Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Aralık '12

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Modern Zamanlar: İnsanın Kaybolmuşluğu…

Modern Zamanlar: İnsanın Kaybolmuşluğu…
 

Modern zamanlarda insanın en büyük ihtirasının, arzusunun, tutkusunun ne olduğunu düşündüğümüzde aklımıza ilk gelen şey sahip olma, her şeyi ele geçirme, sınırsızca biriktirme olacaktır herhalde. Bütün bunları daha güzel, daha müreffeh, daha rahat bir hayat için istiyoruz ama karşımıza çıkan, payımıza düşen rahatlık ya da mutluluk olmuyor nedense. Hayatı kolaylaştırmak, kendimizi güven altına almak mazereti sebebiyle ne yapıyorsak hem zorlaştırıyoruz her şeyi hem de daha korunaksız ve güvensiziz. Korkuyoruz kaybetmekten, kaybolmak korkusu… Sahip olmaya çalıştığımız, ele geçirmek için dehşet bir çabanın içine girdiğimiz şeyler yaşamımızı günden güne kötüleştiriyor. Görünürde çok serbest, yumuşak, ulaşılabilir gibi görünen hayatın sert kurgusu, mekanik işleyişi bizi, kendi kendimizi yok etmeye ayarlı bir mekanizma haline getiriyor. Bir mekanizmayız adeta. Dur durak bilmeyen, sınırları bulanıklaşmış, menzilini yitirmiş…

Her geçen gün insanlığımızın yerini, içimizden boşanıp giden âdemoğlunun yerini hırsla, ihtirasla programlanmış makineler alıyor. Sanki bir makine var içimizde. Ne yaparsak yapalım doymayan, doyurulmayan… Kesretin, kalabalıklığın, şanın şöhretin şaha kalktığı… Handiyse ihtirasların, iltimasların, kıskançlıkların cenderesinde yok olacağız. Ne kadar da doyumsuzlaştı insan. Ve ne çok yalnızlaştı. Ne çok kayboldu kendinde. Kendi kendine… Şimdi ne yapılırsa yapılsın sanki bitmişliği, yıkımı tersine çevirmeye güç yetiremeyecek. Gücümüz yetmeyecek gibi.

Olan biten her şey göründüğünün, gördüğümüzün tam tersi. Ne kadar bir şeysek aslında o kadar o şey değiliz. İnanmak istediklerimiz, kendimizi inanmaya zorladıklarımız gerçekte kaçmak istediklerimiz. Kendimizi kaçırdıklarımız esasında en çok bizim olmasını istediklerimiz. Elimizde olan bırakıp gitmek istediğimiz. Etrafımızdaki kalabalığa rağmen yalnızız, ördüğümüz kalın duvarlara rağmen ruhumuz çok naif, kırılgan... En ufak bir rüzgârda savrulacak gibi. Kendimizi güçlü göstermeye çalışma gayretimizin arkasında korkunç bir güçsüzlük var. En fakirimiz aslında en çok para kazananlar. En çalışkan görünenler, bütün sınavları başarıyla verenler gerçekte kafası en az çalışanlar. Mutluluk düşleriyle kendini kandıranlar içimizdeki büyük mutsuzlar. Güzelim diyenler içten içe çirkinliğin esaretinde. En çok kaybetme riski yaşayanlar kendini sağlama alanlar. En çok kaybedenler aslında en çok kazananlar. Dilimize pelesenk etmemize rağmen en çok ihtiyacını hissettiğimiz şey sevgi. Sevgisizlikten kavrulacak neredeyse her yer.

*********

Yaşadığımız zamanların göze çarpan en başat niteliği dengesizliktir. Denge bozumu, denge yitimi… Varoluşun getirdiği, insan olmanın gerektirdiği denge. Bu dengeden mahrumuz. Kendi ellerimizle bozduğumuz… Sınırlarımız yok. Hudutlarında nöbet tutabilecek bir varlık yurdu yok. Varlığın meskeninde meskûn değiliz. Tamamen teknik… Zamanın çarkında, vaktin değirmeninde öğütülüyoruz. Hani zamanın ruhu diyoruz ya, sanki o ruh insan ruhuyla örtüşebilir bir şey değil. İnsanla zamanı, insanla duygularını, insanla ruhunu birbirinden ayıran, insanı insana uzak kılan bir şey. Derin bir kopuş var. Çok derin… Varlığa dair, var oluşa ilişkin düşlerin, rüyaların yerini kâbusların aldığı; Kâbusların allanıp pullandığı, neonların altında pazarlandığı bir tezgâh var. İnsan olmanın rüyasından uyanıp esfel-i sâfilîn kuyularına yuvarlandığımız kâbuslar.

Zenginlik, hırs, başarı, kariyer, prestij… İnsanlığın en büyük kâbusları. Bir modern paganizmin en rafine putları. Eğitim kurumları, mesleki ve bürokratik işleyiş ise insanların paganizme kurban edildiği yerler. Bütün törenler sanki birer pagan ayini gibi. Bunlar değil bizi dinginliğe ulaştıracak, huzura… Sadelik… Yalnızca sadelik. İçinde çırpınıp durduğumuz bu adi mizansen, yalnızca kazanmaya ayarlı bu zalim işleyiş huzursuzlaştırıyor. Kötüleştiriyor… Başarı mitine, kazanma putuna, prestij tanrısına en çok ta çocuklar kurban olarak sunuluyor. Kariyer uğruna, başarı uğruna onların mutluluklarına mani olunuyor. Bir yarış atı gibi koşturuluyor onlar.

Hırslarına yenik düşen, hırsıyla girdiği savaşı kaybeden birinin özgür olması düşünülemez. Ruhumuzdaki, evimizdeki, etrafımızdaki fazlalıkları, yükleri atmadan olamayız özgür. İhtiyaçların cenderesinde olamayız… Yaşadığımız bu zamanlar özgürlüğümüzün ipotek altında olduğu dönemlerdir. Kısa ve uzun vadede hepimizin hayatı ipotek altında. Sürekli tüketim pompalayan, gerekli gereksiz her şeye sahip olma vesvesesi bu ipoteği sonsuzca uzatıyor. Sonsuzca…

 
Toplam blog
: 22
: 611
Kayıt tarihi
: 01.10.12
 
 

... ..