Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Nisan '17

 
Kategori
Söyleşi
 

Mircan Kaya ile söyleşi / Interview with Mircan Kaya Ekin Sanat Dergisi / Ekin Art Magazine

Mircan Kaya ile söyleşi / Interview with Mircan Kaya Ekin Sanat Dergisi / Ekin Art Magazine
 

Mircan Kaya


Söyleşi / Interview by: Mehmet Özgür Ersan

-Dağ köyünde başlayan yaşamınızda, bahsettiğiniz tüm o seslerin sezgiyle bir olup, içinizde nelere dönüştüğünü bize tarif edebilir misiniz?

MK: Hani bir sözcüğü tekrar tekrar söylediğinizde anlamını yitirir ya, insan kendisi için çok önemli bir öyküyü çok fazla anlattığında kendi öyküsüne yabancılaşıyor. Pek çok röportajda anlattım biraz ve kendi öyküme yabancılaşmaktan korkuyorum. Çocukluk yaşamım, biyografim insanlara ilginç geliyor. Çünkü Gürcistan’la Türkiye arasındaki sınır bölgesinde bir dağ köyünde başlayan hayatım uluslararası bir macerada devam etti. Çünkü o dağ köyünde kuzenimizde pişen mısır ekmeği hayatımda bir biçimde Venedik, Padova veya Vicenza gibi şehirlerin lüks restoranlarında yediğim polenta (mısır unundan yapılan garnitür)’ya dönüştü. Ateş başında dinlediğim öyküleri albümlerimde cin kahkahaları atarak İngiltere’nin uçuk kaçık müzisyenleri ile jaz parçalarına dönüştürüyorum. Böcek vızıltılarını, dama vuran yağmur damlalarını, rüzgar fısıltılarını, yaprak hışırtılarını sessizliğin müziği olarak bir albümün ortasına yerleştirip John Cage’i selamlıyorum. Beni çok korkutan o derin karanlığı üstüste bindirerek yarattığım bir vokalle, bilinç yolculuğuna dönüştürüyorum. Babamın zekamız gelişsin diye sorduğu bulmacaları, bilmeceleri çözerken geliştirdiğimi düşündüğüm kıvrak düşünme biçimimi, dünyanın sayılı firmalarından biri ile ülkemizin önemli yapılarını depreme karşı koruma teknolojilerini uygularken kullanıyorum. Seminerler veriyorum. Uçaklarda besteler yapıp, yazılar yazıyorum. Birbirinden parlak iki çocuk yetiştirdim. Babaannemin kalender ruhunu, babamın yaşama enerjisini ve güvenini, dedemin çalışkanlığını, annemin yanık sesini almışım. Hayatım çok katmanlı, çok dallı, iyice derinlere kök salmış bir meşe ağacı gibi, bir denizyıldızı gibi. Ve ben aslında enerjisini her daim muhafaza edebilen, kendi ideal ve izole koşullarını yaratabilmiş bir akışkan olmak istiyorum. Akıp gitmek, yol almak, sakin sakin… İşte bütün bunlar ortaya çıkardığım müzikle birleşince, yaşam öykümü daha ilginç kılıyor olmalı. Öyle değil mi? Yoksa ben o dağ köyünde doğup, sonra bir kocaya varıp öyle yaşayıp gitseydim kimin umrunda olurdum? Ve daha önemlisi, ben bu kadar rahat ve kendimden emin bir şekilde “ben bir dağ köyünde doğdum” diyebilir miydim?
Bütün derdim şu, gördüğünüz gibi, kendi öyküme yabancılaşmamak için size başka yollardan bir şeyler anlatmaya çalışmak.
Çocukken yanlızca dinlerdim, gözlerdim, anlardım ve her şeyi bilirdim ve herkesi anlar ve kayıtsız şartsız herkesi severdim. Sevgi doluydum (hala öyleyim). Erkek doğması gereken son kız çocuk olduğum için ve ağanın torunu olduğum için ve ağa erkek torun beklediği için doğar doğmaz terk edilmiş gibiydim ve sessizliğimle, dilsizliğimle, konuşmayı reddederek bir tür intikam alıyordum. Sık sık konuşmama ve yememe eylemi yapardım kendimce. Ama şarkı söylerdim. O zaman anlarlardı içimde olup bitenleri. Bir süre sonra, tuhaf yapım, aklım, becerilerim ortaya çıkınca annem ve babam benim için bir tür dokunulmazlık ilan ettiler (Beş yaşına gelmeden şehrin bütün ara sokaklarını biliyor, alışveriş yapabiliyor, para hesabı yapabiliyordum ve üstelik gönderilmiş olduğum kuran kursunda beşinci gün kuranı okumaya başlamıştım). Verdikleri mesaj şuydu: “Karışmayın, dokunmayın, bir bildiği var”

-Hissettikleriniz, müziğe bir çeşit duyarlılık mı kazandırdı? Örneğin bu çocukluk, hayatınızı bir yöne doğru çizmenizde katkı sağladı diyebilir miyiz?

MK: Doğrusu, kendimi bu bağlamda nasıl analiz edeceğimi bilmiyorum. Sakın ukalalık olarak nitelendirmeyin ama çok küçük yaşlarımdan itibaren hep kendimden sonra derece emin olarak uzaklara bakıyordum. Sanki “orada, beni bekleyen şey orada” der gibi. Veya “ben başka şeylerin peşindeyim. Bu değil, bu sizin uğraştıklarınız değil benim uğraşmak istediklerim” der gibi. Hep farklı ve zor olanın peşine düşerdim. Kararlı ve inatçı. Kimse ne zaman kararı aldığımı bilmezdi. Yalnızca bir şeyi yaptıktan sonra açıklardım. “Evet, işte bunu yaptım. Bu benim eserim”. Bütün bunlar benim müziğime nasıl yansıdı bilmiyorum. Belki “farklılık” olarak yansımıştır. Müziğimle ilgili bildiğim tek şey, içimdeki bütün duyguları, olduğu gibi, tüm samimiyetimle aktardığımdır. Hayatımın seyri ve bileşenleri gereği, buruk bir tadı var. Her damağa uygun değil. Ne hep yumuşak ve sevecen ne hep güçlü ne de öfkeli ve isyankar. Hepsi bir arada. Bazen Bizim Ninniler albümünde olduğu gibi saf ve mutlak bir şefkat.

-Mühendislik ya da müzisyen kimliğini tek bir kadın profilinde eritmeniz, sizi hangi yönlerden tamamlıyor?

MK: Aykırı işler yapmayı seviyorum. Babam sık sık bize şunu söylerdi “ bir erkeğin yapabileceği her şeyi yapabilmelisiniz”. Tatillerde harçlığımızı kazanabilmemiz için işçilerle birlikte fındık toplatırdı. Bütün çocuklarını, kız – erkek ayırt etmeksizin arabasına doldurup araba kullanmayı öğretirdi. Mühendislik eğitimimi tamamlamadan çalışmaya başladım ve gördüm ki, bu alanda çok başarılıyım. Mühendisliği hep çok çekici ve ileri teknolojik alanlarda icra ettim. Uluslararası firmalarda lider, kilit mühendis veya yönetici olarak çalıştım. Bunda, yabancı dillere olan merakım da çok etkili oldu. Yurt dışında eğitimler, stajlar gördüm. Her zaman çok cesur ve güvenli bir insan oldum. Zorluklardan hiç korkmadım ve yılmadım.
Bütün bunlar bir kadın olarak güvenli olmama katkı sağlıyor. Müzik ise benim içimdeki duygu yoğunluğunu temsil ediyor. Bir mühendis olmak veya önemli kuruluşlarda önemli görevlere sahip olmak beni müzikten hiç alıkoymadı veya müziğimi olumsuz etkilemedi. Ben hep müziğe sığınıyorum. İhtiyaç duyduğum sıcaklığı orada buluyorum. Müzikle ağlayıp, müzikle gülüyor, müzikle sonsuzluğu yakalıyorum. Gerçek bir özgürlük duygusu. Müzik hep içimdeydi, başından beri. Sonradan hayatıma kattığım veya “ben müzik yapmak istiyorum” diye heveslenip çabaladığım bir şey olmadı. Doğumumla getirdiğim, doğallıkla içimde taşıdığım bir şey.

-Müzik yönünüz, iş hayatınız ve annelik. Bunları nasıl dengeleyebiliyorsunuz?

MK: Bir denizyıldızı gibi, dengede kalarak ve her şeyi dengede tutarak. Yaptığım işe kendimi adarım. Çocuklarıma adarım. İşime adarım. Müziğime adarım. Bir adanmışlık hali. Çocuklarımın bağımlılık süreçlerinde yanlarında olmasaydım, ihtiyaç duydukları sevgi ve şefkati gereği gibi sağlayamasaydım erken bağımsız olamayacaklar, muhtemelen sorunlu çocuklara dönüşecekler ve beni özgür bırakamayacaklardı. Bağımlılık süreçlerinde kendimi onlara mutlak bir biçimde adadım ve onları sütüme, ilgime, şefkatime doyurdum. Şimdi oğlum Oğuzhan, Boğaziçi Üniversitesİ’nde TÜBİTAK bursu ile tarih okuyor, kızım Setenay ise Bolonya Üniversitesi’nde sanat okuyor.
Yaptığım işe, müziğime, aykırı kişiliğime saygı duyuyorlar ve destekliyorlar. Benim en yakın arkadaşlarım. Onlarla paylaştığım şeyleri, entelektüel anlamda hiç kimseyle paylaşamıyorum. Her ikisinin yanında da kendimi entelektüel anlamda yetersiz hissediyorum. Beni şaşırtıyorlar. Her geçen gün daha çok şaşırtıyorlar.

-Geleneksel ezgilerden oluşan müzik tarzınız, sizce dünya müziğine nasıl bir katkı sağlıyor?

MK: Son zamanlarda giderek yaptığım müzik daha geniş kitlelerce dinleniyor. Önemli dünya müziği sitelerinde gösteriliyor. Son albümüm Elixir, Kaliforniya’da önemli bir Dünya Müziği programı tarafından Dünya Müziği janrında “Best of 2010” listesinde gösterildi. Bunlar çok güzel gelişmeler. Hiç şımarmadan ve şaşırmadan (beşer şaşar) hırsla değil ama aşkla ve yavaş yavaş yoluma devam edeceğim. Küçük bir su gibi akarak. Yeni albüm üzerinde çalışıyorum. Bugüne yaptığım çalışmalar müzisyenler arasındaki kredibilitemi artırdığı için olmalı, artık daha kolay çıkıyor çalışmalar ortaya. İhtiyaç duyduğum sinerjiyi çok iyi müzisyenlerle kısa sürede yakalıyorum ve geleneksel müzik işlemeye devam edeceğim. Bu alan birileri tarafından korunması gereken bir alan. Kendimi bu anlamda bir hazinenin bekçisi gibi görüyorum. Bekçilerden biri. Öyle ki, birileri bekleyip kollamaz ve korumazsa, yok olup gidecek.

-Diğer müzisyenlerle birlikte hazırladığınız albüm çalışmalarınızda, çeşitliliğin uyumu sizce nasıl yakalanıyor? Bunun sırrı nedir?

MK: Müzisyenler iyi olunca bu çok kolay oluyor. Bence iyi müzisyenler birbirlerini çok iyi anlıyorlar. Bir duyguyu müziğe dönüştürebilmek için gerçekten de çok iyi olmak gerek. Her kişinin harcı değil. İyi müzisyenlerle çalışmayı bu yüzden çok seviyorum. Onlar olmasa benim müziğim de olmazdı. Birlikte yapıyoruz.

-Melez bir etnik kimliğe sahip olmanız, müzik anlayışınızı ve hazırladığınız albümlerinizi ne yönde etkiledi?

MK: Bu gerçekten çok önemli. Yalnızca müziğimi değil hayata bakışımı da çok etkiliyor. Bu her şeyden önce bir ayrıcalık. Hem böyle bir etnik kimliğe sahip olmak, hem bu etnik kültürleri yaşamış olmak, sevmek, sahiplenmek ve kollamak hem de böyle olağanüstü bir doğaya ve dünyaya doğmuş olmak. Doğadan ayrı, beton yığınları içine doğan insanlara yazık. İnsanlar doğadan ayrı kalınca hastalanıyorlar. Çiçeksiz, ağaçsız, yeşilsiz, ormansız bir yaşam düşünemiyorum. Doğadan ayrı yaşamak zorunda kaldığım şehir evimin içine doğayı taşıyorum. Toprakla, ağaçla bitkiyle. Dokunduğum her şeyin organik olması gerek. Bu benim hayatta olmazsa olmazım.
Kişinin gerçek anlamda aydınlanması, bilinçlenmesi ancak köklerini bilmesiyle mümkün olabilir. Kendi gerçekleriyle mutlak bir biçimde barışık olmasıyla, bu gerçekleri kabul etmesiyle mümkün. Ancak o zaman hücrelerinize sinmiş hüznün gerçek kaynağına inebiliyorsunuz. Veya neşenin veya öfkenin… Ben bir Megrel/Laz’ım. Annemin babası Gürcü. Kuran’ı 20 kere Arapça’sından hatim etmiş biri olsam da, artık en çok Tao ve Upanişadlar okusam da kilise çanlarını ve kilisenin huzurlu havasını çok sevmemin derinlerinde atalarımın Ortodoks geçmişi mi yatıyor acaba?
İliklerime işlemiş bu hüzün, yanık yanık ağıtlar yakma isteği göçlerle telef olmuş yaşamlarla ilişkili olabilir mi? Bu genetik halkayı çocuklarıma denk gelen zincirde kırabilir miyim? Sürekli yer değiştirme arzum bu göç halinin uzantısı mı yoksa dünya benim evim mi yoksa evsizlik özlemi mi? Ait olduğum bir yer var mı? Aslında yaptığım her şeyle sürekli olarak yaşadığım her şeyin gerçek, anlamlı ve değerli olduğunu kanıtlamak istiyorum. “Hiçbir acı boşuna yaşanmadı” demek istiyorum. Evet, dedemin o ahşap evi, o evin taş ocağı, o ocağın etrafında oturup dinlediğim bütün cin öyküleri ve dere kenarlarında, değirmenleri mesken tutmuş cinler, babamın anneme kara sevdası, içinde uyuduğum o ağaca yontulmuş gibi oda, yıkandığım dere, ineklerimizin çıngırak sesleri, dedemin elleriyle yaptığı zembiller, Artvin’deki evimiz, poşalar, Ermeni komşumuz, Kafkasör, çan sakızı, yollar, babamın beyaz mersedesi, o mersedesin içinde dinlediğimiz şarkılar(bakmıyor çeşmi siyah imdade), karanlıkta gidilen yollar… Her şey, her şey gerçekti. Ve ben bunları söylüyorum. Geçmiş, bugün ve gelecek, hepsi şimdi burada. Şimdi içinde bulunduğum anın içinde. Ağabeyim de öyle, babam da, kaybettiğim tüm sevdiklerim. Aslında hepsi buradalar, yanımdalar, içimdeler, şarkılarımdalar.

-Karbeyaz Filminin müziğinde özellikle Gülten Akın’ın şiirlerinin bestelendiğini biliyoruz. Niçin özellikle Gülten Akın?

MK: Çünkü Gülten Akın’ı ve şiirlerini çok seviyorum. Daha onunla tanışmadan, taaa 18 yaşımdan beri ona böyle bir borcum olduğunu düşündüm. 2010 da albümü yayınlayabildim. 18 yaşımdan beri onun şiirlerini söyledim gitarımla.

-Edebiyat ve felsefe alanında kimleri okumaktan ve müzikal anlamda da kimleri dinlemekten haz duyuyorsunuz?

MK: Her kitap insanı başka bir kitaba taşıyor. On iki yaşımdan beri okuyorum. Emil Zola’yla başladım. Şimdilerde en çok Tao ve ilgili yayınlar okumayı çok seviyorum. Carl Gustav Jung ruhani gururumdur. J.M Coetzee, John Berger, Jose Saramago, Fernando Pessoa, Walt Whitman sevdiğim yazarlardan bazıları. Klasikler var tabii. Onları bir kez daha okumam lazım. Çok zaman geçti okuyalı. Şimdi, kızım okudukça benimle düşüncelerini paylaşıyor ve ben de “tekrar okusam iyi olur” diyorum. Gogol’e bayılıyor. Sehpamın üstü, çalışma masamın üstü, yatak başucum her daim kitaplarla doludur. Elimdeki kitap, Jose Saramago-Notebook. İngilizce çevirisini okuyorum.
En son dinlediğim albüm Gürcü besteci Gya Kanchelli’nin “Themes from the Songbook” adlı albümü. Boşluklu müzik dinlemeyi seviyorum. Dinlediğim çok müzik eseri var ama sanıyorum yüreğime dokunanı o kadar çok değil. Müzik insana bulaşmıyor, bir duygu oluşturmuyorsa bence yapılmasa da olur.

ENGLISH TRANSLATION by Setenay Kaya
INTERVİEW WITH MIRCAN KAYA
Interview by : Mehmet Özgür Ersan

-In your life which started on a mountain village, can you describe how the sounds you speak of coalesce with intuition and what these things turn to within you?

MK: You know when you repeat something so many times it loses its meaning? When someone tells a story that is so important to herself repeatedly, she becomes estranged from her own story. I’ve told this story in lots of interviews and I fear becoming estranged from my own story. My life as a child, my biography seems interesting to other people. Because my life started in a mountain village on the border area between Georgia and Turkey, then continued as an international adventure. Because the corn bread baking in our kitchen stove, somehow turned to the polenta (a garnish made of corn flour) which i ate in luxurious restaurants in Venice, Padova or Vicenza. I’m turning the stories I’ve listened to by the fireplace into jazz songs, imitating a jinn’s laughter with the eccentric British musicians. I salute John Cage by inserting the buzzing of insects, the sound of raindrops, the whispers of the wind, the rustling of leaves into an albüm as the music of silence. I turn the darkness which scares me so into a journey of consciousness with overlapping vocals. I use the riddles my father told so that our minds would develop, and my mind sharpened by the solving those riddles, as I apply protection technologies to protect the important structures of our country against earthquakes with one of the biggest firms in the World. I give seminars. I compose music, write articles on planes. I have raised two brilliant children. I have inherited the unconventional spirit of my grandmother, my father’s energy and confidence, my grandfather’s diligency, and my mother’s soulful voice. My life has lots of layers, and branches like an oak tree that has taken deep roots, like a starfish.
I actually want to be a current that has the ability to preserve its energy at all times, able to create its own ideals and isolated circumstances. To flow away, to make way, calmly… All these things converging with the music I create, probably does make my life story more interesting, does it not? Otherwise, who would care about my life story if I had been born on that mountain village, then married someone, living my life as it was expected? And more importantly, could I say “I was born in a mountain village” this easily, this confidently?
All I’m trying to do here is, as you can see, is to find other ways to tell you things without being estranged from my story.
As a child I would just listen, observe, comprehend, and I knew everything and understood everyone around me, I would love everyone unconditionally, I was full of love (I still am). Since I was the last daughter who was supposed to be born as a son, and I was the grandchild of the aga and he was expecting a grandson, I was close to being abandoned. My silence, my muteness, me denying to speak, was some sort of revenge. I did my own kind of strikes and protests by not eating or talking. But I sang. Then they’d know what was going on inside my mind. Some time later, my awkward being, my intelligence, my skills surfaced, and my parents declared some kind of inviolability (Before I turned five, I knew all the streets in town, I could do shopping, I could account Money and by the fifth day in the Quran course they sent me to, I started to read Quran).
The message they were giving was this: “Don’t interrupt, don’t touch, she knows something, she has her reasons”
Have what you’ve felt given you some kind of sensitivity towards music? For example, can we say that this childhood helped you to choose a path in life?
To tell the truth, I don’t know how to analyse myself in this matter. Don’t think of this as arrogance but even when I was little I only looked ahead and I did it with confidence. It was like saying “There is something out there waiting for me”. Or “I’m after others things. Not this. What I want to do is not these things that keep you preoccupied”. I would always go after different things, difficult things. I was determined and stubborn. No one knew which decision I’ve made before I let them know. I would explain something only after I had done it. “Yes, this is what I did. This is my work”. I don’t know how these things reflected on my music. Maybe as a distinctive quality. All I know about my music is that all the feeliings in me are there as they are, with all my honesty. It has a sour taste because of the direction my life took. It doesn’t suit everyone’s taste buds. It’s neither always soft and loving, nor always full of anger and rebellious. They are all together. It’s sometimes pure and compassionate like in the albüm Bizim Ninniler.

-In what ways does having both an engineer’s and a musician’s identity as a woman fulfill you?

MK: I like doing divergent things. My father would say often “you should be able to do everything that a man can”. During vacations, he would have us pick hazelnuts with the workers for allowance. He would load all of his children (regardless of gender) into his car, and teach them how to drive a car. I started working before I was done with my education as an engineer and I saw that I’m very succesful at this. I carried out engineering in its most alluring ways and the newest Technologies. I worked as a key engineer in international firms as a leader. My interest in foreign languages helped a lot in this matter. I did internships and took various education programs abroad. I was always a courageous and self-trusting human being. I was never afraid of the hardships and I never gave up. All of these gives me confidence as a woman. On the other hand, music represents the concentration of emotion within me. Being an engineer or having important positions in important organisations has never kept me away from music or hasn’t affected my music in a negative way. I always take shelter in music. I cry with music, laugh with it, and capture eternity with it. It’s a real feeling of freedom. Music has always been inside of me, since the beginning. I wasn’t something that I added to my life later on saying, “I want to make music”, or something that can ever have a fleeting effect in my life. It’s something that I brought on with my birth, something that I carry inside of me naturally.

-Being a musician, your work life, and motherhood. How do you balance these?

MK: Like a starfish, by balancing everything out, with equilibrium. I devote myself to everything that I do. I devote myself to my children, my job, my music. Its a state of devotion. If I hadn’t been by my children in their time of dependence, if I hadn’t given them the love and compassion that they needed, they couldn’t have gained independence, and they would probably have issues and wouldn’t set me free. In their time of dependence, I devoted myself to them completely and I satisfied them with my milk, my interest in them, my compassion. Now my son Oğuzhan is studying at Boğaziçi University with a scholarship provided by TÜBİTAK, and my daughter Setenay goes to Bologna University, studying art disciplines. They respect my music, my work, and my rebellious personality. They are my best friends. The things I share with them are things that I can’t share with anyone else intellectually. With both of them, I feel intellectually insufficient. They surprise me. Every day, they surprise me more.

What contributions do you think your music which consists of traditional tunes makes to world music?

MK:The music I’ve been making has a broader audience now. It’s being shown on world music webpages. My latest album Elixir, has been selected for a “Best of 2010” list in the World Music genre by a World Music program in California. These are very nice progresses. I will carry on in this road slowly, steadily, not with ambition but with love, without being spoiled of surprised. Flowing like a small source of water. I’m working on a new album. It must be because my Works until now has increased my credibility with musicians, new projects are easier to surface. With great musicians, I capture the synergy I need and I will continue to forge traditional music. This is a field that must be protected by someone. I see myself as somewhat of a guardian for this treasure. One of the guardians. If someone doesn’t watch over and protect these traditions, they will fade away.

With the projects you carry out with other musicians, how do you think the harmony of variety is captured? What is the secret to that?

MK:This is very easy when the musicians are good musicians. I think good musicians understand each other very well. To turn an emotion into music you have to be very good at what you do. It’s not something everyone can do. That’s why I like working with good musicians so much. Without them my music wouldn’t be. We do it together.

How do you think having a hybrid ethnical identity effected your sense of music and the albums you create?

MK: This is really very important. It effects not only my music but also the way I look at life. It’s a privilage above all. Having this kind of ethnical identity, having lived these ethnical cultures, to love it, to own it, and protect it, while having been born into an amazing nature and World. What a pity for people who were born amidst concrete buildings, seperated from nature. Being away from nature brings sickness to humankind. I can’t think of a life without flowers, trees, green fields, or forests. I carry the nature to my home in the city. With earth, plants, and trees. Everything I touch must be organic. That’s my essential in life.
For one to be enlightened in the true sense can only be done by knowing their roots. It’s only possible if one is in peace with their own truths, accepting them. Only then can you find the source of the sorrow clinging to your cells. Or joy, or anger…I’m a Mingrelian/Laz. My mother’s father is Georgian. Even though I’ve read Quran 20 times in its Arabic original, even though I feel closer to Tao and Upanishads, I still love the church bells and a church’s peaceful atmosphere. I wonder if that has something to do with my ancestors’ Orthodox past.
Does the sorrow deep inside me, causing me to sing sad songs has to do with lives torn with immigrations? Can I break this genetic circle with my children? Is this need to relocate constantly a product of these immigrations, or is this World my home, or do I have a longing to be without a home? Is there someplace I belong? Actually, with everything I do, I have a desire to prove that everything I live is real and meaningful. “No pain was lived in vain” I want to say. Yes, my grandfather’s wooden house, that house’s furnace, the stories I’ve listened to around that furnace about djinns dwelling around creeks and mills, my father’s love for my mother, that room which I’ve slept in which looked like it was sculpted onto a tree, the creek which I would wash myself, the bells of our cows, my grandfather’s handmade woven baskets, our house in Artvin, poshas, our Armenian neighbour, Kafkasor, pine resin, the roads, my father’s White Mercedes, the songs we would listen to in that Mercedes, the roadtrips in the dark…Everything, everything was real. And I’m telling these. The past, the present and the future is here. In this moment I’m in. Even my brother, father, everyone I’ve lost that I’ve loved. They’re actually all here, beside me, in me, in my songs.

We know that in the soundtrack of the movie Karbeyaz, the poems of Gülten Akın were used. Why Gülten Akın?
Because I love Gülten Akın’s poems. Before I even met her, ever since I was 18, I’ve felt like I owed her this. I published the album in 2010, but I would sing her poems with my guitar even when I was 18.

In the field of Literature and Philosophy, who do you like to read the most, and in the musical field, who do you find pleasure listening to the most?

MK: Every book carries a person to another. I’ve been reading since I was 12. I started with Emile Zola. These days, I read boks about Tao a lot. Carl Gustav Jung is my spiritual pride. J.M Coetzee, John Berger, Jose Saramagos, Fernando Pessoa, Walt Whitman are some of the authors I love. There are also the classics. I should re-read them. It has been a very long time. Now, my daughter shared her thoughts on them and I say “I should read this again”. She admires Gogol. On my coffee table, on my desk, on my bedside, there are always books. The book I’m reading now is, Jose Saramago – Notebook. Its the English translation of it.
The last album I’ve listened to belongs to the Georgian composed Gya Kanchelli and it was called “Themes from the Songbook”. I love to listen to records with spaces. I listen to lots of music but Its rare for a song to touch me. If music doesn’t form feelings and emotions, I think its better not made.

Translated by: Setenay Kaya


Ek alanı

 


 

 
Toplam blog
: 447
: 1524
Kayıt tarihi
: 20.09.13
 
 

06 Mayıs 1974 Çorum Sungurlu'da doğdu. Yaşamının büyükçe bir bölümünü Mamak'ın gecekondu mahalleler..