Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Haziran '14

 
Kategori
Öykü
 

M.Ö 1.yıl

M.Ö 1.yıl
 

Uzun adam ve kuvvetleri o gün bizi bekliyorlardı. Her ne pahasına olursa olsun, tüm cesaretimizle, şerefimizle, onurumuzla o meydana çıkacaktık. Nasıl ki Bizanslılar büyük bir kahramanlıkla barbar Vikingleri, Arapları, Haçlıları buradan attıysa nasıl ki paşamız Mustafa Kemal İngilizleri, Fransızları buradan kovduysa eğer bizde eninde sonunda bu kuvvetleri buradan atacaktık. Ama şunu gayet iyi hissediyordum. Konstantinin laneti üzerimizdeydi. Zavallı kral bize nasıl beddua etmişse, bu tanrı tarafından kabul görmüş olacak ki bela sürekli peşimizdeydi. Eğer söyledikleri doğruysa bu termofil savaşından farksız bir mücadeleydi. Bizler üç yüz spartalıydık. Başımızda her ne kadar Leonidas gibi bir lider olmasa da bizlerde de o savaşçıların ruhu ve gücü vardı. Çünkü karşımızda tehlikede Pers'lerden farksızdı. Ve onlar gibi sürekli batıya saldırıyor, yağmalıyor, talan ediyor, yakıyor, yıkıyordu. Medeniyeti, uygarlığı, geleceği, yaşamı tehdit ediyordu. Ve onların başında da bu defa kral Serkes yoktu ama uzun adam lakaplı biri vardı. Ve bu son kaleyi de onlardan almamız şarttı. Bu yeri de Atina gibi kurtarmamız şarttı. Şarapçı İsmet bunları inatla ısrarla söylüyordu.

Bu düşüncelerle o gece sabaha kadar uyuyamamıştım. Ertesi sabah eşimle ve oğlumla vedalaşırken eşime gözyaşlarını silmesini istedim. Onu uyardım: " Kadın boşuna ağlama. Sağ gelip gelmemem önemli değil kadın. Senin görevin bu küçük savaşçıyı benim yerime hazırlamak olacak. Eğer bana bir şey olursa hiç tereddüt etmeden bu çocuğu arkamdan o savaş meydanına göndereceksin. İnsanoğlu medeniyeti bu ölümler ve savaşlarla kazanıldı." dedikten sonra eşimi alnından öptüm. Oğlumun başını bir asker şefkatiyle okşadım. Yola çıktığımda güneş yeni doğmuştu. Martı çığlıkları, köpek havlamaları, at kişnemeleri, davul sesleri arasında kilometrelerce yol yürüdüm. Yürümek zorunda kalmıştım.

Çünkü Kabataş vapur seferleri iptal edilmişti. Metrolar çalışmıyordu. Taksim güzergahına çıkan tüm otobüsler garaja çekilmişti. Görevli olduğum bölge Fındıklı, Mebusan yokuşuydu. Burada toplanan grupta görevliydim. Buradan meydana çıkacaktık. Hiç tanımadığım insanlar bir yana bazı tanıdık simaları da grupta gördüm. Yine gençler oradaydı. Üniversiteliler, liseliler, işçi, işsiz gençler giyimleri, kuşamları davranışları gülümsemeleri ile her zaman olduğu gibi bir gelecek bir medeniyet ışığı saçıyorlardı. Gözlüklü, uzun saçlı, sakallı bir gençle el sıkıştık. Bu İtü son sınıf öğrencisi olan genç grup komutanımızdı. " Yüzbaşı ne zaman hareke geçiyoruz " diye sorduğumda sabırlı olmamı söyledikten sonra heyecan yapmamam için beni uyardı. Daha gelenlerin olduğunu saat yedi gibi harekete geçeceğimizi söyledi.
Sigara üstüne sigara içenler, sohbet edenler, şakalaşanlar vardı. Yoldan geçen turistler ne olduğunu anlamaya çalışırken bizim yerli turistler ise şaşkınlıkla bir o yana bir bu yana koştururken hemen herkesin tek amacı vardı. Bir günlüğüne burayı terk etmek onlar için en iyi seçenekti. Bazı şüpheli tiplerde çevremizde dolaşıyordu. Kısa boylu, uzun boylu, yaşlı, genç ve kılık kıyafeti bozuk tipler bizlere şüpheyle bakıyordu. Yanımda ki bayan sordu: " Kim bunlar acaba " diye... Hemen cevap verdim: " Bunlar sivil polis hanımefendi. Uzun adamın hafiyeleri. Bunlar sabahtan akşama kadar Taksim ve çevresinde dolaşır. Lütfen bunlara dikkat edin. Eminim aralarında madde bağımlıları hatta tinerciler bile vardır " dedim. Bayan sadece donuk bir şekilde tebessümde bulundu.

Yüzbaşı bir arka sokakta toplanmamız için haber gönderdi. Burada bir konuşma yapacağını söylediler. Mebusan yokuşundan Gümüşsuyu caddesine çıkan bir çıkmaz sokakta toplandık. Yüzbaşı sürekli telefon ile irtibat halindeydi. Son bir görüşmeden sonra konuştu. " Arkadaşlar Taksim'e çıkışlar tamamen kapalı sayılır. Bizim grup Cihangir'den çıkacak. Sonra Fürüzağa meydanında diğer gruplarla toplanacağız. Şu anda Şişli, Fulya, Galatasaray, Dolapdere, Teşvikiye bölgerlerinde de diğer arkadaşlarımız yürüyüşe başladı. Haydi şimdi bizde harekete geçiyoruz. Gazamız mübarek olsun" dediği andan itibaren büyük bir çoşkuyla yürüyüşe başladık. Sloganlar atarak Cihangir yokuşundan yukarı doğru çıkmaya başladığımız andan itibaren evlerin, binaların balkonlarında, pencerelerine yaşlı insanlar, çocuklar alkışlarla, tenrece tavalara vurarak bizleri desteklemeye başlamıştı. Onların, çoşkusu heyecanı belki de bizlerden daha fazlaydı. Azimle ve kahramanlıkla yürüyen büyük bir kalabalıktık. Her geçtiğimiz sokakta bize katılanlar bir yana evlerden verilen destekler daha da çoğalıyordu.

Sıraselviler caddesine çıktığımızda uzun adamın askerleri bir barikatla bizi bekliyordu. Kalkanlarla, çelik miğferlerle, joplarla adeta betondan bir setle geçilmez kale duvarları gibi önümüz kesilmişti. Yine ikazlar ve dağılmamız için bizlere uyarılar yapılıyordu. Bizler ise bunlara sloganlarla karşılık veriyorduk. Adeta bir ormanda etoburlar ile otoburlar karşı karşıya gelmişcesine bir manzara vardı. Hırlayanlar, kükreyenler bir yana homurtular, çığlıklar, böğürmeler birbirine karışıyordu. Yine o patlama sesi duyuldu. Yine etrafı bir sis kapladı. Küfürler, tekmeler, joplar, yine birbirine karıştı. Kaçanlar, kovalayanlar , yumruklar bir yana ortalıkta göz gözü görmüyordu. Bir kaç kişi ile beraber bir sokağa doğru kaçarken yardım isteyen bir tanıdık ses duydum. Gazdan yanan gözlerimi ovuştururken onu tanımaya çalıştım. Adam sürekli bağırıyordu: " Lan daş yok mu ? Allah rızası için bir daş verin " derken kaldırımlardan taş söküyor polislere atıyordu. " Haydar " diye seslendim. Beni gördüğünde bağırdı:" Gardaş kusura bakma geç kaldım. Vapurları kaldırmışlar. Pendik'ten geçen izmit otobüsüyle anca gelebildim. Ulan o arsayı sana yedirmeyeceğim uzun adam " diyerek polislere bağırmaya devam etti.

Peşimizden gelen polisleri görünce başka bir sokağa girdiğimde haydarı kaybettim. Hemen her yerde çatışmalar devam ederken ben Kabataş'a inmiştim. Bir taksiye binerek doğru Balat'taki Agora meyhanesine gittim. İçeri girdiğimde şarapçı İsmet heyecan içerisinde beni bir masada bekliyordu. Garsona seslendi: " Bir bardak daha getir. " Sonra da bana: " Çabuk anlat. Neler oldu " diye sordu.

 
Toplam blog
: 39
: 393
Kayıt tarihi
: 19.01.12
 
 

Serbest ticaret ile iştigal ediyorum. Çeşitli sivil toplum örgütlerinde aktif görevlerde bulundum..