daki pigme de olabilir muson ormanlarındaki çekirge de olabilir. Hangisi boşsa! Bu konuda rahmetli dedemin anlattıkları beni böyle düşünmeye sevk etmiştir. ‘İnsanlar belli yaştan sonra eşek hayatı yaşar. Sonra köpek, daha sonra maymun olurlar’ demişti. Bu da yeniden doğmanın işaretini veriyor! Ruh değişik bedende tezahür ediyor! Şu an bendeniz ‘eşek’ bedenindeyim! Bakalım köpekliğe ne zaman terfi ederim! Bilmem anlatabildim mi?”


Evet; Sevgili Balcı, Sabiha Hanım’ın filozofik sorusuna, tam da Kendisinden beklediğimiz üzere süzme filozofik bir cevap verdi. Ve yine doyumsuz lezzetler yaşattı gönüllerimize. E bunca, yaşamın derin sırları üzerine kafa yorunca Sema Hanım’a soracağı soru da sanırım bu yönde olacak. Merakla bekliyoruz. Buyurunuz Ahmet Bey, söz sizde.


Ahmet Balcı
: “<ı>Diyelim uzayda hayat var! Bir gün uzaylılar geldi bir gemiyle ve dediler ki hadi gel bizimle gidiyoruz. Orada şöyle hayat var böyle hayat var. Gider miydiniz?"


Sema Çürük
: “<ı>Biliyorsunuz ben bir ikizlerim. Merak, yeni yerler, yeni yurtlar benim ilgi alanlarım. Böyle bir teklif gelseydi eminim görmek için kabul ederdim. Ama şartlarım olurdu... Sevdiklerim de olsun isterdim mesela, sıkılınca tekrar dünyaya geri dönmenin garantisini isterdim mesela. Bir de onların şartlarına bağlı, hepimizin bildiği gibi dünyada yaşamak zorlaştı, onların şartları iyi olursa, e sevdiklerim de yanımda olursa kim bilir belki uzayda yeni bir hayat bile kurarım.”


Evet, Sema Hanım gezegenler arası transfer teklifini kabul ediyor gibi ama şartları da hiç azımsanacak cinsten değil, değil mi? Sanki bir evlilik sözleşmesinin, maddelerce sıralanan Hammurabi kanunlarına benzedi bu iş. Neyse, ben tekrar sözü Sevgili Sema Çürük’e bırakmak istiyorum. Bildiğim kadarıyla, Tülin Hanım’a, çok hassas bir sorusu olacak. Buyurun Sema Hanım.


Sema Çürük
: “<ı>Evliliklerde mutlu ve uzun süreli beraberlik sizce nasıl sağlanır?”


Tülin Aksoy
: “<ı>Eşinizi kendinizden bir parçaymış gibi hissederek... Bir anlamda çocuğunuz gibi demek istiyorum. Tam olarak böyle değil elbette. Daha yalın bir söylemle; çocuğunuz ne kadar haşarı, huysuz, inatçı olursa olsun onu seversiniz. Sevginiz hiç bir koşulda eksilmez. Yakın bir tarihte SBS sınavına yollamadı diye annesini öldüren kızın babası demişti ki; Kızıma sahip çıkacağım, onu hiç yalnız bırakmayacağım. Çünkü kızı canından bir parçaydı, eşini öldürmüş olsa bile. Tıpkı bunun gibi eşinizi de canınızdan bir parça olarak hissederseniz, mutlu ve uzun süreli bir beraberliğiniz olur. Eşiniz sizi ne kadar kırmış olsa da ( Çocuğunuz da kırıyor ) bir gülüşüyle bütün kırgınlığınızı unutabiliyorsanız, kim tutar sizi mutlu bir evliliği sürdürmeye devam etmek konusunda...”


Tülin Hanım’ın, güzel bir aşk romanı tadındaki keyifli cevabının ardından Sevgili H.Hüseyin Dulun’a, Antalya’ya; yine roman merkezli şık bir sorusu olacak. Bakalım Hüseyin Bey neler diyecek? Buyurunuz Tülin Hanım.


Tülin Aksoy
: “<ı>Sizi en çok etkileyen roman kahramanı kimdir? Hangi özelliğinden etkilendiniz?


H.Hüseyin Dulun
: “<ı>Hayatında çok az roman okumuş birisine çıkabilecek en zor soruydu; bir roman ya da kahramanını anlatmak. Teneke kaldı usumda. Yaşar Kemal'in oyunlaştırılan romanı hani!

Resul Efendi alıp götürüyor romanı. Ceyhan civarlarındaydı sanıyorum, o kasabada kaymakam yok. Vekaleten Tahrirat Katibi(Zabıt Katibi) veya günümüzdeki göreviyle Yazı İşleri Müdürü. İşte o Resul Efendi atanıyor çeltikçilikle uğraşan kasabaya kaymakam olarak.

Çeltik ağalarının işlerine engel bir çeltik yasasından söz edilmektedir. Ağalar kendilerine yetki verecek bu belgeyi imzalatmaya çalışmaktalar yeni atanan Kaymakam Vekiline. Ama başaramazlar, Resul Efendi tavrını hep yasadan yana koyar.

Şikayet edip görevden alınmasını sağladıkları gibi, bir de kaymakam atanmasını sağlarlar bu güç sahipleri. Epeyce bir taltif ve sonrasında acemiliğinden de yararlanıp yeni kaymakama belgeyi imzalatırlar. Devreye Resul Efendi girer tekrar. Kaymakamı ikna eder yanlış yaptığına. O da imzaladığı belgeleri iptal edip toplatır. Tüm önlemlere karşın Okçuoğlu bildiğini okumaktadır. Köylü isyan eder sonunda, silahlanıp etkisiz hale getirirler o güçlü ağaları. Bu kez parayla devreye girip köylülerin elinden alırlar arazileri ve çıkartırlar köylüleri, köylerinden. Aynı zamanda kaymakamı da sürgün ettirme çabaları sürmektedir Ankara'da. Başarırlar da! Kağızman'a sürgün edilir kaymakam. Ve kaymakam uğurlanırken, o güç sahipleri arkasından 'teneke' çalarlar.

Bu roman sanıyorum 2007 veya 2008 de İtalya da Operanın mabedi sayılan La Scala'da opera olarak sahneye de konmuştur. La Scala sipariş etmiş, Fabio Vacchi de bestelemiştir bu eseri.

Önemli bir not; bu temsili Leyla Gencer'in sağlığında Zeynep Oral ve Yaşar Kemal birlikte izlemişlerdi. Yani, Teneke bir roman, piyes, tiyatro olduğu kadar ulusal bir başarı olarak kabul edebileceğimiz La Scala’da operaya da dönüşmüştür. İzleyenler kadar ben de gururlanmıştım o gün, izleyemedimse de!”


Hüseyin Bey konuşmasına başlarken öyle bir söz söyledi ki ben de kendisine ‘sorunuz çalışmadığınız yerden çıktı’ diye takılmayı düşünüyordum. Ama fevkalade hoş ve doyurucu cevabıyla sohbetimize değer kattılar. Çok teşekkür ediyorum Kendilerine. Ve Yaşar Kemal’in Teneke’de anlattığı hukuksuzluklarla ilintili bir soru geliyor Sevgili Dulun’dan. Sanıyorum Ruksan Hanım için de sürpriz olacak. Buyursunlar efendim.


H.Hüseyin Dulun
: “<ı>Ülkemiz uzunca bir zamandır hukuk adına oynanan vodvili izlemekte. Bir ülke düşünün; Başbakanı, o ülkenin en önemli iki davasından birine yandaş, diğerine karşıt. İşine gelene, "bırakın hukuk halletsin" diyor, gelmeyene de neredeyse, "hukuk ne anlar o işten" mealinde çıkışıyor. Bunlar benim kişisel görüşüm. Siz ne düşünürsünüz bu konuda; hukukun yeterince işlediğine; haklıyı, haksızı ayırdığına inanıyor musunuz bu iki davada? Hem hukuken hem vicdanen rahat olabilir miyiz bu durum karşısında?”


Ruksan İldan
: “<ı>Her şeyden önce bu sürpriz sorunuz için teşekkür ederim. Sürpriz diyorum çünkü güncel konular, haberlerle ilgili, kısacası siyasetle ilgili bir soru beklemiyordum. Daha light bir soru bekliyordum desem abeste iştigal mi olur? …

Madem sordunuz, elimden geldiğince cevaplamaya çalışacağım.

Üç yıla yakındır Milliyet Blog’da severek zevkle yazıyorum. Üzüntülerim kadar sevinçlerimi de paylaşan biriyim. Bu nedenledir ki belirli bir dünya görüşümün olduğu herkesçe bilinir. Bu ek bilgiden sonra sorunuza gelmek istiyorum.

Türkiye Son yıllarda çok hızlı bir şekilde “evrimleşme” sürecine girdi. Var olan tüm değerler, kazanımlar noktasında taşların yerinden oynandığı, oynatıldığı bir süreç yaşıyoruz. Bunun verdiği “karmaşa” demokrasi çığırtkanlığında kafalarda aranıyor, anlam buluyor. Birçok şeyi; bünyeyle içselleşmeyen, sıyrık kalan düşünce tarzı olarak da değerlendirebiliriz. Şuan hepimiz bunu yaşıyoruz, daha uzunca bir sürede yaşayacağız…

Farkında olmak! İşte asıl sorun bu, artık herkes, iyi kötü bir şeyin farkında. Devlet adına hükümetler farkında, halk farkında... Burada Siyaset bir adım daha önde. Neden? Çünkü ülkelere yol veren hükümet politikalarıdır. Politikalar var olan (var oldurmaya çalışılan) kurumsal düzenin içinde beslenir yol alırken; bir süre sonra halkın ve evrenselin çıkarında “genişlemeye” başlar…

“Her şey insan için” halk adına mizanseninden, sizin deyiminizle “Vodvili”nden hareket edersek, zaten başaktörler belli…

Hukuk adına yaygın bir tanım var; “yargıcın verdiği karar”dır diye… İşte sorunuzun asıl cevabı bu:“Yargıç” hükümet kim? AKP! Ürettikleriyle ülkemize “yol ve yön” verenler. Ne adına? Hangi doğru adına? Hangi amaç uğruna? Bunlar “çok yönlü sorular” daha da genişletip çoğaltılabilir.

Sizi tatmin etmeyeceğini gayet iyi biliyorum, ama kısaca cevabım: Hükümet kim/ kimlerse, hukuk da o’dur. Hem kendi icraatlarında karar alıcı: “hukuk”, hem de uygulayıcı “vicdanlardır”.

Siyaseten hukuk ve vicdan mı diyorsunuz? İşte burada hakim olan kanı; her şey kendilerine göre mantığıdır. Devlet politikaları dahil... Size hukuk ve vicdan adına o kadar çok gerçek sıralayabilirim ki!

Güncel bir iki hatırlatma. Askeri mahkeme kararıyla Akp ve İrticayla Mücadele üzerine düzenlenen fotokopinin belgenin, belge sayılmadığı için yargılanmasına gerek kalmayan yarbayın, bir süre sonra sivil mahkemece tutuklanması, daha üzerinden 24 saat geçmeden tekrar aynı mahkemece serbest bırakılması. Tekrar soruyorum hangi adalet, kimin hukuku, kimin vicdanı?...

Ya Münevver Karabulut cinayeti, Üzmez olayı.

İşte hükümet kimse hukuk da o’dur. İşlerine ne gelirse, bu diyardan gitmemek için kendilerince bu deveyi güdecekleri hukuksal düzen... Biz mi? bu ortamda ne kadar nefes alınabilirse...”


Ruksan Hanım çok teşekkür ediyoruz Size. Gerçekten de kapsamlı ve doyurucu bir açıklama oldu. Tabi ki kendi pencerenizden, tabi ki öznel dünyanızdan yaklaştınız konuya. Sevgili Dulun ve bizler de bunu merak ediyorduk zaten. Ve şimdi de Sevgili Ruksan İldan, siyaset ve ülke gündeminin sevimsiz gerçekliğinden bizleri çekip alıvermek için Sait Faik’in ada gezmelerine kapıp götürüverecek bildiğim kadarıyla. Buyurunuz lütfen. Aydın Tiryaki Bey sorunuzu bekliyor.


Ruksan İldan
: “<ı>Milliyet Blog yazarı Aydın Sevinç Bey'in yazarlarımız arasında başlattığı, iletişimin teknolojik yüzü olan "sanal sohbet" girişimine katkı sunmama vesile olduğu için Kendisi’ne teşekkür ederek başlamak istiyorum. Ve sorum: Sait Faik, adada yaptığı yürüyüşlerde yanında çakı taşırmış, bazen öyle bir an olurmuş ki, çakısıyla kalemini biler, yontar; "yazmasam deli olacaktım” diye okuruna yazmak tutkusunun hangi boyutta olduğunu anlatır. İşte bende bu doğrultuda sormak istiyorum. “Yazı yazmak tutkusu nedir? hangi boyuttadır?”. Siz de yazmayınca delirenlerden misiniz?


Aydın Tiryaki
: “<ı>Yazmayınca delirenlerden değilim desem de, kafamda yazmak için bekleyen bir şey varsa, kemirir durur beynimi. “Yazmayınca delirmek” denilen bu olsa gerek.

Aklıma bir konu gelir… Bir köşeye not ederim… Yazmak için uygun zaman olur… Bir dosya açarım… Yazarım… Okurum… Hataları düzeltirim… Bir imaj hazırlarım… Yayına gönderirim… Beklerim yayımlanmasını… Yayımlanır… Okurum… Gözden kaçmış hatalar varsa düzeltirim… Okunmasını beklerim… Kimi zaman yorumlar gelsin diye beklerim… Kimi zaman yorumlar gelmesin diye beklerim... Zaman zaman bakarım kaç kişi okumuş diye…

Yazmamak bir boşluktur, “yazılsaydı orası boş kalmayacaktı” denilmemesi için yazmak bir tutkudur. Yazımın yayımlaması, sanki bir bağbozumudur, tam zamanında, en lezzetli anında meyvelerini toplamaktır. Eski yazılarımı okumak, yazma tutkusunun en güzel duygusudur, yıllanmış bir şarabın tadındadır eski yazılar.

Sait Faik bir adanın sınırlı sınırları içinde dolaşıp, iletişimin kısıtlı ve yavaş olduğu yıllarda büyük bir dünyanın öykülerini yazmış. Belki de, denize bakmaktı o büyük yazarın ufkunu genişleten…

Ve Biz... Şimdi şanslıyız, her bilgiye ulaşabiliyoruz anında, aklımızdan geçeni yazmışsak herkese ulaştırabiliyoruz anında. Belki de bu hız, yazmanın gizemini azaltıyor.

“Yazı yazmak tutkusu nedir? hangi boyuttadır? Siz de yazmayınca delirenlerden misiniz?”


Evet, bu enfes soru ve enfes cevap için Sevgili dostlarıma teşekkürler ediyorum. Yazmaktan ve okumaktan beslenenlerin müdavimi olduğu bir sitede, zevk ve ders veren söylemleri için çokça da. Evet Sevgili Tiryaki. Sanıyorum edebiyattan, okumak ve yazmaktan devam edeceğiz sohbetimize. Mesut Bey gibi bizler de merak ediyoruz sorunuzu, buyurunuz efendim.


Aydın Tiryaki
: "<ı>Okurken, yarım bıraktığınız kitabınız oldu mu hiç? Örneğin bir romanı okumaya başladınız, bir yerine geldiniz ve ben gerisini okumamalıyım, diye düşündünüz mü? Yarım bırakmışsanız neden bıraktınız, okumaya başladığınız kitapları mutlaka bitiriyorsanız, ısrarınızın nedeni nedir?"


Mesut Selek
: “<ı>Okurken yarım bırakmak istediğim kitaplar oldu; ancak tamamını okumaktan hiç vazgeçmedim. Israrımın nedeni de: Her eserin bir emek ve göz nuru ürünü olduğunu düşünerek yazarına olan saygımdan dolayı bitirmeye çalıştım. Hatta yeniden okuduklarım da olmuştur.

Klâsik Filoloji ve Osmanlıca eğitimim olduğundan tarihsel ve antik değeri olan eserleri okuma merakım vardır. Böyle olunca da asırlar önce yazılmış bir eserin teknik kurulumundan dolayı okuma akışında zorluklar olabiliyor.

Bir de günümüz yazarlarından da olsa, aşırı reklamlarla şişirilen ve eser niteliği taşımayan kitapların okunması da kişiyi zorlayabiliyor. -Her kitap özgündür ve kendi çapında bir değerdir.- anlayışıyla; -kağıdın kutsallığı - adına, elime aldığım her tür kitabı okurum. Okuduğum için de eleştiri hakkını hep kendimde saklı tutarım.”


Aydın Bey’in dolu dolu sorusunu, Sevgili Mesut Bey tam bir filolog janrıyla cevapladı. Sohbetimize değer kattılar. Eksik olmasınlar.


Bu arada Sevgili Aydın Tiryaki’nin küçük bir eklemesi, daha doğrusu önerisi var sanıyorum. Buyurunuz Aydın Bey.


Aydın Tiryaki
: “<ı>Bu güzel proje için Aydın Sevinç’i kutluyorum ve çok teşekkür ediyorum. Bir de önerim var: Bu yazılarımız (söyleşi blogu, A.S.)<ı> yayımlandıktan sonra, yani soruların sahipleri deşifre olduktan sonra, soru soran blog yazarları olarak, kendi sorduğumuz soruları bir de kendi bakış açımızla yanıtlayalım.


Evet değerli dostlar. Aydın Bey’in önerisine, sanıyorum tüm dostlarımız sıcak bakacaktır. Zengin yazılarınızı bekliyoruz.


Umarım, Milliyet Blog yazarlarının, çok farklı bir formatla kurgulanmış olan bu sanal sohbetinden keyif almışsınızdır. Bu format içerisinde, Bana ve söyleştiğimiz değerli dostlarıma yöneltmek istediğiniz sorularınız ya da ilave etmek istediğiniz yorumlarınız olursa, büyük bir memnuniyetle yanıtlamaktan, burada paylaşmaktan ve Sevgili MB yazarlarımıza sorularınızı yöneltmekten zevk duyacağım.


Sağlıcakla ve aşkla kalınız efendim. Bu “ilk”i Benimle ve sayfama konuk olan Değerli Dostlarımla paylaştığınız için teşekkürler ederim.



İzmirli Blog Yazarları ile Sanal Söyleşi

 
Toplam blog
: 898
: 3759
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

İzmir'de yaşıyorum.    Çok uzun yıllar öncesinden başlayıp, hiç ara vermeden bugünlere kada..