Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Nisan '16

 
Kategori
Deneme
 

Modern Yerel Çelişkisi

Modern Yerel Çelişkisi
 

Geçenlerde kırk sekiz ay vadeli arabamın bakımı geldiği için servise götürdüm. Servisi daha önceden arayıp randevu aldığımdan, randevu saatinden on beş dakika önce servise ulaştım. Genellikle tüm görüşmelerime, randevularıma önceden gitmeye özen gösteririm. Kanaatim odur ki, insanları bekletmek randevuya geç kalmak, insana yapılacak en büyük saygısızlıktır. Servis Ankara’da Eskişehir yolu üzerinde oldukça lüks binaların, yeni yerleşim yerlerinin bulunduğu, “yeni  dünyadaydı.”

Önümde oldukça parlak bir “papyon” duruyordu. Parlaklığından, ihtişamından papyonun zengin birine ait olduğu aşikârdı. Gözümü parklığı almış, öylece bakakalmıştım ki, papyon birden servis görevlilerinin olduğu bankoya eğilerek dile geldi;

Papyon: “Arabamı ben daima buraya getiriyorum, biliyorsunuz. Bana biraz daha diskoaunt yapamaz mısınız?” diye sordu. Soruyu soruş, konuşma tarzından kendisine saygım bir kez daha arttı! Oldukça ağzını yayarak, ancak yumuşacık, tatlı bir konuşma tarzı vardı. Öyle ki, o ses tonuyla bankodaki görevlide inanılmaz bir saygı uyandırdığı belliydi.

Bankodaki kabul görevlisi saygıyla: “Tabi efendim,  ne gerekirse yaparız. Sizler bizim çok değerli müşterimizsiniz.” diye cevap verdi.

Papyon elini kaldırarak, anlamadığım bir yeri göstererek, “Ben … Üniversitesinde… Bölümünde Profesörüm. Her yıl bize Türkiye’nin en iyi öğrenceleri gelir, anadilleri gibi İngilizce öğretir, kendilerini mühendis olarak yetiştiririz. Mezunlarımız ülkemizde ve dünyada o kadar prestijlidirler ki, her yıl çoğu yabancı ülkelerde çalışmaya giderler. Ülkemizde kalanlar ise kesinlikle yabancı firmaların aradığı elemanlar arasında yer alır. Ve yine en başarılıları ülkemizdeki yabancı firmaların yönetim kadrolarını oluştururlar. İşte biz böyle bir üniversiteyiz.”

Bankodaki kabul görevlisi saygıda kusur etmeksizin sordu: “Efendim, çalıştığnız üniversite devlet üniversitesi mi, yoksa özel bir üniversite mi?”

Papyon: “ Devlet üniversitesi, toplam arazisi ..bin dönüm üzerine kurulu. Harika bir, kampusu var. Türkiye Cumhuriyeti devleti her yıl için … bütçe veriyor. Ama yeterli değil. Ayy kampus dedim. Ayol yeni adı değişmedi mi? Hani Cumhurbaşkanımız değiştirdi, neydi efendim. Külliye, külliye. Efendim yüz yıllık kampus oldu külliye iyi mi?

Bankodaki kabul görevlisi: “Haklısınız efendim, hiç kampus külliye olur mu?” diye cevap verdi.

Papyon: “ Bu otomobilleri tasarlayan çok sayıda mühendis yetiştirdik. Şu anda birçoğu yurt dışında saygın otomobil firmalarında çalışıyorlar. Geçen yıllarda Türkiye’de otomobil üretilecekmiş efendim. Üretim kolay mı, tesis kuracaksın. Mühendis bulacaksın, mühendisini ülkende tutacaksın. Özellikle tanınmış marka olacaksın. Pazar bulacaksın. Biz, buna karşıyız. Boşa yatırım olur. Vergiler çarçur olur. Kaldı ki bizden mezun olan iyi mühendislerin hiç birisi bu ülkede kalmaz. Biz de zaten kalmalarını tavsiye etmeyiz

Bankodaki kabul görevlisi: " Efendim benim yeğenim de o üniversiteye gitti. Dereceyle girmişti. Babası ..cüydü. Oğlu Türkiye'de bir yıl kadar askeri ..... firmasında çalıştı. Baktı, hayat yok, Türkiye'de. Şimdi Hollanda'da çalışıyor. Krallar gibi yaşıyor. Patriot savunma sistemleriyle alakalı bir yerde mi ne çalışıyormuş. Babası milliyetçi geçiniyordu. Ama oğlu Hollanda için silah geliştiriyor. Efendim babası da çocuğuna kızmış. Keşke okumasaydı da Ostim sanayisinde imalatçıda usta olurdu. En azından Türkiye'nin üretimine katkısı olurdu. Cahil adam ne olacak. Yok, efendim iyi mühendisler yurt dışına gidiyormuş da. Kalifiye insan, bilim adamı, mühendisleri ülke dışına kaçırmamak lazımmış da. Yok, efendim futbolcu transfer eder gibi bilim adamı, mühendis ithal etmeliymişiz de.  Bir de öğretmen olacak ha, kendi çocuğuna faydası yok. Ahkâm kesip, duruyor"

Papyon, bankodaki kabul görevlisini onaylayarak; "Cahil adam!"

Aniden  bir ses duydum, daha önce dikkatimi çekmeyen sağ tarafımdaki kasket dile geldi: “Benim araba hazır mı gardaş?” Ses bu ülkeye aitti. İçtendi, ama kabaydı. Gözünün feri sönüktü. Cildi güneşten yanmış esmer bir yüzü, nasırlı elleri vardı. Kirli dişleri, beyaza çalan kirli sakalı vardı. Belli ki çiftçiydi. Eğer çiftçiyse şayet, bunun ürettiği domates yenir miydi? Beslediği hayvanın sütü içilir miydi? Hem böyle bir yerde ne arıyordu? Götürseydi ya arabasını sanayiye. Kasketi gören papyon derhal ciddi bir havaya büründü. Kendinden beklenmeyen bir hızla kaskete sırtını dönerek, ikram salonuna doğru yürüdü. Gitti, gözden kayboldu. Aynı ülkeye ait iki farkı insan manzarasını seyre dalmıştım. Bankodaki kabul görevlisinin sesiyle kendime geldim: “Sen niye gelmiştin?” Oh rahatladım. Papyon konuşur, kasket konuşur. Nereye düştük. Allah'a şükürler olsun. Gördüklerim hayalmiş. İyi ki, görevli "sen" dedi

 

papyon vektörel ile ilgili görsel sonucu       

Tamamen hayal ürünü bir yazıydı. Gerçek de olabilirdi. Nitekim ülkemizin seçkin üniversitelerinden mezun olan öğrenciler ülkemizde kendilerine bir gelecek görmediklerinden yurtdışı hayali görmeleri ve bu hayale neden olanlar bir ülkenin seçkin beyinlerinin elimizden uçup gidivermesine seyirci kalınması acınacak bir durum. Bu duruma sebep olanlar, bu ülkeye en büyük kötülüğü yapıyorlar. Bir ülke, çeşitli meslek sınıflarından, halk tabakalarından insanların oluşturduğu bir bütündür. Bütünün sağlıklı bir şekilde korunması güçlerin dağıtılması ile korunamaz. Bu son derece basit bir ilkedir. Siz hiç Almanların yetiştirdiği en güzide mühendislerinin Türk firmalarında çalıştığını duydunuz mu? İdeal hedef beyin göçünü durdurmak, hatta daha da güzeli ikna ederek bu ülkede çalışmalarını temin etmek. Hedef futbol, bahane reklam deniyorsa sözüm yok. Futbol da ihtiyaç.

 

 

 

 
Toplam blog
: 2271
: 163
Kayıt tarihi
: 15.10.14
 
 

Bugünün doğrusu yarının eğrisi, dost görünenler düşman ve herşey aslında zıddı olabilir. Büyük ih..