Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

mustafa kemal büyükmıhcı

http://blog.milliyet.com.tr/mihci47

02 Aralık '15

 
Kategori
Öykü
 

Mona Bölüm - 24

Mona Bölüm - 24
 

Binlerce yıl ötelerdeki bir gelecek...


Kurunun yanındaki yaşlara odaklanan Ali, saldırı ile savunma arasında bocalayıp duruyordu.
 
“Kavrama ve gözlem araçlarındaki yetersizlik insanoğlunu olasılıklara bazen de falcılığa yöneltmiş.”
 
“...”
 
“Özündekinin aydınlığına karanlıklar dayanamıyor artık. Bir tebriği hak etmedi mi efendim?
 
“Annesinin övgülü sınaması istendi.”
 
“Onca sınavı başardı bence.”
 
“Basamakları çıktıkça aşağı yuvarlamak isteyen etkiler de artar, unutma!”
 
“Yine düşüncesizlik ettim... Ne eylerse güzel eyleyenin affına sığınırım.”
 
“Üzülme! Yakında benim yerimi dolduracaksın; yanına da birisi emanet edilecek... Yeni görevlere yelken açacaksınız, ne mutlu sizlere...”
 
* * *
“Ey oğul! Varlık nedenini anladın, nefsini yendin, basamakları tırmandın artık. Hamdın, piştin, yandın artık. Tüm övgüler seninle olsun, neden çırpınıp durursun artık?”
 
“Benim bu âleme gelmeme vesile olan canım Annem! Bilirim, sınamak istersin… Hangi basamakta olduğum alemleri yaratanın takdirindedir. Korkarım, her an kayıp düşmekten. Ümitle sarılırım affına, esirgemesine, korumasına. Ona yakın olmak içindir, çırpınışım.”
 
“(Muur, annesinin yanında belirmiş ve güler yüzle söze girmişti.) Sevgili oğlum! Evet, seni denemek istedik; zaten her anında denenmiyor musun? Burada seninle gurur duyuyoruz;   dualarını bizden esirgeme!  Kardeşine de göz kulak olmayı ihmal etme!
 
Sabahın ilk ışıkları ARZ-UM merkezindeki odasını aydınlatmaya başlamıştı. Yatağına yönelmiş Holy’nin her zamanki yumuşak sesi ile gözünü açtı. Yastığını paylaşan Dara hala mışıl mışıldı; uyandırmak istemedi. Son iki gündür boğuştuğu sorunları kafasından atmaya çalışıyor, annesinin ve babasının kulaklarında çınlayan sözleri sabahın bu saatinde beynini şimdiden doldurup taşırıyordu: “Sınanması nefsini okşamıştı; demekki hala onu yeterince kontrol edemiyordu. O tarafta birlikte olmalarından sevinmişti, mutlu görünüyorlardı. Zamanı geldiğinde kim bilir kendisi ne halde olacaktı…” Bu düşünceler arasında saatine baktı, davet ettiği arkadaşları gelmiş olmalıydı; giyinip kendisine tahsis edilen kahvaltı odasına geçti. Veli, Reyna ve R50 üzeri henüz boş olan ahşap masanın etrafında oturmuş konuşuyorlardı; onlarla uzun zamandır sohbet fırsatı bulamamıştı. Babasının ölümünden sonra, Dünya’daki ve Güneş sistemindeki yapılanmaları yönetmekten sorumlu başkan olmuştu; sağ kolu Fermi hocaydı. Umut ise Hars’ın yardımcılığında savunma başkanlığını üstlenmişti.
 
“Merhaba arkadaşlar, hoş geldiniz... Eskileri yad etmek ve geleceğe bakmak için siz dostlarla birlikte olmayı iple çekiyordum. Yoğun işlerinizin arasında davetime zaman ayırabildiğiniz için teşekkür ederim.”
 
İlk karşılık, gülümseyen Veli’dendi: “Ne demek! Vazifemiz Sayın Başkan.”
 
“Azizim Veli! Hangisini tercih ederdin? Başı olan sofranın aşı mı? Aşı kıt sofranın dostu mu?
 
“Dostlu sofrayı tabii Ali; ben sadece gıdıklamak istemiştim.”
 
Reyna araya girdi: “Kahvaltı dedin, masa boş, acıktım doğrusu Ali.”
 
“Hah şöyle işte! Dost samimiyeti böyle olmalı.”
 
Veli’nin nükteleri devam ediyordu: “Tamam da, samimiyeti yiyecek halimiz yok; bizden güzel şeyler duymak isitiyorsan kursağımıza bir şeyler girsin.”
 
Ali, masaya, su, ekmek ve bal getirilmişti: “Bakın işte geldi; açlığa biraz sabredin canım.”
 
Reyna masadakileri yeterli bulmamıştı: “Bu gün cimriliğin üzerinde galiba, onca olanaklarına rağmen hepsi bu kadar mı?”
 
“Bu üçlü çok değerli, kıymetini bilelim.”
 
R50 dayanamadı: “Biliyorum Ali, senin için su kafi de, onların proteine de ihtiyaçları var.”
 
Azor’luların Ali’yi ve Hars’ı dönüştürdüklerinden Reyna’nın haberi yoktu: “Nasıl yani?”
 
Azor’luların yaptıklarını R50 anlatınca Veli söze girdi: “Ben önümdeki tadlardan mahrum kalmak istemezdim doğrusu; nasıl katlanıyorsun Ali?”
 
“İçime koydukları yokluğunu hissettirmiyor. Yine de, şimdi sizlere eşlik edeceğim gibi istersem yiyebiliyorum.”
 
Reyna, masadakilere hala takılmış durumdaydı: “Değerli olduğunu söylediğin bu üçlünün marifeti neki?”
 
“Bunu size kristal piramit bilgilerini kullanarak R50 de anlatabilir ama şöyle özetliyebilirim: Biliyorsunuz su her yerde hayatı başlatmış; insanlık tarihi boyunca ekmekteki buğdayın tarımından vazgeçilmemiş; bal ise, Kitap’ta en yararlı gıdalar arasında yerini almış; bir de bunların üçlü kombinasyonunu düşünürseniz ayrı bir sinerji sağlıyor. Öyle değil mi R50?”
 
“Çok güzel özetledin. Balın, nasılını hala çözemediğimiz faydaları var.”
 
Veli, sıcak somunun içine sürdüğü balı bir taraftan ısırıyordu:  “Bir an düşünüyorum da, nereden nerelere geldik değil mi?  Mina-8’de işe başlayınca önüme Orion sinyallerini koymuşlardı. Ardından Gölgeliler, Olap’lılar, Azor’lular, Manta’lar, afetler, savaşlar, sevinçlerle bezenmiş acılar… Kim bilir daha neler göreceğiz?”
 
Ali’nin yanıtı gecikmedi: “Şimdi omuzlarımızdaki yük daha ağırlaştı. Bir taraftan badireleri aşmaya devam ederken çocuklarımızı da geleceğe hazırlamalıyız… Sahi, Deren nasıl Veli? Gördüğüm kadarıyla Arman ve Özde ile iyi bir ekip oluşturdular.”
 
“Çok iyi, onunla iftihar ediyoruz. Biliyorsun, Azor’luların yönetim bilimleri akademisinden mezun olurken birinciliği oğlun Arman’a kıl payı kaptırmıştı. Şimdi Fermi’nin yanında merdiveni sanki zıplayarak tırmanıyor, bu kadarını beklemiyordum doğrusu.”
 
Bunu R50’nin uyarısı izledi: “Geçmişi de unutmuyor ondan ders çıkarıyor umarım. Bundan böyle, tarihi artık kristal piramitden değil bir önceki neslinizden öğrenmelisiniz bence.”
 
Veli devam etti: “O konuda da hayret verici, bazen de bizi kızdıran performansı var. Onu aramıza alıp Orba ile geçmişi yâd ederken can kulağı ile dinliyor; kopuk kopuk anlattığımız anıları hemen sentezleyebiliyor ama sık sık söylediği “keşke şöyle yapsaydınız”’ları bizi bezdirmiyor değil hani.”
 
Reyna, yaşanmış deneyimlere vurgu yapmak istedi: “Eskiler, “Davulun sesi uzaktan hoş gelir” derlermiş. Olaylar, zamanının şartlarını hissederek değerlendirilmeli.”
 
Ali buna katılmıyordu: “Öyle deme Reyna! Zamanın şartları içindekileri de şartlıyor yani düşünce ufuklarını daraltıyor olamaz mı? Ben bu “keşke”’leri çok faydalı buluyorum; biz de bunlardan ders çıkarmalıyız, yeni bakış açılarına hepimizin ihtiyacı var, alıştıklarımızın esiri olmamalıyız.”
 
“Neyse, umarım yaşadığımız acıları onlar yaşamaz.”
 
“Güzel bir temenni ama belki de daha fazlalarını aşıp geçecekler. Bizlere düşen, onları her türlü zorluğa hazırlamak; şimdi Fermi hoca olsaydı, daha kim bilir neler derdi.”
 
Veli, Umut’u merak etmişti: “Umut ne yapıyor Ali? Hazırlıklarımız tamam mı?”
 
“Tamam sayılır. Hars’la birlikte Olap’taki oltamıza takılan Manta’lardan öğrendiklerimizi analiz ediyorlar. Manta’lar da kamuflajlarının yetersiz kaldığını anlamışlardır. Bu savaşta onların Edos’u ile bizim GOSA boy ölçüşecek gibi gözüküyor.”
 
R50’nin atak bir önerisi vardı: “Biliyorsunuz Edos, evreni bozup kirleten bir silah. Onların daha da güçlenerek bize yüklenmesini mi bekleyeceğiz? Baskını biz yapıp onları Edos’ları ile birlikte tarihe gömmeliyiz.”
 
Ali aynı görüşte değildi: “Umut ve Hars da öyle düşünüyor ama her türlü risklerine rağmen savunmak saldırmaktan hayırlıdır diyorum. Yine de Fermi’ye danışacağım.”
 
Veli ise R50’yi destekliyor gibiydi: “Geçen günki aile sohbetimizde bu konuyu konuşuyorduk; Deren’in önerisi de R50 gibi. Arman ve Özde de aynı fikirdelermiş. Kötülüğü önleyici hareket saldırmak sayılmaz diyor Ali.”
 
“O fikre ben de katılırım ama özümüzdeki fırsat kollayan kötüyü dizginleyemezsek iyi niyetli bir öncü hareket gaddar bir saldırıya dönüşebilir. Böyle yaparsak Manta savaşını kazanırız; ancak, güzel ahlak ipine sarılmış refah toplumunun inşasındaki mücadelemizde yenilgilere yol açabiliriz diye endişeleniyorum.”
 
Reyna için ayrılma zamanı gelmişti: “Arkadaşlar, izninizle işime dönmeliyim. Ballı ekmek ve güzel sohbet için teşekkür ederim Ali. Gördüğüm kadarıyla kafandakiler net değil. Bence konuyu Kurucular Meclisine taşıyalım, Azor’luları da davet edelim.”
 
R50’ye bakarak Veli’de kıpırdandı: “Biz de kalkalım artık, sohbet baldan tatlıydı, arada bir tekrarlayalım… Reyna’ya katılıyorum Ali, yine de sen bilirsin.”
 
“Asıl ben teşekkür ederim, çok yararlandığım bir sohbetti. Meclisi yarın toplayacağım, programınızı ona göre ayarlayın. R50, sen biraz daha kal, Benil’i davet etmiştim, neredeyse gelir… Hah! İşte geldi.”
 
Benil, kahvaltı odasına ışınlanmıştı: “Merhaba dostlar! Bu sözcüğe beni de alıştırdınız sonunda. Umarım hepiniz iyisinizdir. Kalkıyor gibi bir haliniz var?”
 
Veli atıldı: “Hoş geldiniz Sayın Başkan! Ballı kahvaltı sohbetini kaçırdınız. Biz sıramızı savdık, size daha iyisini dilerim, bugün Ali’nin kafası karışık, yardımcı olun lütfen. Haydi, kalın sağlıcakla!”
 
Bunu Reyna izledi: “Sizinle ilk defa karşılaşıyorum Sayın Başkan, saygılarımı sunarım. İzninizle ayrılmamız lazım, hoşça kalın!”
 
“Gününüz dilediğiniz gibi geçsin sevgili dostlar. İlk fırsatta beni de aranıza alın Ali!”
 
Ali, bir taraftan arkadaşlarını uğurluyordu: “Tabii sevgili Benil, şeref duyarız.”
 
“Bakıyorum masadakileri temizlemişsiniz. Gelmeden önce ballı ekmeğe yumulduğunuzu gördüm, iştahımı kabarttınız, ben de isterim doğrusu.”
 
“Ne demek, hemen getirsinler… Sayın Başkan! yYdiklerimizi gördüysen konuştuklarımızı da duydun herhalde.”
 
“Evet Ali. Biliyorsun, güvenlik duvarını bana kullanmıyorsun. Aklına bir şeyler gelir diye çoğu zaman kulaklarımı tıkıyorum ama bu kez kendimi tutamadım, dostlar sofranızın cazibesine kapıldım, umarım hoş görürsün.”
 
“O nasıl söz Sevgili Benil, ölçüyü en iyi bilenlerdensin.”
 
“Meclisi toplamakla iyi ediyorsun Ali; gerçekten zor bir karar.”
 
“Edos’larının evrene ne kadar ve ne süreyle zarar verebileceğini bilebilseydik keşke. O zaman, Meclisi yine toplardım ama kararda zorlanmazdık. Şimdi, olasılıkların arasında bocaladığımı hissediyorum.”
 
Benil, gelen ballı ekmeğin bir lokmasını afiyetle yutmuştu: “Sizin tarihiniz böyle bocalayanlar ile dolu Ali, hatırlatırım. Öyle değil mi R50?”
 
“Evet! Sayın Başkan! Kavrama ve gözlem araçlarındaki yetersizlik insanları,  olasılıklara bazen de falcılığa yöneltmiş.”
 
“Halbuki, varlığın ve olayın gerçekte tüm boyutları kapsayan tek bir yüzü var.”
 
“Bu gerçek yüzü algılayabilecek bir araç olabilir mi Sayın Başkan?”
 
“Gözlem aracının, gözlemini, gözlemlenenin kapsadığı boyutların dışından yapması lazım! Bunun için de, gözlemlenenin hangi boyutları[1] kapsadığı ve bunların dışına nasıl çıkılabileceği bilinmeli. Böyle olunca da gerçeğin algılanması, elimizdeki teorilerde bile hayalin ötesine geçemez. Gözlemlenenin kapsadığı boyutların içerisinden yapılan gözlem ise eski Arz’lıların “Fil örneği” gibi olur: gözlem aracının fil yorumu, görebildiği uzvuna göre değişir; hatta birden çok uzvunu görebiliyorsa o zaman da olasılıklarla veya paradokslarla karşılaşırsın.”
 
Ali dayanamadı: “Yani şimdi, karşımızdaki Edos’un etkilerini ölçemeyecek miyiz?”
 
“Böyle bir evren bozucu silahın dört boyuttaki etkilerini ölçebiliriz ama diğer boyutlardaki etkilerin dört boyuta ne zaman ve nasıl yansıyacaklarını öngöremeyiz.”
 
“O zaman, savunmada kalırsak, üstleneceğimiz riskin büyüklüğünü tahmin edemeyeceğiz. Baskın yapmamız halinde de ölçüyü kaçırmaktan endişeleniyorum. Neyse, bakalım yarın Meclis ne diyecek.”
 
“Umarım en hayırlı kararı verir. Bana müsade Ali, yarın Mecliste görüşürüz. Ballı ekmeğine bayıldım doğrusu; yarın Meclise de dağıtsan diyorum.”
 
“Neden olmasın... Katkıların için teşekkür ederim sevgili Benil. Azor’lu dostalara selamlarımı ilet lütfen!”...
 
Kurucular Meclisi; Ali ve Umut’un eş başkanlığında, Fermi, Hars, Karin, Mira, Benil, Ziza, Dara, Orba, Veli, Reyna, ve R50’den oluşuyordu. Umut ve Hars’ı bekleyen üyeler, sabahın ilk ışıkları ile beraber ARZ-UM’un görkemli salonunda ayakta toplantı öncesi sohbeti ballandırmışlardı. Olap gezegeninden kalan atom altı parçacık enkazını ve çevredeki evren dokusunu incelemeye giden Umut ve Hars, kesin sonuçlarla dönebilmek için toplantıya gecikmeli katılmışlar, beraberlerinde Olap’lı senatör Raven’i de getirmişlerdi. Bu sonuçlara göre, Edos’un etkisi gerçekten ürkütücüydü; evren dokusunu çürütücü etki, yaklaşık ışık hızıyla yayılıyor ve yayıldıkça da küçük miktarlarda azalıyordu. Kapsama alanındaki evrensel kurallar kararsızlaşıyor, rastgele değişiyordu. Olap’lılar, Manta’ların Edos’u bir kez kullandıklarını görmüşlerdi ama silahın gücü kim bilir ne kadardı?  Aynı güçte çok sayıda Edos’un veya daha güçlü bir Edos’un muhtemel etkilerini düşünmek dahi istemiyorlardı. Belli bir Edos gücü ile evrende zincirleme reaksiyon başlayabilir miydi? Acaba Mantalar, kendilerini de içine alacak etkiden korunmanın yolunu bulabilmişler miydi? Yoksa onlar da böyle bir silahı ölçülü kullanmak zorunda mıydılar? Umut ve Hars toplantıya, gözlemleri ile birlikte bu gibi soruları da getirmişlerdi. Fermi Hoca’nın her zamanki üslubu ile motive edici açılış konuşmasının ardından Umut’un üyelere sunduğu bu bilgiler ışığında, karşısındaki tehlikenin görünen etkileri Ali’yi her nedense biraz rahatlatmışa benziyordu. Kahvaltıdaki kararsızlığı dağılmış, sanki bir çözüme odaklanmış gibiydi:
 
“Değerli dostlar! Geleceğimizi derinden etkileyebilcek bir karar arefesinde olduğumuzu biliyorsunuz. Eminim her birimizin kafasında sorularla birlikte olası çareler de var. Ben de şimdi Umut’un anlattıkları ile önümü biraz olsun görüyor gibiyim. Birazdan bunları paylaşacağız ama önce şöyle bir soruyla başlamak istiyorum: varsa şayet, korunma yollarını Manta’lardan bir şekilde öğrenebilir miyiz?”
 
İlk yanıt Raven’dendi: “Olap oltasına takıldıklarında,  gemilerinin içini tarayamadık; Benil, bazı gözlemler yaptırabilmiştir belki.”
 
Benil’in yüz ifadesi yine hüzünlüydü: “Evet, o sırada amiral gemilerini ve haberleşme kanalları üzerinden de ana gezegenlerini bir miktar gözleyebildik. Edos’larından kendileri de korkuyor, henüz nasıl korunacaklarını bulamamışlar. Gemilere ışınlanabilen zayıflatılmış mikro-Edos yapma peşindeler; neyse ki işin daha başında sayılırlar.”
 
Hars’ın gözleri parladı: “Bu iyi haber Benil; neden suratın buruştu anlayamadım?”
 
“Nepar’ı gördüm; yaşadıkları onu çok değiştirmiş, güzel biriyle evlenmiş.”
 
“Eski defterleri artık kapatsan diyorum; bak! Sevenlerinin arasındasın.”
 
Bunu Umut’un sorusu izledi: “Bunları görebildiyseniz, diğer zayıf yanlarını da öğrenmiş olmalısınız Sayın Başkan.”
 
“Kamuflajları dışında önemli bir zayıf yanları yok Umut. Evren dokusunu büzen “Kode” sistemleri ile çok hızlı konum değiştirebiliyorlar; bu da manevra yeteneklerini üstün kılıyor. Ayrıca, çok sayıda dev muhrip yapıyorlar; mikro-Edos’u da başarırlarsa üzerimize yüklenebilirler.”
 
Ali kaygılanmıştı: “Bu ne zaman olabilir sizce?”
 
“Bence en az bir yıla ihtiyaçları var, fakat ana gezegenlerinde geçecek bir yılın buraya göre kaç gün olacağını kestirmek zor.”
 
Ali, kahvaltı sırasında paylaştığı endişesini üyelere anlattıktan sonra sözlerini şöyle tamamladı: “Benil’in ifadelerinden, hızlı davranmamız gerektiğini hissediyorum. Masumlara zarar vermeyecek ölçülü bir saldırıyı nasıl yapabiliriz?”
 
Hars huzursuzlanmıştı, onun için ince hesapların sırası değildi: “Aralarındaki masumları nasıl ayıklayabiliriz ki? Hem zaten olduğunu da zannetmiyorum.”
 
Orba atıldı: “Ben pek ala zannediyorum. Gölgelilerin içinden geldiğimi hatırlatırım!”
 
Ardından Veli’nin desteği gecikmedi: “Sen de hatırlarsın Ali; o günler gibilerini bir kez daha yaşamak istemezdim doğrusu, anılarımı hala kafamdan sökemiyorum... Masumları sonuna kadar gözetmek öncelikli sorumluluğumuz olmalı diye düşünürüm.”
 
Kurunun yanında yaşın da yanmasını Fermi de istemiyordu: “Bataklıkta yetişen nilüferleri unutma Hars... Ben, caydırıcı bir savunmadan yanayım Ali. Umarım, Meclis en hayırlı kararı alır.”
 
Bu sözler Umut’a değmemişti, baskından yanaydı: “Sayın Hocam! Savunmamızın caydırıcılığı onlara sadece zaman kazandırır. Kendilerini en üstün görenler, boy ölçüşmek için dengeyi mutlaka bozmak isteyeceklerdir.”
 
“Eskiden sık sık şekil değiştiren grip mikrobu birçok ölüme yol açmışsa da, dengeli beslenen yüksek moralli vücutların savunma hücreleri için iyi bir eksersiz olmuştu.”
 
Ziza da katıldı: “İmkânlarımız ölçüsünde kötülüğü önlememiz gerekir diye biliyordum Hocam!”
 
“Tabii ki Ziza, ondan hiç şüphen olmasın. Yalnız, kötünün kötülüğünü önlemeliyiz; onların hiç bir zaman iyiler arasına katılmayacağını düşünemeyiz.”
 
Karin araya girdi: “Şimdi Muur’da aramızda olsaydı keşke, değil mi Ali?”
 
“Doğru söylersin sevgili Karin, eksikliğini ben de hissediyorum.”
 
Hars’ın sıkıntısı artık yüzünden sözlerine vurdu: “Aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık... İki yol arasında bocalayıp kalıyoruz yahu. Eğrisiyle doğrusuyla bir karara ihtiyacımız var.”
 
Ali’nin bocalaması devam ediyordu: “Sevgili dostum Hars! Yani, eskilerin tabiri ile “Kırk katır mı? Kırk satır mı? Seç birini” diyorsun.”
 
Benil’de bir ışık yanmış gibiydi: “Bir orta yol olabilir belki.”
 
Hars hemen soruyu yapıştırdı: “Ne gibi?”
 
“Donanmayı GOSA’nın merkezine gönderip savunma hattını orada kuralım. Sanal gemileri de ana gezegenlerine görecekleri şekilde yaklaştıralım. Bu gemilere yapacakları saldırıda kendilerine de zarar verir endişesiyle Edos’u kullanacaklarını zannetmiyorum. Saldırı sırasında uygun çekilme manevraları ile onların GOSA perdesinden geçmesini sağlayalım. Merkezdeki gerçek donanmamızı görünce tüm güçleri ile yükleneceklerdir... Gemilerini böylece ortadan kaldırırsak, ana gezegenlerine yönelip geriye kalan Manta’ları dönüştürmeye çalışabiliriz.”
 
Uzun sessizliği Fermi bozdu: “Denemeye değer bence.”
 
Raven, öneriye bir açılım getirdi: “Dönüştürmeyi, Orion kuşağındaki şimdi bulunduğumuz gezegenden yapamaz mıyız Benil?
 
“Üzgünüm Senatör, yeterince yaklaşmak zorundayız.”
 
Öneri, Umut’un da aklına yatmış görünüyordu: “Ne dersin Ali? Endişelerini giderebilecek en uygun yol bu bana göre de.”
 
“Yollayacakları gemilerde, Nepar’ın gaddarlığına can korkusu ile alet olanların bulunabileceğini göz ardı edemiyorum... Gemileri perdeyi geçmeden mürettebatı uygun bir yere ışınlayıp dönüştürmek mümkün mü acaba?”
 
Olumlu yanıt Benil’dendi: “İyi fikir Ali, küçük bir fire ile bunu yapabiliriz... Sevgili Raven! Sizin gezegendeki halen boş tuttuğunuz yer altı sığınağı işimizi görebilir mi?”
 
“Güvenlik ve lojistik önlemleri alırsak, rahatlıkla Sayın Başkan!”
 
Hars en nihayet aradığını bulmuştu, noktayı koymak istedi: “Takılacak bir şey kalmadı Ali, oyla da bitirelim şu işi artık...”
 
Toplantıda nitelikli çoğunlukla kabul gören Benil’in önerisi Ali’nin içine sinmemişti. Harekât planına son şeklini vermek için, Umut, Hars, Benil, Raven ve Fermi ile birlikte Umut’un komuta merkezine gitmek üzere iç ulaşım kabinine doğru yürürlerken, hala daha iyisi varmıydı acaba diye düşünmekten kendini alamıyordu…
 
 
[1] Boyutlar: Üç boyutlu mekanda, bir anlamda da zaman dahil dört boyutlu evrende yaşıyoruz. Bazı fizikçilere göre, atom çekirdeğine hapsedilmiş yedi boyut daha olduğundan bahsediliyor; bazılarına göre de sayısız boyut var.
 
Toplam blog
: 112
: 152
Kayıt tarihi
: 18.09.12
 
 

ODTÜ'lüyüm, makina yüksek mühendisiyim, vicdanı rahat bir memur emeklisiyim, iki çucuk babasıyım,..