Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

mustafa kemal büyükmıhcı

http://blog.milliyet.com.tr/mihci47

22 Temmuz '15

 
Kategori
Öykü
 

Mona Bölüm - 15

Mona Bölüm - 15
 

Binlerce yıl ötelerdeki bir gelecek...


Ali’nin babası meğerse kim imiş?
 
“Sanki çoğu zaman bizi sürükleyen dizginleyemediğimiz bir yanımız var”
 
Ziza ve Umut’un kurtarılması ile birlikte Orion sinyallarinden süzülebilen bazı önemli bilgiler Mina-8’de çoşkulu bir parti başlatmıştı. Parti boyunca Hars sık sık kadehini kaldırıp herkesi kutluyor, sevinç çığlıkları atılıyor, Güney Amur’un gözde müzikleri ile hareketli danslar sergileniyordu. Pistte Hars ile Karin arasındaki yakınlaşma davetlilerin dikkatini çekiyor, müziğin yüksek tonu Muur’un kulaklarını tırmalıyordu. Ziza ise tenha bir köşede Umut ile romantik dakikalar geçiriyordu. 
 
Dansın bitiminde Hars yeniden kadehini kaldırdığı sırada,  ortalık parlak ve değişen renkli ışıklarla aydınlandı. Buna, yakınlarındaki kontrol panelleri üzerinde cızırtılı statik deşarjlar eşlik ediyordu. Sanki daha önce Hars’ın Güney Amur’daki davetinde gözledikleri yarım kalan ışınlanma gibiydi. Ama bu sefer başarılmıştı: Ali, Veli, Orba ve Reyna yerde uyur vaziyetteydiler. Karin daha atak davranarak Ali’yi kontrol etti, sağlığı iyi görünüyordu. Bir süre sonra, önce Ali ardından da diğerleri gözlerini açtılar. Tüm davetliler başlarına toplanmışlardı.
 
Hars atıldı: “Hepimize müjdeler olsun, gelebildiler... Nerelerdeydiniz yahu, size bir türlü ulaşamadık, neyse hoş geldiniz!”
 
Yeniden tanıdık dost yüzler arasında bulunmanın sevinci Ali’yi yaptığı uzun yolculuğun şokundan çabucak sıyırmıştı. “Hoş bulduk! Çok uzaklardan geldik,” demesiyle Karin’in sorularının gelmesi bir oldu: “Gölgelilerin merkezinde değilmiydiniz? Bu genç bayan da kim?”
 
Orba, kendini tanıttıktan sonra Orion’dan geldiklerini söyleyip başlarından geçenleri anlattı: “…Çok üstünler, kendimi karşılarında ufalmış hissettim.”
 
Bu sözü Hars’a dokunmuştu: “Dur bakalım canım! Birkaç “hokus-pokus” ile üstünlük olurmu hiç.”
 
Bir süredir Hars’ın koluna sımsıkı yapışmış olan Karin “hokus-pokus” deyimini anlayamamıştı: “O da ne Hars?”
 
“Bir ara R50’den duymuştum; eskiden sihirbazların eşyaları tuhaf el hareketleri ile kaybederken kullandıkları bir sözcükmüş.”
 
“Moral vermek için söylüyorsun ama o kadar da değil yani!”
 
Muur söze girdi: “Evet Hars, bizden çok ilerde oldukları anlaşılıyor, dostluk mesajlarında samimidirler umarım.”
 
Ali aydınlatmaya çalıştı: “Öyle görünüyorlardı. İçimden birisi onlara güvenebilirsiniz diyor sanki.”
 
 Hars sıkılmıştı: “Neyse, bırakalım şimdi bunları. Sinyallerini çözmeye başladığımız için parti veriyorduk, haydi siz de katılın, başımız dertte ama sonra anlatırız. Bugün sabaha kadar eğlenmek istiyorum.”
 
Muur, kıs kıs gülerek takılmak istedi: “Tamam da, biraz kadehleri azaltsan iyi olacak. Bak, seni tutanları yoruyorsun artık, öyle değil mi Karin?”
 
Karin’in yüzü kızarmıştı: “Bu sevinçli anımızda tatlı yorgunluk, hiç sorun değil.”
 
Duygulanan Hars’ın özrü gecikmedi: “Özür dilerim Karin, düşüncesizlik ettim.”…
 
Ziza, ağabeyi Reyna’ya sarıldı; birbirini çok özlemişlerdi. Reyna’nın eskisine göre daha dinç görünmesi Ziza’yı mutlu etmişti. Başkanlarla yaptıkları kısa sohbetin ardından Ziza partinin sürpriz konuklarını masalarına götürdü, ne de olsa gençler bir arada olmak istiyordu. Parti süresince; Ziza’nın Umut’la olan ilişkisi Ali’yi biraz burkmuş, Orba da Veli ile romantik dakikalar geçirmişti. Sabahın ilk ışıkları Mina-8’i aydınlattığı sırada hala herkes ayaktaydı. Muur başkanlar masasından doğruldu, işaretiyle müziği susturarak kapanış konuşması için piste yöneldi:
 
“Sevgili dostlar, bakın bir günü daha geride bıraktık, nereye bu yolculuk? Evet, badireleri aşmaya çabalıyoruz ama çoğu zaman varoluş nedenimizi bir yana bırakıp yanılsamalara teslim oluyoruz. Kararlılığımıza diyecek yok ama sabredemiyoruz.  Bilemediklerimizden korkuyor; belki de hak etmedikleri sıfatlarla onları yaftalıyoruz.  Elimizin altındakilerin kıymetini yitirince anlıyoruz…  Sevgili dostlar! Gözümüzü, kulağımızı ve aklımızı kullanırken kalbimizdekini ihmal etmemeliyiz. Ön yargılardan uzak durmalı; bardağın önce dolu tarafından bakabilmeliyiz… Aldıklarımızdan fazlasını verebilmeliyiz… Zararlıyı engellemeli, ondan kaçınmalı, faydalının peşinden koşmalıyız… Sağlam inanç ve duru niyetle bu gibi davranışlara sahip olursak, düşmanın üstün teknolojisinin karşımızda ufalacağı umulabilir… Daha fazlası aklıma geliyor ama vakit hayli ilerledi; beni sabırla dinlediğiniz için hepinize teşekkür ediyorum.”
 
Bu konuşma Ali’ye çok önceleri gördüğü bir rüyasındaki annesinin sözlerini anımsatmıştı; söylenenlerin bir kısmı neredeyse aynıydı. Bunu Muur’a açmak istedi ama vazgeçti; daha sonra da yapabilirdi, yorgun davetlileri tutmaktan çekinmişti.
 
Parti sona ermiş, herkes Mina-8’de gün boyu dinlenmeye çekilmişti. Ertesi gün yapılacak gözden geçirme toplantısı nedeniyle Mina-8’den ayrılma olmamıştı. Toplantı için gerekli bir yığın hazırlığı kafasından atamayan ve çok kısa bir uyku ile yetinen Keyn laboratuarda R50’nin çalışmalarına katılmıştı.
 
“Artık tüm ekip bir arada R-50! Toplantıda çıkacak kararlara göre adımlarımızı hızlandırabileceğimize kuşkum yok. Başkanlar görüşmesinde benimsenen eylemlerin ayrıntılarını hazırlamalıyız.”
 
“Evet! Ama sinyallerden süzdüğümüz bilgiler eylemlerde değişiklik gerektirebilir. Önce bu bilgileri gündeme getirmeyi öneririm.”
 
“Haklısın, son bulduklarımız önümüzü çok aydınlatacağa benziyor: Orion’dakiler, güneş sistemimize yaklaşan bir tehditten bahsediyorlarmış. Sinyallerinin sistemimizde gözlediğimiz etkileri de bir tür savunma hazırlığı imiş. Bizle de güç birliği yapmayı istiyorlarmış.”
 
“Mars iletişimleri de hayli ilginç; sanki orada hala bir uygarlık var gibi duruyor.”
 
“Başkan Muur’un konuşmasına ne diyorsun R-50? Çok beğendim; içimizdeki cevherin farkında olursak karşımızda durmak isteyenlerin vay haline. Artık, yeni bir heyecanla kolları sıvayabiliriz.”
 
“Siz insanları anlamak zor; iyi ve kötü yanlarınız sürekli bir mücadele içinde görünüyor, çoğunlukla da kötü taraf bastırıyor gibi.”
 
“Evet; şu “Aydınlık önderlerinin” giderek etkinleşen söylemlerinde bu da var: İyi yanımız ne kadar baskın olursa her şeyi yaratan katında derecemiz yükseliyormuş.”
 
“Onlara ben bile kulak kabartıyorum; ilimle bilimin farkını anlamaya başladım.”
 
“Nasıl yani?”
 
“Bildirilen ama gözlemleyemediğimiz gerçekleri ilmi bakış kavrayabiliyor.”
 
Bu arada Reyna laboratuara girmiş, R50’nin son cümlelerine kulak misafiri olmuştu:  “Merhaba! Gününüz aydın olsun!”
 
“Hoş geldin Reyna, erken uyanmışsın, biraz dinlenebildin umarım.”
 
REYNA: “Evet Keyn! Yeni halim beni dinç tutuyor… Biraz önce bahsettiğin ilim-bilim ayrımını tam kavrayamadım doğrusu R50?”
 
“Odo’dan çıkarılan kristal piramitteki bilgiler arasında derinden etkilendiğim bir söze rastlamıştım. Yeni haline rağmen yine de insan olduğuna göre, sende yankısını daha çabuk bulur umarım... Antik çağlarda yaşayan bir ozanınız: “İlim ilim bilmektir ilim kendin bilmektir sen kendini bilmezsen bu nice okumaktır.” dermiş.”
 
Reyna, bakışlarını yere çevirip bir süre düşündü: “Bilim dışarıda ilim içerde gibi bir anlamı var sanki.”
 
“Hayır Reyna, yüzeysel anlam yüklemek yerine hissetmelisin. Bu deyiş, benim yapay nöronlarımı bile tetikledi, sende bir tesir uyandırmaması tuhaf.”
 
“Sonra derinlemesine düşüneyim bari R50, eksiklik bende belkide… Diğerleri hala uykuda mı Keyn?”
 
“Evet! Yığınla sorun, biraz sevinç ve parti çoşkusu bir araya gelirse böyle oluyor… Burası kalabalıklaşmadan, sakin kafayla toplantı gündemini hazırlayalım diyorduk.”
 
R-50 hâlâ şaşkındı: “Çok değişmişsin Reyna, seni çok iyi gördüm.”
 
“Kırk dokuz yerim tazelendi. Yarım senin gibi oldu anlayacağın.”
 
“O zaman adın R49 olsun, ne dersin?”
 
“Neden olmasın, bence de uygun, ikisini de kullanabilirim. R49 göbek adım olur, eskiden öyle yaparlarmış.”
 
R50, Orion sinyallerinden bulduklarını ve Başkanların benimsediği eylemleri Reyna’ya özetledi. Reyna çok şaşırmıştı; Olap’lıların verdiği bilgiler gibiydi ama onlar Mars iletişimlerinden bahsetmemişlerdi, belki de sakladıkları da vardı diye düşündü ve Olap gezegeninde öğrendiklerini arkadaşlarına aktardı.
 
Artık kafalarındaki bilgi yığınları yerli yerine oturmuştu. Toplantı gündemi tamamlandığında akşam yemeğine hala üç saat vardı. Keyn, yarım bıraktığı uykusunu tamamlamak için odasına çekildi; Reyna da R50 ile sohbete başlamıştı, yeni hali ile ilgili önerilerini almak istiyordu... 
 
Kızları Dara’nın ARCAD’da işe kabul edilmesini kutlamak için Mina-8’den ayrılan Mira ve Fermi partiyi kaçırmışlar ama akşam yemeğinde Başkanlar masasında bir araya gelmişlerdi. Babasının Güney Amur’a yerleşmiş olması Dara’yı Kuzey Amur israrından vaz geçirmişti. Kızının bu tutumu Mira’yı sürekli endişelendirmişti zaten; şimdi ise yeni işinden dolayı Başkan Muur’a yemekte her fırsatta teşekkürlerini sunuyordu.
 
Muur, kısa karşılık vermeyi bir yana bırakıp teşekkür bombardımanını durdurmak istedi: “Dara’yı zaten izliyordum, onunla özel olarak ilgileneceğim... Haa bak! Fermi'ni de çalmayı düşünüyorum ne dersin?”
 
Fermi hemen araya girdi: “Hayırdır Sayın Başkan, beni ne yapacaksın? Sevgili karımın sayesinde kurduğum yeni düzenimden çok memnunum.”
 
Mira dayanamadı: “Bu kezde siz ayırmayın ne olur! Daha yeni bir araya gelebildik.”
 
“Endişelenmeyin canım, arada sırada ARCAD’da davetlim olacak, düzenini bozması gerekmez. İçlerinde gözlediğim cevheri işlemek istediklerim arasında o da var.”
 
Bu sözler Dara’yı ürkütmüş gibiydi: “Başka kimler var Sayın Başkan? Bizde ne gibi bir cevher gördünüz?”
 
“Şimdilik sizle birlikte,  Ali, Umut ve annesi Merve… Cevheri de zamanı gelince açıklarım.”…
 
 Ali, Muur’un dünkü partideki kapanış konuşmasında aklına takılan sorunun cevabını alabilmek için, Veli, Reyna ve Orba ile birlikte oturduğu masadan izin isteyerek Başkanlar masasına gelmişti. Masadakilere, Muur’un konuşması ile rüyasındaki annesinin sözleri arasındaki benzerliği anlattı.  Masadakilerin meraklı bakışları Muur’a çevrilmişti. Ali, annesinin ismi ile birlikte, Odo’nun büyük şirketlerinden biri olan NAGEN’de çalıştığını da söyleyince, Muur’un halinden masadakiler daha çok kaygılandılar. Muur, ellerini masaya yapıştırmış, beyninden vurulmuşa dönmüş, önündeki tabağa bakakalmıştı; rengi giderek koyulaşıyor ve sanki üşüyormuşcasına titriyordu. Yine Karin imdada yetişti, yaptığı enjeksiyonla Muur biraz kendine gelmişti, ilk sözcükleri şöyleydi: “Bir dakika... O zaman NAGEN’de iki Aleda vardı.”
 
Bunu Ali’nin açıklaması izledi: “Annemi benim küçüklüğümde amansız bir hastalıktan kaybetmişiz, Dayım bahsederdi.”
 
Muur, masadan fırlarcasına doğrulup Ali’ye sarıldı: “Oğlummm... Allahıma şükürler olsun! Hiç olmazsa birini buldum.”
 
Yemektekilerin tamamı ayağa kalkmış Başkanlar masasının etrafında toplanmışlardı. Salonda çıt çıkmıyordu, herkesin nutku tutulmuştu. Kendini toparlayan Hars sessizliği bozdu:
 
“Olla boona[1]! Ne güzel bir an!  Bazen müjdeler de üst üste gelebiliyor demekki... Haydi, yemeğin geri kalanında bunu da kutlayalım.”
 
Keyn, bir taraftan işareti ile gerekli hazırlıkları başlatmıştı: “Sayın Başkan, kutlamayı yarınki toplantı sonrasına alsak daha iyi olmaz mı?”
 
“Hayır! Gerekirse toplantıyı kaydırırız... Toplantıda böyle sevinçlerin motivasyonuna ihtiyacımız var.” 
 
Ali, olayın şokundan ancak sıyrılabilmişti: “Ne demeliyim bilmiyorum; her halde sevinmem gerekiyor, bunca yıl sonra bir baba sahibi olmak sıradan bir durum değil.”
 
Karşılık, fermi’den gelmişti: “Aile birliği çok değerli bir olgu; bak bize, yıllar sonra da olsa bir çatıda toplanabildiğimize şükrediyorum.”
 
Ali, Muur’a dönerek devam etti: “Annemin de bu günleri görmesini isterdim, öyle değil mi baba?”
 
“Evet oğlum… Emin ol, o bizleri bir yerlerden sevinç içinde izliyordur.”
 
Hars yine gerilmişti: “Yahu her şey iyi de, şu birkaç dakikada garip sözler sarf edildi: Allah kim? Şükretmek ne demek? Ölen birisi bizi nasıl izleyebilir?”
 
Fermi aydınlatmaya çalıştı: “Haklısın Hars, eskiden bana da anlamsız geliyordu. Bunlar “Aydınlık önderlerinin” öğretileri arasında.   O kitabı her okuyuşumda gözümün önünden bir perde kalkmış gibi oluyor. Kadim atalarımızın bazıları, bizleri ve tüm evreni yaratana “Allah” diyorlarmış. Halinden razı olanlar şükür ile ona teşekkür edermiş. Ölenler de bulundukları başka bir âlemde onun izni ile bizleri izleyebilirlermiş.”
 
Coşkulu gülümseyişle konuşmaları izleyen Muur dayanamadı: “Bana düşen eylemde doğru kişileri seçtiğimi şimdi daha iyi anlıyorum. İnanın, aydınlık günlerimiz yakındır.”
 
Mira da katılmıştı: “Ben de şimdiye kadar yaptığım araştırmalarda yeni bir yargıya ulaştım: Bilim ve teknoloji sadece iki tarafı da kesen bir kılıç, kesen tarafı niyetimiz belirliyor, onu da inancımız ve davranış değerlerimiz yönlendiriyor.”
 
Bu konuşmalar Hars’ın kafasını iyice alak bullak etti. Vaktin hayli ilerlemiş olduğunu farketti; yarınki toplantıyı dinç bir dimağ ve serinkanlılıkla yönlendirmek istiyordu, kendini toparlaması lazımdı. Keyn'in hazırlatmış olmasına rağmen, partiyi toplantı sonrasında yapmak için diğerlerini de ikna ederek toplantıyı kapattı. Ali ve Muur bir süre daha baş başa kaldılar. Sorunlarla ve bilinmezliğin getirdiği korkularla bezginleşen yüzlerdeki karamsarlığın yerini artık, aradığını bulmuş kişilerin mutluluk ifadesi almıştı...
 
 
 
 
[1]Olla boona, “Ancak bu kadar güzel olabilirdi.” Anlamına gelen bir Güney Amur sözcüğü.
 
Toplam blog
: 112
: 152
Kayıt tarihi
: 18.09.12
 
 

ODTÜ'lüyüm, makina yüksek mühendisiyim, vicdanı rahat bir memur emeklisiyim, iki çucuk babasıyım,..