Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Nisan '11

 
Kategori
Dostluk
 

Misafir geldi, Esin Nefes !

Misafir geldi, Esin Nefes !
 

 

Gençliğimden beri günlük yazıyorum. Önceleri küçük defterler taşırdım cebimde. Sonra databank'lar aldı yerini ve nihayetinde akıllı telefonlar. Ben Olmanın Issızlığında o günlüklerden doğdu. Haliyle, günlüğümdeki gerçek kişiler, mekânlar ve konular da kitapla birlikte tarihe yazıldı. Aynı karakterler Ben Olmanın Varlığında'da ve Ben Olmanın Sonsuzluğunda'da yer aldı. Böylesi kitapları yazmak ve bir ömür kitap karakterleriyle bir arada olacağınızı bilmek inanılmaz keyifli ve heyecan verici. Ama gelin görün ki bir gün Tuna Kiremitçi, Mehmet Coşkundeniz tarzı romanlar yazabileceğim aklımın ucundan bile geçmezken 21 Temmuz 2010 gecesi Konak Pier'de şu dörtlükle yazmaya başladım Aşkın C Şıkkı'nı;

Nefret eder oldum çarşambalardan
Ne işim varsa bu şehirde
Kayboldu yine mavi
Malûm gülümseme gride
 

BOI, BOV ve BOS'ta her konuyu karakterlerimle tartışabiliyor, şekillendirebiliyor ve bugün bile konuşabiliyorken Aşkın C Şıkkı'nda yapayalnız kaldım! Önceleri bunun ne demek olduğunu anlayamadım. Çünkü evli de olsa Ceyda büyük bir aşkla bağlıydı Ali'ye ve Berke de inanılmaz medeni bir davranış ve olgunlukla açmıştı yollarını. Sıla dahi sanki babasından çok seviyordu Ali Abi'sini. Yayınevim de zevkten dört köşeydi. Kitap 7.5 lira gibi rekabetçi bir fiyatla satılacak ve özellikle bayanlar bu yaz kapışacaktı. Kitap karakterleri mutlu, yayınevim mutlu; ama ben huzursuzdum! Hayatı boyunca dünyayı gri-siyah görmüş bir yazar için sanki yapmacık maviydi bu gelişmeler! Konuyu BOI, BOV, BOS karakterleri Christy, Nathy, Yorgo, Melisa ve dostlarım Bora ve Ceyda ile paylaşınca biri bile kurgunun olabilirliğini savunmadı. Bu, ACŞ konusunda ilk ciddi kırıktı. Ve sonrasında da rüyalarıma giren Ceyda konuya son noktayı koydu.

Ali'yi çok seviyorum ve benim için çok değerli; ama hepsi bu. Mevcut düzenimi bozacak kadar aptal mıyım ben? Sıla'yı ailesiz bırakır mıyım hiç! Sonra onun gözlerine nasıl bakarım? Kitaptaki; gözlerini aşk bürümüş, uçuşup duran kadın değilim ben!

ACŞ'nin basımını durdurmak ve Ceyda ile Ali'nin uçakta karşılaştıkları andan sonrasını yeniden yazmak şart olmuştu. Yayınevimin bütün hayallerini yıkmak pahasına artık gerçeğe daha uygun halini yazıyorum şimdilerde. ACŞ yeni haliyle pembe bir roman olmayacak; ama yine de zaman zaman koyulaşan grilikte dahi mutlu olabileceğiniz satırlar bulacaksınız. Hatta Griyi Anlamanın Püf Noktaları diye bir bölüm de eklemeyi düşünüyorum.

Hayatım boyunca Ali'nin düştüğü duruma düşmeyi, aşkın beni minicik hale getirmesini dilemem. O nedenle kendimi Ali'nin yerine koyarak yazıyorum artık. Sanırım Ceyda'ya karşı korumak istiyorum onu. Ama en önemli sorun şu ki o çok kızdığım Ceyda'yı da ben yazmalıyım ve Ali kimliğine bürünmüşken Ceyda'yı gerçekten de objektif olarak yazabilecek miyim, onun iç dünyasını, kadın ruhundaki fırtınaları erkek halimle ve üstelik Ali kimliğimle lâyıkıyla aktarabilecek miyim!

Bundan emin değilim! İşte o nedenle; düşüncelerine güvendiğim, Ceyda karakteriyle aynı yaşlarda olan bir MB arkadaşımın görüşlerini almak istedim ve sordum: Şu Ceyda'yı bana bir de sen anlatsana !

Teşekkürler Esin.

Ata Kemal Şahin

*****

Kendi boşluğuna asılı
birer asansörüz aslında
ve ben elimde taze bir karanfil
sıkışıp kaldım
iki katın arasında      (Sunay Akın)


Nefes alamıyorum!

Tüm benliğimi kanatırcasına saran o zinciri kıramıyorum. Berke ve Ali o zincirin birbirine sıkıca bağlanmış halkaları gibi. Biri ruhumu sıkıştırıyor, diğeri bedenimi ve hatta zaman zaman da değişiyor rolleri.

Bazen kendimi, Hilal'in doğum gününe hiç gitmeseydim keşke diye hayıflanırken buluyorum. O günden, özellikle de Ali'yle uçaktaki karşılaşmamızdan sonra huzurlu geçen tek bir dakikam dahi olmadı ki! Duyduğum vicdan azabıyla Ali'nin parmak uçları asit olup yakarken tenimi, Berke'nin her dokunuşunda Ali'ye duyduğum aşktan buz kesiyor sanki bedenim. Nihayetinde, hangisinin kollarında bulursam bulayım kendimi; yüzümde mutlu bir maske, altında cehennem ateşinde yanan bir kadın silüeti taşıyorum. Aramızdaki bütün engellere ve duyduğum vicdan azabına rağmen, Ali'ye olan hislerim öyle güçlü ki kendimi bir türlü durduramıyorum. Bedenim kontrolümün dışında, aklımdan tamamen bağımsız hareket ediyor artık.

Bazen Sıla'yı kucağıma alıyorum -dudaklarımdaki, Ali'den hatıra henüz kurumuş dudak izleri geliyor aklıma- öpemiyorum kızımı, gidip yıkıyorum elimi-ağzımı defalarca. Ölesiye utanıyorum o kucağımdayken. Ali'yle sevişmelerimiz geldiğinde aklıma, bakamıyorum gözlerine canım Sıla'mın. Gözlerimin derinliklerine baktığında, kalbimin yalnız ona ait olmadığını, içeride bir yerlerde Ali'yi sakladığımı görecek ve annesinin bir yalancı olduğunu anlayacakmış gibi sinir bozucu bir endişeye kapılıyorum. O anlarda buz olup erimek istiyorum işte, su olup karışmak toprağa, sonra da...

Ali'den sonra Berke'ye zoraki gülümsemenin, sarılmanın, hatta onun sevgi sözcüklerine tahammül gösterip sahte karşılıklar vermenin ağırlığı yetmezmiş gibi; bir de artık bahane uyduramaz hale geldiğimde, yalancıktan sevişmek zorunda kalıyorum! O'nunla sevişirken bazen hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyorum! Nihayet sevişmemiz bittiğinde ve derin bir uykuya daldığında Berke, şiddetli kalp çarpıntılarım başlıyor bu defa da. Ya gerçeği öğrenirse ne yaparım endişesi cirit atıyor beynimin kıvrımlarında. Kolları bedenime yapışkan bir sarmaşık gibi dolanmışken, adeta sevgiyle değil nefretle kesiyor nefesimi, öfkeyle boğar gibi, intikam ateşiyle yakar gibi !

Bu düşüncelerle baş edemeyince daha da iğrençleşip çok eski dostum bir avukat arkadaşımdan akıl almaya karar veriyorum. Biraz utanarak da olsa anlatıyorum başımdan geçenleri. Ama rahatlatıyor beni, artık böyle ilişkilerin ne kadar sık yaşandığına dair hikayeler dinliyorum ondan; meşru hale geliyor -en azından avukat arkadaşım nezdinde- ihanetim! Sonra, nasıl kamufle edilir evli bir kadının hayatındaki ikinci erkek, onu anlatıyor bana, yani alınacak asgari önlemleri. Kendi telefonumdan Ali'yle konuşmamamı ve asla mesajlaşmamamı öğütlüyor önce. Bilindik mail adresimden ve bilgisayarımdan yaptığım diğer yazışmalar için de öyle. Sonra; seviştiğimiz otele, etraftaki kameralara, kısacası her şeye ve herkese dikkat edecekmişim. Aksi halde Berke öğrenir ve benden boşanmaya kalkarsa bunlar davada delil olarak kullanılabilirmiş, hem kızımın velayetini hem de tazminat mahiyetinde mal varlığımın bir kısmını kaybedebilirmişim. Bu bilgiyi alır almaz Ali'ye koşuyorum, bana kendi adına ikinci bir hat alsın diye. İkinci ve gizli bir telefonum oluyor böylece, sonra da gizli bir email hesabım. Sürekli başka başka minarelere kılıf hazırlama tedirginliğiyle geçmeye başlıyor hayatım!

Bazen soruyorum kendime: Ne var yani, Berke aldatmamış mıdır beni? Aldatmayan erkek mi var! Aldatmadıysa da bu onun salaklığı. Aldatsaydı o da. Ama o kadar korkak ki aklından geçirdiyse dahi cesaret edememiştir. Ali hayatıma girdikten sonra daha iyi anladım bunu. Sürekli birilerine ait olmak zorunda sanki. Bana erkeğinim demesinden nasıl da nefret ediyorum. Hele, Ceyda'm ya da senin Berke'n demesine hiç tahammülüm yok, o anlarda koşarak kaçmak istiyorum yanından. Ben kızımdan başka kimseye ait olmak istemiyorum ki.

Evet, bu Ali için de geçerli. Hiçbir zaman ona da ait olmayacağım! O bunu bilmiyor, zira ona da durmadan yalanlar söylüyorum, inandırıyorum bir ömrü birlikte geçireceğimize. Zaten kısa sürecek ilişkimizin üç-beş aylık selameti için bu yalanlar gerekli. Hiç de zor olmuyor üstelik. Dahası, acımayla karışık garip bir zevk alıyorum bundan ve kendim de anlayamıyorum nedenini. Halbuki Ali öyle iyi ve her şeye rağmen bana inanmaya öyle hazır ki... Oysa ben Sıla'yı böyle bir maceraya sürükler miyim hiç, ayırır mıyım onu canı gibi sevdiği babasından! Nasıl yaşarım bu vicdan azabıyla. Ya büyüdüğünde gerçekleri anlar ve hesap sorarsa bana, ne derim ona!

Ali, ona olan büyük aşkıma rağmen benim için gelip geçici bir heves! Acı da olsa, gerçek bu! Nasıl olsa bitecek ona olan aşkım ve o zaman her şey eskisi gibi olacak işte. Alışacağım yeniden kocama. Kızım mutlu bir ailenin içinde büyüyecek ve ne pahasına olursa olsun bu değişmeyecek. Bütün bunları düşündükçe, günden güne kayboluyorum bu aşkın içinde. Hiçbir şey yapamaz oldum bu aralar. Ne işime konsantre olabiliyorum ne de evime. Yer yoktu ki hayatımda aldatan kadın rolüne. Yine de, aşkımdan ölsem, önce kızımı düşünmem gerek. Bekliyorum, bekleyeceğim -Ali'ye olan duygularım seyrelsin ve rahatça, içimde hiçbir şey kalmadan- sarılabileyim aileme yine diye. Bencillik ettiğimi biliyorum bütün bunları yaparken; ama ne de olsa Metropol Aşkları fırtına gibi gelir geçer ömrümüzden, değil mi? Gidenin yüreğinde en fazla bir yara izi, kalanın aklında ise dingin bir deniz kıyısında yıkık bir kent hikayesi. Belki de hepsi bu...

(Esin Nefes)

http://blog.milliyet.com.tr/yururken---/Blogger/?UyeNo=2146908

 
Toplam blog
: 462
: 1159
Kayıt tarihi
: 07.03.09
 
 

Ne güzel bloglar yazdık, ne muhteşem dostluklar kurduk; onlar kaldı baki... ..