Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Ocak '07

 
Kategori
Siyaset
 

Milliyetçilik etkisinde bir ülke…

Milliyetçilik etkisinde bir ülke…
 

Milliyetçilik ve sürüklenme
Komplo teorisyenliği çok da haz etmediğim bir alan. Çünkü dünya sahnesinde söz sahibi olmak istiyorsak akıl ve vicdanımızı bir arada çalıştırarak hareket etmeliyiz. Hayallerimiz olmalı ama gerçeklerle asla karıştırmamalıyız. Her ihtimali düşünmeliyiz ama ihtimalleri gerçeklerle karıştırmayacak kadar somut stratejilere sahip olmalıyız. Üzerinde fikir yürüteceğimiz konu da aslında komploculuğun ilgi sahasına girdiği için dikkat çekici.

Milliyetçilik son yılların yükselen değeri olmakla beraber hala yeteri kadar tartışılamayan bir konu. Hamaset dolu söylemler ve uluslararası politik oyunlar işgal etmiş durumda milliyetçiliği…

Türkiye’nin son yıllarda irade sahibi olmasıyla baş gösteren düzenlilik ve özgüvene sahip olma güdüsü içimizde ve dışımızda bazılarını rahatsız etmeye başladı.

Her dönem bir kamplaşma sorunu ile karşı karşıya kalan bu coğrafyanın insanı, kimi zaman bu imtihanı kazandı, kimi zaman da batağa saplanmış bir canlı gibi çırpındıkça saplandığı bu batakta kaybolup hezimete uğradı.

Son yıllarda mevcut hükümetin istikrarlı politikaları ve devletin içindeki hakim kanadın milli bağımsızlık düşüncesine daha çok sahip olması, ülkemizi ABD ve NATO yörüngesinden çıkarmaya başladı. Haliyle operasyonlarını yoğunlaştıran güç odakları bu ülkeyi kendi kabuğuna çekme oyununu perde perde sahnelemeye devam ediyorlar.

Bu güç odakları kimlerdir?
Bu güç odakları içerde ve dışarıda kendi politikalarını uygulayıp bu ülke kaderi için daha doğru olanı yapmaya çalışan insanlardan oluşuyor. Belki Başbakan’ın belki de yıllar sonra çok rahat dillendirdiği ‘Derin Devlet’ söylemini arkası çok cesaretle getirilmesi gereken konuların başında değerlendirmek mümkün. Bilinmeli ki dışarıyla göbekten bağlı içerdeki güç odaklarını tamamen tasfiye etmek siyasi iradenin tek başına yapabileceği bir operasyon değil.

Unutulmamalı ki bu ülkenin yakın tarihinde bu devletin eliyle asılmış bu ülkenin seçilmiş bir başbakanı hala hukuken temize çıkarılabilmiş ve asanlar hukuk önünde sembolikte olsa cezalandırılabilmiş değiller. (Saddam’ın asılmasına üzülen sahtekarlar için atıf)

Muhtıralar darbeler ve faili meçhuller aydınlatılabilmiş değil. Gerek Şemdinli’de gerekse devletin içinde yuvalanmış çeteler aydınlatılamadı. Ve dahası ne 12 Eylül’ün, ne muhtıraların, ne de Susurluk kamyonunun ardında gizli kalan gerçekler açığa çıkarılamamışken bu güç odaklarının tarifini yapmanın ne kadar zor olacağını anlamak zor olmasa gerek.

Milliyetçilik

İnternet ansiklopedisi Wikipedia’da yer alan genel tanıma göre Milliyetçilik; kendilerini birleştiren dil, tarih, kültür bağlarından dolayı ulusal bir topluluk oluşturma bilincine varan ve bağımsız bir devlet kurmak isteyen kimselerin oluşturduğu siyasal hareket. Kendi ulusuna bağlılığının uluslararası ilkelere bağlılıktan ya da bireysel çıkarlardan daha önemli olduğunu ileri süren görüş. Siyasal bir program ya da düşünceler bütünü olmaktan çok, bu tür programları ve düşünceleri temel alan siyasal bir bakış açısıdır.

Milliyetçiği maalesef sadece ırk bağlamında değerlendirenlerin etkinliği son 150 yıldır bir hayli fazla.

‘’Ne mutlu Türk’üm diyene’’ veya ‘Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur’ anlayışının hakim olduğu ama tamamen bu ülke insanını kendi kabuğuna çekilme yönelişinden başka hiçbir katkı olmayan bu ırki söylemler, bütünleştirici olmaktan uzak olmaktan başka hiçbir işe yaramaz.

Milliyetçilik duygusu olumlu manada birleştirici atmosferde olmak kaydıyla faydalı olabilir. Yoksa Araplar bu ülkeyi 1. Dünya Savaşında yalnız bıraktı diye Arap düşmanlığı yapmak ne kadar komik ise aynı şekilde doğuda PKK terörü var diye Kürt düşmanlığı yapmak o kadar komiklik unsurudur.

Milliyetçilik ne durumda?
Her siyasal akım bu dünya insanlığının faydasına yönelik unsurlar taşıdığı iddiasıyla geliştirilmiş ve siyasi hayatta fayda sağlayıcı umut olarak yerini almıştır. Milliyetçiliği ırki manada algılayıp bu şekilde siyaset yapmada bu çağda Tanrı Dağlarında obada yaşama çabasından farksız bir durum değildir.

Unutulmamalı bu ülkenin insanı 9 asırdır İslam toplumuna bayraktarlık yapmış ve ‘abi’lik vazifesini üstlenmiştir. (Buradaki ‘abi’ ifadesi bir alay çapulçunun tetikçilik yapmak masadıyla kullandığı ve kirlettiği kavramla alakadar değildir. )

72 millete mensup cemiyet, Türk Milletinin sancaktarlığında yaşamaktan gocunmadıkları gibi huzur ve güvende oldukları müddetçe mutluluk duymuşlardır. Bu millet liderlik fonksiyonlarını kaybettikçe haliyle tebaası arasında huzursuzluklar olmuş ve değişik nedenlerle liderliğinden ve otoritesinden kendilerini hariçte tutup daha da güvende olmayı arzuladıkları yönetim tarzlarını denemişlerdir. Gerek kendi iradeleri gerek ise diğer devletlerin kışkırtma ve vaadleriyle bunları yapmışlardır ve yapacaklardır.

Türk milleti ne zaman ki inancından, değerlerinden ve insani duygularından uzaklaştı o zaman hükümranlığını kaybetti. Başkalaşımla kurtulabileceğini sandıkça daha da perişanlaştı.

Türk milleti; milliyetçiliğin ırkçılığından zehirlendiği günden bu yana kendi ile ilgili kararları bile almaktan aciz durumdadır. Öyle ki dünya liderliği kendi aczinden kıvranan milletin liderliği terkiyle, İngiliz ve İspanyollardan bozma işgalci Avrupa’nın devşirme çocuklarının kurduğu geçmişsiz ve tarihsiz bir devletin eline geçti. O devlette kendi mutluluğu için liderliğini yürüttüğü dünyayı inletmekten geri durmuyor.

Aslında bu bile ırkçılığın ne kadar temelsiz olduğunu gösteren bir delildir.

Unutulmamalı ki Osmanlı Devleti milliyetçilik akımının menfi tesirlerinin etkisiyle daha da parçalanmış ve yönetimdeki bazı isimlerin önerisiyle ortaya atılan ve tamamen İslamın ruhuna aykırı özellikler içeren ümmetçilik akımı ile kurtuluşun sağlanacağı inancı hiçbir zaman ülke yönetiminde söz sahibi olamamıştır.

Türklük ve Kürtlük gibi ırki söylemler üzerine siyaset yapıp bu ülkeye fayda sağlayacakların olduğuna inanmak fantezi olmaktan öte gidemez. . .

Irki siyasal hareketlerin tarihçileri, her zaman sevmedikleri kesimler aleyhinde malzeme bulmakta zorlanmazlar. Hatalarla yaşayan insanın her dönem sevilmedikleri kesimlere malzeme vermesi son derece normal bir durumdur.

Bu ülke nereden kaybetti?
Osmanlı Devletinin son günlerinde başlayan ve çeşitli dönemlerde inişli çıkışlı seyir halinde olan Milliyetçilik akımı, şu günlerde zaten kuşa dönmüş bu ülke çeşitliliğinden bile rahatsız ki, tamamen ahlak dışı politikalar geliştirip belki de bilmeden farkında olmadan hiçbir zaman yürürlüğe girmeyen Sevr’e hizmet etmekten geri durmuyorlar.

Devletler tarihinde her zaman iktidar kavgaları olmuştur ve bu kavgalarda zeki yöneticiler kuvvetlerini yakın oldukları insanları etkileyerek kullanabilmektedirler.

Bu ülkenin Türkçü milliyetçileri; Kurtuluş Mücadelesine Hindistanlı, Pakistanlı ve Endonezyalı Müslümanların madden ve dua ile yardım ettiğini hiç akla getirmemeleri her halde kendilerine karşı uyguladıkları gözbağcılığın bir yansıması olsa gerek.

Hamasi söylemlerin işgalindeki milliyetçilik söylemi ile günümüzde vatan kavramının arkasından Türklük üzerine siyaset yapanlar bu ülkeye zarar veriyorlar. Yaşatmak vazifesi olan insanı cellada dönüştürmeyi marifet, üstünlüğü ikna ile değil kaba kuvvetle sağlamayı çalışmayı meziyet saymaktan geri durmayan insanların varlığı hala azımsanmayacak derecede fazla.

Hayali düşmanları oluşturup Don Kişotlar gibi saldırmayı Cervantes’in hayal dünyasında kaybolmak manasında algılamayacak kadar ufuklarını kan bürümüşlerin gözü ve aklı gerçeklerler bir gün buluşmak zorunda kalacak.

Milliyetçilik nasıl olmalı?

Lider kişi veya toplum, bulunduğu konuma marifetiyle, meziyetiyle ahlakıyla, irfanıyla gelmiş olandır. İslam toplumunun sancaktarlığını 9 asır üstlenmiş olan bu millet liderliği elinde tuttuysa bu meziyetleri kendinde topladığı için gururlu olmalı. Bu gururun kibre kadar olan aralığında yaşanan duyguya ise milliyetçilik denmeli. Kibre ulaşan bir duygu varsa ortada bu milliyetçilik olmaktan çıkar ve kibrin sonucu olarak hezeyanlarda kaybolur. Çünkü orada benim ırkım mükemmeldir ve ondan dolayı liderdir anlayışı ortaya çıkar. Bu narsisizm ırki bir boyutu olmaktan öte geçemeyen habis bir duygudan başka bir şey olamaz.

Öyle ki kafatasına göre şekillenen bu ırki hareket, bir et yığının tarihsel gelişiminden öte bir anlam taşımaz.

Halbuki insanı hayvandan ayıran aklı ve vicdanıdır. Maddi unsurlarımızla değer bulmayı ümit edersek hayvanlar insanlardan daha üstün canlılardır.

Son günlerde maalesef cehaletten dolayı moda olan Kavgam’da bile Hitler kafatası milliyetçiliğinden gururla söz etmenin erdemini anlatmaya çalışıyordu.

Nitekim üstün bir başka ırk olduklarıyla masallarıyla yaşayan Yahudilerinde aynı saplantılardan kurtulduklarını söylemek mümkün değil.

Milliyetçilik marifete bağlıdır. Marifetin yönettiğin tebaayı ülkesel bazda aynı hedeflerde birleştirebiliyorsan tesirli olur.

Yalnız oraya da bir dipnot düşmek lazım gelir. Unutulmamalı ki iletişim çağında bu akımların çok da fazla tesiri kalmayacağı ortada olduğu için Milliyetçilik kisvesi altında yapılan ve aslında cesaretsizlik örneğinden başka bir anlam içermeyen bu ırki saldırganlıklar fazlalaştı.

Çünkü milliyetçilik yaşadığın ve yönettiğin toplumda farklılıklarla huzur ve mutluluğu sağlayabilme erdeminin sonucu olmaktan öte geçemez durumdadır. Bu medeni cesareti gerektirir. Marifeti olmayanların kaçacakları varoşlar durumuna sürüklenmeye çalışılan milliyetçilik, anlamı kirletilen bir kavram olmaktan bir önce kurtarılmak zorundadır.

Kerkük Alınmalı mı?
Sınırlar internetin keşfi, ulaşım ve iletişim teknolojilerinin süper gelişimi üzerine zaten kalkmış durumda. Bu işin daha çok sosyolojik boyutu.

Siyasal boyutunda da durum çok farklı değil. Güç dengelerini elinde bulunduran ülkeler için sınır kavramı zaten yok. Onlar için dünyanın herhangi bir yerinde meydana gelen ve hakim gücün kontrolü dışındaki bir hadise müdahale nedeni olarak yetiyor.

Gündemde olan Kerkük meselesinde de durum farklı değil. Asker yığarak güneydoğuda 25 yıldır çözemediğimiz ve gittikçe karmaşıklaşan sorunlar ortada duruyorken tutup sınırlarımız dışındaki bir yeri kontrol altına almak hiç mantıklı bir hadise değil.

Dışarıdaki sorunlarımızın temel kaynağını kurutmadan, içerdeki antidemokratik yapılaşmayı (derin devlet) etkisizleştirmeden dışarı yapacağımız herhangi bir askeri müdahale tamamen zararımıza olur.

Farkındasınızdır belki de ABD ısrarla Irak’ı kamplara bölüyor. Şiiler’i koruması için İran ve Suriye’yi, Sünnileri koruması için Ürdün ve S. Arabistan’ı, Türkmenleri koruması için Türkiye’yi kışkırtıyor. Kürtlerin himayesini de kendisi ve İsrail üstleniyor.

Normalde bize verilen vazife Kuzey Irak’taki Kürt Devleti oluşumuna şahin kesilip Türkmenlere abi’lik yapıp ortamı gergin tutmak. Kuzey Irak’a biz ne kadar müdahil olursak İran ve Suriye’nin de o kadar müdahil olacağı ve bir noktadan sonra menfaatlerden dolayı ülkelerin aralarının bozulacağı gün gibi ortada.

ABD’nin ve batılı devletlerinden isteği bu zaten. Komşularıyla gergin olan bir Türkiye. Hürriyet’te manşetten yayımlanan son kullanma tarihi geçmiş haberi de bu mihvalde değerlendirmek gerek. Doğu Akdeniz’deki petrol gerginliği ile Yunanistan’ta gerginliğin devamı.

Unutulmamalı ki bu ülkede KKTC eski cumhurbaşkanı Rauf Denktaş gibi insanlarında gayretleri maalesef çözümsüzlükten yana tavır alıp gerginliklerin muhafazası yönünde olmuştur.

Mevcut hükümetin içindeki ‘neo-con’ların da varlığı bu görüşün ne kadar tesirini muhafaza ettiği yönünde olmuştur.

Medeniyetler uyuşması açısından çok da taraf olmadığım ama günlük siyasi hareket için devamından yana olduğum AB müzakereleri de işin en kritik noktasını oluşturuyor.

Dikkati çektiği gibi şahin olarak gösterilmeye çalışılan Genelkurmay Başkanı’nın sessizliği ve çıkışlardaki yanlışlıklar askeri daha da bir arka plana itti. Asker olması gereken yere doğru yani asıl görevine doğru gittikçe, derinlerde olan kıpırdaşma gün yüzüne çıkmaya başlıyor.

Kuzey Irak’a yönelik, olası bir askeri müdahale ile son yıllarda siyasi alanda etkisizleşen TSK’nın tekrar etkin hale geleceği bilinen bir gerçek. Savunma ve silah harcamalarının artacağı, hükümetin siyasi karar inisiyatifinde olan gerçeklerin askerin müdahalesine açık hale geleceği de ortada. Bununla beraber demokrasi kazasından yeni toparlanmış bu ülkenin iç güvenlikten tekrar artacak zafiyetlerle askeri vesayetin altına girmesi de kaçınılmaz olacaktır.

Askeri vesayetin ülkeyi yönetmesi eskisi kadar kolay olmayacak tabii ki… Bunu askerin 28 Şubat sürecinden sonra içindeki ‘kendini yıpratanları tasfiye edip’ demokraside olması gereken yere gelmeleriyle gördük. Ama şak-şakçılık yapıp da askeri tekrar günlük siyasetin içine sokmaya çalışanlar hiç de boş durmuyor.

Final…
Kullanılan argümanlar arasında hamaset edebiyatıyla yapılan milliyetçilik söyleminin olması da halkın kulağa hoş gelen bu tip duygulara olan zafiyeti izah edilebilir. Vatan kurtarmayı feribot kaçırmaya kadar indirgeyebilme tahşidatını yapan zümre, halkın gözündeki kahramanlığa giden yolun hiç de zor olmadığını gösterecek kadar politik hareket etmeye dikkat ediyor.
Son günlerde yaşanan olaylar gösterdi ki ülkemizde çok ciddi planlar ve oyunlar var. Taraflar hamlelerini karşı tarafın hamlelerine göre yeniden belirliyorlar. Piyonların bile son derece büyük bir önem taşıdığı bu oyun da bakışlarımızı ve düşüncelerimizi taşlardan kurtarıp onları oynayanların üzerinde odaklamaya çalışmak zorundayız.

Herkes hesap etmeli ve unutmamalı ki şahlar ve piyonlar oyun bittiğinde aynı torbaya konacaktır.

 
Toplam blog
: 12
: 1129
Kayıt tarihi
: 05.09.06
 
 

İktisat eğitimi aldım. 6 yıldır fabrikalarda yöneticilik yapıyorum. Ortadoğu ve yakın tarih okumalar..