Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Temmuz '13

 
Kategori
Sosyoloji
 

Modern Kültürde Çatışma-Georg Simmel-Metropol İnsanı-Üretim Tüketim İlişkileri

Modern Kültürde Çatışma-Georg Simmel-Metropol İnsanı-Üretim Tüketim İlişkileri
 

MODERN KÜLTÜRDE ÇATIŞMA-Georg Simmel


Metropol insanı, etrafındaki kimseleri satıcı ya da müşteri, hizmetçi, hatta çoğu kez ilişki kurmak zorunda olduğu kişiler olarak görür. Zihinselliğin bu özellikleri, daha küçük muhitlerin nitelikleriyle karşıtlık oluşturur: Küçük muhitlerde bireyler hakkında ister istemez sahip olunan bilgiler, insanların birbirlerine karşı daha sıcak davranmasını sağlar - verilen hizmet ile ödenen bedel arasındaki nesnel dengenin çok ötesinde bir davranış biçimidir bu. Küçük grubun iktisadı hayatına damgasını vuran psikolojide önemli bir nokta da şudur: llkel koşullar altında, malı ısmarlayan müşteri için üretim yapılır, yani üretici ile alıcı birbirini tanır.

Buna karşılık modern metropolde, neredeyse tüm üretim piyasa için yapılır: Yani, üreticinin asla yüz yüze karşılaşmadığı, bütünüyle yabancı alıcılar için. Bu meçhullük nedeniyle, her iki tarafın çıkarları katıksız bir tarafsızlık kazanır. iki taraf da, zihinsel hesaplarla iktisadı çıkar elde etme peşindedir ve kişisel bir ilişkinin tartıya gelmez hukukuyla hesaplarının bozulacağından korkmalarına gerek yoktur. Para ekonomisi metropolü egemenliği altına almış, ev içi üretimin ve ta¬kas ekonomisinin son kalıntılarını da yok etmiştir; ısmarlama üretim miktarını gün geçtikçe azaltmaktadır. Bu tarafsızlık ile para ekonomisi arasında öylesine sıkı bir ilişki vardır ki, hangisinin diğerine yol açtığını söylemek imkansızdır:

Zihinselliğin damgasını vurduğu bir anlayış mı para ekonomisini teşvik etmiştir, yoksa para ekonomisi mi böylesi bir anlayışa yol açmıştır? Kesin olan bir tek şey var: Metropole özgü hayat tarzı, ikisi arasındaki bu mütekabiliyet için en verimli zemindir. Bunu göstermek için, meşhur ingiliz anayasa tarihçisinin şu sözlerini

 yinelemekle yetineceğim: Bütün bir ingiliz tarihi boyunca Londra ingiltere'nin asla kalbi olmamış, sıklıkla zihni, ama her zaman para kesesi olmuştur! 

Para ekonomisi, pek çok insanın günlerini ölçüp tartmayla, hesaplamayla, rakamsal belirlemelerle, nitel değerleri nicel değerlere indirgeme mesaisiyle doldurmuştur. 

Her şeyden önce, metropolde farklı çıkarlara sahip pek çok insan bir araya gelmiştir ve bu insanlar, ilişkilerini ve işlerini son derece karmaşık bir organizma içerisinde bütünleştirmek zorundadır. Berlin'deki bütün saatler ansızın farklı zamanlan gösterecek olsa, bütün iktisadi hayat ve iletişim alt üst olur, bu durum bir saat bile sürse etkileri uzun süre atlatılamazdı.

Muhit ne kadar küçükse ve bireyin başkalarıyla sınırlarını eritecek olan- ilişkileri ne kadar sınırlanmışsa, o çevre bireyin faaliyetlerini, hayat tarzını ve bakış açısını o kadar büyük titizlikle denetler. 

Aynı mekan içerisindeki birey sayısının artması ve müşteri kapmak için edilen rekabet, bireyi, belli bir alanda uzmanlaşmaya zorlar bu uzmanlık, onu bir başkası tarafından kolayca yerinden edilmekten uzak tutsun diye. Şurası kesindir ki kent hayatı, insanın hayatta kalmak için doğayla giriştiği mücadeleyi, insanlar arası bir kazanç mücadelesine dönüştürmüştür:

Buradaki kazanç, doğadan değil, başka insanlardan elde edilir. Çünkü uzmanlaşmanın kökleri, sadece kazanç elde etme yolundaki rekabete dayanmaz: Satıcı, baştan çıkmış müşteride sürekli yeni ve farklı ihtiyaçları ortaya çıkarmanın yolunu bulmak zorundadır. Henüz tüketilmemiş bir gelir kaynağı, kolay ikame edilemeyen bir işlev bulmak için, verilen hizmette uzmanlaşma şarttır. Bu süreç, kamu¬sal ihtiyaçların farklılaşmasını, incelik kazanmasını, zenginleşmesini teşvik eder. Bu durumun, kişisel farklılıkların artmasına yol açması kaçınılmazdır.

Bütün bunlar, tinsel ve ruhsal özelliklerin bireyselleşmesine neden olur. Kent, büyüklüğüyle doğru orantılı olarak bu bireyselleşmeye yol açar. Bunun bir dizi nedeni vardır: Öncelikle, insan metropol hayatının boyutlan içinde kendi kişiliğini ortaya koymak gibi güç bir işle karşı karşıyadır. Kişinin önemindeki nicel artışın ve harcanan enerjinin sınırına varıldığında, nitel farklılaşmaya başvurulur: Birey, toplumsal çevrenin ilgisini bir şekilde üzerine çekmek için, çevrenin farklılıklara ilişkin duyarlılığından yararlanır. Sonunda insan, kasıtlı bir şekilde tuhaf olmaya teşvik edilir; yani, yapmacık tavırlar, ani değişkenlikler gibi metropole özgü aşırılıklara yönelir.

Bu tür davranışların anlamı, içeriklerinde değildir kesinlikle: "Farklı olma", çarpıcı bir şekilde diğerleri arasında sivrilme ve böylece dikkat çekici olma şeklinde ortaya çıkan formlarındadır. Pek çok kişilik tipinin, bir nebze de olsa özsaygı kazanmasının, belli bir konumu doldurduğunu hissetmesinin sadece dolaylı bir yolu vardır:

Öteki insanların farkındalığı. Bu noktada, kendisi önemsiz olmakla birlikte, biriken etkileri bakımından kayda değer olan bir etken daha söz konusu: Metropolde bireyler arası temaslar kasabalara kıyasla- daha kısa ve seyrektir. Metropole özgü kısa temaslar sırasında birey, kendini "özlü bir şekilde" ifade etme, çarpıcı ölçüde karakteristik görünme telaşına düşer oysa sık ve uzun temasların söz konusu olduğu bir ortamda, kişinin, ötekilerin bakışı üzerinden kurduğu öz imgesi, kuşkuya yer bırakmayacak bir netliğe sahip olur.

 MODERN KÜLTÜRDE MODA

Modanın özü şu olguda yatar: Modaya ilk uyanlar, her zaman, belli bir grubun bir bölümüdür sadece, grubun büyük çoğunluğuysa henüz modayı benimseme aşamasındadır. Moda genel bir şekilde benimsendiğinde, yani -bazı görgü konularında yaşandığı gibi- başlangıçta sadece birkaç kişinin yaptığını herkes yapar hale geldiğinde, artık onu moda olarak tanımlayamayız. Modanın yaygınlaşması, aynı zamanda onu yok oluşa sürükler, çünkü yaygınlaştığı zaman ayırt edici olmaktan çıkacaktır.

Genel yaygınlaşma eğilimi ile, bu yaygınlaşmanın yol açtığı anlam yitimi arasındaki ilişki nedeniyledir ki, moda kendine özgü tuhaf bir çekicilik kazanır: Bir sınırlılığın, aynı anda hem başlangıç hem son olmanın, hem yeni hem de geçici olmanın verdiği çekiciliktir bu. Modanın meselesi olmak ya da olmamak değil, aynı anda hem olmak hem de olmamaktır. O daima geçmiş ile geleceğin eşiğinde durur ve bu sayede bize, en azından doruk noktasında olduğu müddetçe, başka pek az fenomenin verebileceği güçlü bir 'şimdi duygusu' verir. 

Moda, içsel olarak özerklikten yoksun ve başka bir yere dayanmaya muhtaç olan, ama kendi benliğinin farkına varmak için göze çarpmaya, ilgi çekmeye, biricikliğe gereksinim duyan bireylerin asli faaliyet alanıdır.

George Simmel

Burcu Barış Künar

 
Toplam blog
: 191
: 1283
Kayıt tarihi
: 16.01.07
 
 

Başlangıçta sadece su ve onun üzerinde salınıp duran sis mevcuttu.  Baba Apsu ortaya çıktı ve tat..