- Kategori
- Siyaset
Milliyetçi olmadan yurtseverlik
Gelecekle ilişkin kurguladığım
özlemlerimde
düşlerimde
kocaman kocaman bir ailem
çevrem
kocaman bir ülkem ve dünyam
kocaman bir sınıfım ve onun partisi oluyordu
Ve biz çok mutlu oluyorduk o koca ülkede
sınırsız dünyamızda sınırsız mutluluklar içinde
cennet-i mekan içinde
ölüm bile hoş karşılanır, güzel kılınırdı....
Her insan bulunduğu yeri- mekanı, yaşam alanı olarak tercih ettiyse? İnsan olmanın gereği kadar, yararlanmanın karşılığı olarakta o yerin sıkıntılarının çözülmesinde ve gelecek kuşaklara aldığından daha sorunsuz bırakması için yükümlülükleri vardır. Doğasının korunması en başta gelen sorumluluktur; kirletmeyecek, kirletilmesinin de karşısında duracak. Tahrip edip bozmayacak ve bozanların da karşısında duracak. Eski ve yeni olmak bu sorumluluğu ortadan kaldırmıyor.Aslında bunun hak olduğu kavransa, mevcutun korunmasının ve geliştirilmesinin oraya ait olmaktan kaynaklanan bir hak olduğunu da düşünürse, elbette yükümlülüklerinde bu sahiplenmeden ileri geldiğini yaşayarak görecek ve öğrenecektir.
Köyün kasabaya, kente dönüşmesinde en çok kendilerinin tavırları ve katkılarının belirleyici olduğunu, değişim hızına kendilerininde yön verdiği bilincinede ulaşacaktır. Her değişimden oluşack zarar kadar meydena gelecek değer artışlarınında, kazançlarında (özellikle arsa ve konut fiyatlarında ki artış, görsel renklilik ve yaşamın hareketliliği) o yerin çıkarlarından ayrı , karşıt ve bencil bir yararlanma duygusuyla, rantçı tavırlarla işin özünden uzaklaşmamalıdır.Mekanın sahipleri mekan kadar değerlenir doğası gereği, yansıyan değerden daha fazlasını istemek o yere yapılabilecek en kötü ihanet kapısını aralamaktır.
Yaşam insana, yaşadığı yerle birlikte, kültürel bilinç, davranış biçimleri toplumculuk duygusuda kazanma imkanı sunar. Elbetteki kendiliğinden değil, bilinç ve birlikte davranma kişinin zekasına etkileşimden olgunlaşır. Bilinçlenmenin yönü yaşadığı yere dönük değilde kendi bencilliğine dönükse? Çarçur edilen ve yağmalanan topraklar, orman alanları. deniz kıyıları, kocaman kentler ve kocaman bir ülke çıkar ortaya.
Kendi köyüne, kasabasına, kentine ve buradan oluşan kültüre sırtını dönmüş, bu yer insanlarının ( babası annesi kardeşleri ve akrabaları dahil) sorunlarına gelişimine, aktivitesine ve çıkarlarına duyarsız davranmak, o yere ait olmadığı anlamına gelmez, getirmez ancak o yere ihanet ettiğinin göstergesi olabilir.
Bireysel ihanetleri salt birey olarak düşünüldüğünde 'cürümü kadar yer yakar' diye bakılarak pek geniş yankı bulmaz ama bireyler bu ihanetleri kamusal alanlara taşırsa, yöneticisi olduğu kurumun başında bu hayata geçirildiğinde en ağır ihanet meydana gelmektedir. Toprakların satılmsından tut değerlerin yağmalanmasına kadar. İnsanının işkence altında alınmasına ve yok edilmesine kadar gider bu ihanet. Özellikle yaşamı canlandırmak, sosyal alanlar kurarak insanın günün 24 saatinide doya doya yaşamasına sağlık içinde güvenlik içinde ve bir düzen içinde yararlanacağı imkanlar sunmaksı amacıyla oluşturduğu yerellerde;belediye, il özel idareler, tüm ülke genelinde Bakanlıklar ve iktidar bu ihaneti yaparsa. Amacının dışına taşıp insanına, kültürüne ve toprağına düşman olursa?
İşte tam burada ortaya çıkan yaşadığın yere ait sorumluluk, yurttaş sorumluluğuna dönüşür. Çünkü insan yaşadığı yerlerle ve insanlarla bağlar oluşturur, sevdaya dönüştürür, özlemli, birbirleri olmaksızın yarım olma duygusu oluşur ve köklülük oluturulur.
Kim bunları görmezlikten gelip, rahatça kopabilirse, gelecek kaygısını paylaşmıyorsa, ilğilendirmiyrsa gerçekten ve bu ihanetten rahatsızlık duymuyorsa kendini çıkarını, ülkenin çıkarlarının önüne koymuşsa gözlerine bencillik perdesi inmiştir demektir. Oysa milliyetçilik handikapına düşmeden, yurduna bağlılık ve paylaşım yanı sıra sorumluluk duygusu oluşturan birey elbette, ülkesine haksızlığa, dünyaya ve yaşamın kendisine yapılmış haksızlık olarak görür, izin vermez, isyan eder ve hesap sorar yani insan haklılığı sergiler. Bu yorar belki insanı ama ihanet daha çok yorar!...