Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Nisan '12

 
Kategori
Öykü
 

Misketten diskete

Misketten diskete
 

MİSKETTEN DİSKETE


Yıllar ne kadar da hızlı geçti. Daha dün gibi hatırlıyordu göreve başladığı ilk günü. Ne çok heyecanlanmıştı yemin töreninde, vücudunun her tarafı titremişti. Gözleri ışıl ışıl olmuştu. Heyecandan dudakları çatlamış, boğazı kurumuştu. Orhan Erdemlioğlu ilk göreve başladığı yılları gözünün önüne getirdi, yeni tayin olduğu okulun ilk gününde 5/A Sınıfının penceresinden dışarıyı seyrederken.

Pencerenin görüş açısını kesen dağların ve engin ufukların ardında yıllarını köy okullarında sınıf öğretmeni olarak birleştirilmiş tek sınıflarda 10–15 öğrenciyle beraber tüketmişti. Onları yetiştirmek için gecesini gündüzüne katmış, yaz denemiş, kış denemiş, gençliğiyle beraber bütün enerjisini onlara vermişti.

Şimdiyse her sınıfın bir kaç şubesi vardı. Sınıflar teknolojik açıdan tam donanımlıydı. Projeksiyon makinesinden, internete, printera varıncaya kadar her şey vardı. Çocuklar internetin başından kalkmıyorlardı, bilgisayarın başında adeta oyun çocuğuna dönüşmüşlerdi. Her şeyleri vardı ama bir şeyleri eksikti, oda Orhan Erdemlioğlu’nun gözlemlediğine göre her şeye kolay ulaştıkları için her şeyi basit görüyorlardı, zor ulaşacakları karşısında yılgınlık göstermeleri ve mutsuz olmalarıydı. Evet evet! Çocukların mutlulukları eksikti. Bu yüzden en basit olaylarda bile kavgacıydılar. Yüzleri bir türlü gülmüyordu. Dostlukları kalıcı değil anlıktı. Köylerde okuttuğu çocuklar ise bilgiye daha muhtaç, dostlukları samimi, aza kanaat eden, olaylar karşısında daha dirençliydiler.

Okulda göreve başladığının üçüncü günüydü. Sosyal Bilgiler dersinde çocuklar çeşitli görsellerden oluşan bir disket izleyeceklerdi. Bu dersin görsel materyallerle zenginleştirilmesi ve kalıcı olması açısından önem taşımaktaydı.

Orhan öğretmen bir türlü disketi anabilgisayara takıp çocuklara projeksiyonla izlettiremiyordu. Uğraştıkça iyice kafası karşıyordu. Hâlbuki akşamleyin üst komşusuna rica etmiş oda ona bilgisayarında ne de güzel anlatmıştı? Çok basit olduğunu sanmıştı. Şimdiyse ne yapacağını şaşırdı, eli ayağı bir birine dolaştı, kan tere battı.

Sınıftaki öğrenciler öğretmenlerinin bu durumuna hem acıyorlardı hem de bıyık altından kıs kıs gülüp alay ediyorlardı. Kendi kendilerine;

—Allah Allah! En basit bir disketi bile öğretmenimiz takamıyordu. Nasıl öğretmen olmuş? Yazık yazık! Haline üzüldük, acıdık(!)

Bu duruma Deniz daha fazla dayanamadı!

—Öğretmenim! Aynı bilgisayardan bizim evde var, onun için ben alışkınım, özelliklerini biliyorum, sanırım sizin bilgisayarınız farklı olduğu için siz zorlandınız. Müsaade ederseniz ben size yardımcı olabilir miyim?

Öğretmen Orhan Bey! Deniz’in zekâsına ve nezaketine hayran kaldı, kendi kendine;

—Çocuktaki edebe bakın! Gülmek, alay etmek, bilmiyorsunuz yerine, bilgisayarın farklı olduğundan alışmanın süreç alacağını ifade ediyor,

Deniz geldi, kısa süre de disketi bilgisayara taktı, projeksiyonda gösterim başladı ama sınıfın gülmesi, alay etmesi ve küçümsemesi geçmiyordu. Bu durum karşında Orhan Öğretmen yılların verdiği tecrübeyle şu anlamlı dersi verdi;

—Evet çocuklar! Biz çocukluğumuzda sokaklarda misket oynuyorduk, sizse disket oynuyorsunuz! Biz mutluyduk sizse mutlu değilsiniz, neden mi? Biz büyüklerimizin davranışlarına gülmezdik, kusur bulmazdık, alay etmezdik üstünlük taslamazdık, siz bilgisayar çağının çocuklarısınız, unutmayınız bilgisayar çağının ötesinin çocukları da gelip size gülüp, alay etmesin.

 
Toplam blog
: 9
: 161
Kayıt tarihi
: 29.04.12
 
 

Bayburt'un Bayraktar köyünde (Baksı) doğdu (1965) . Sosyo-ekonomik nedenlerden dolayı ailesi ile ..