Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Ocak '13

 
Kategori
Kitap
 

Mor Kaftanlı Selanik-Bir mübadele romanı

Mor Kaftanlı Selanik-Bir mübadele romanı
 

Bir mübadele romanı


1923-24 yılları. Kurtuluş Savaşı sonrasında Lozan Antlaşması gereği Türkiye ile Yunanistan arasında nüfus mübadelesi yapılmaktadır. Karşılıklı olarak yüz binlerce Ortodoks Yunanistan’a; bir o kadar Müslüman da Türkiye’ye sevk edilmektedir.  Her kilometresi acı, eziyet, özlem ve gözyaşı dolu bir yolculuk.

Türkiye’den giden trenle, Yunanistan’dan gelen tren Dedeağaç’ta yan yana mola verir.

Müslüman kadın trende çocuğunu emzirmektedir, sütü gelmediğinden bebeği canhıraş ağlamaktadır. O anda bitişik trenden bir Rum kadın seslenir:

“Ver o çocuğu bana, ağlatma…”

Bebeği alır, emzirmeye başlar. Bebek daha doymadan Türkiye’ye giden trenin kalkış kampanası çalar. Türk anne telaşlanır, çocuğuna uzanır.

“Korkma!” der Rum sütanne. “Babam şimendiferciydi. Kampana üst üste üç kez çalmadan tren hareket etmez. Son kampanaya kadar ben onun karnını doyururum.”

 Mor Kaftanlı Selanikromanındaki bu hikâye, mübadelenin en hüzünlü, buna karşılık en duygusal sahnelerinden biridir. Buna benzer onlarcası mübadelenin daha fikir aşamasından dağıtımın yapıldığı evrelere dek en ince ayrıntısına kadar ustalıkla anlatılır. İşte bir tane daha:

İzmir limanından ayrılan gemideki Rum kadın gözyaşlarıyla veda etmektedir memleketine. Kocası sarılır.

“Gözyaşlarını bir daha silme,” der.

“Neden?”

“Memleketinden ayrılan herkes ağlar.”

 Kitabın kahramanları sadece mübadiller değildir; başrollerde Mustafa Kemal de vardır, Venizelos da, İnönü de…

Türkiye’den ayrılacak ilk kafile Giresun vapuruyla yola çıkacaktır. Mustafa Kemal, İsmet Paşa’ya sorar:

“Kaç kişi gidecek?”

“İki bin.”

“O vapur sekiz yüz kişilik değil mi?”

Mübadelenin hangi koşullarda yapıldığına dair örneklerden biridir bu anekdot.

 Yunan başbakanı Venizelos ile Türk delegasyonu reisi İsmet Paşa Lozan görüşmeleri sırasında sıklıkla baş başa görüşürler, birlikte yemek yerler. Bu ikili daha birkaç ay önce birbirini boğazlamaya çalışan çocuklara, gençlere kumanda etmekteydi. Savaş böyle bir şey işte. Cephede gırtlağına bindiğin adamın elini mütareke masasında sıkmak zorunda kalırsın…

 Tarih Lozan’da müzakerelerden daha fazla ayak oyunlarına şahit olmuştur… Cephede yenilenlerin masadan galip kalkma gayretleridir bunlar. Kitapta bunların ayrıntısı bir inceleme kitabı ciddiyetinde ele alınmaktadır.

Ve tabii tarihi itiraflar da vardır. Bir konuşmasında Venizelos der ki, “Askerlerimiz Anadolu’da öyle şeyler yaptılar ki, oradaki soydaşlarımız utançlarından kalamıyor.”

Birçok yerde okuduğum, bu kitapta bir kez daha teyit ettiğim bir gerçek de şu: Yunanlılar hem Türkiye’ye gönderdiklerine zaman zaman eziyete varacak derecede kötü davranmış; hem de buradan giden dindaşlarına. Yenilenlerin bazen vicdanı da yeniliyor.

 Mor Kaftanlı Selanik bugüne dek okuduğum mübadele romanları içinde en kapsamlı olanlarından biri. Yılmaz Karakoyunlu’nun kendine has bir üslubu var. Doğrusu ben sıkıcı bulurum. Ama onun bütün kitapları müthiş bir araştırmanın ve bilgi birikiminin eseridir. Tahammül edip sonuna dek okuyan her birinden hazineler elde eder. Ben beş kitabını okudum, zenginliğimi varın tahmin edin.

Her yazarın kendine özgü bir yazım tarzı vardır. Karakoyunlu kutsal kitaplardaki veya mitolojik destanlardaki gibi sözler kullanmayı, kahramanlarını o cümlelerle konuşturmayı pek sever. Okuduğum kitaplarında gülmeceye hiç rastlamadım. Bazen asık surata ve karamsarlığa varan ciddiyetle kullanır kalemini. Mor Kaftanlı Selanik de farklı değildi.

Buna karşılık veciz sözleri bir hayli öğreticidir. Bazen birkaç kez okumak gerekse de, buna fazlasıyla değer. Çok beğendiklerimden bazıları aşağıda:

Kartalın pençesini yiyen avcı dağa çıkacak cesareti bir daha bulamaz.

Her kim duracağı yeri şaşırırsa, onun için yol tükenmez.

Eğri omurgayla doğru oturulmaz.

Vahiyden sonraki en kutsal ses ilhamdır. Sanatçının peygamberden sonra gelmesi bu talihin ona nasip edilmesindendir.

Bazıları yalanı doğrudan tesirli söyler.

Hiç kimse geçmişin iftiharına sığınarak kendisi için güveneceği hayaller yaratamaz.

Harisin ruhu açgözlüdür. Her şeyin kendisinin olmasını ister.

Bir insan güçlü olduğunu söylüyorsa, etkilenmiş gibi görün. Ama unutma ki o söylediği gibi güçlü değildir. Biz güçlü olanı anlatılanlardan değil, duyumsadıklarımızdan kavrarız.

İki tarafın da yalancı olduğu yerde kaybeden ilk konuşan olur.

Gereğinden fazla konuşursan, söz maksadını aşar.

Hayat sakin, ama maceralıdır. Sabit ve temiz bir manzara sergiler. Ona madrabazlığın ruhunu biz ekleriz.

Kemençenin bir yüzü sevinç, öteki yüzü hüzündür. Dağlılar mahzun yüzünü sever.

Menzil yaklaşınca yolcunun sabrı tükenir.

Sessizlik bazen en güçlü çığlıktan çok daha tesirlidir.

Tanrının yüreğimize koyduğu nura iman diyoruz. Zihnimize yerleştirdiği nura da izan… Ama asıl önemlisi idrakimize yerleştirdiği nurdur ki, ona vicdan deriz. Bizi adaletin bile üstünde dolaştıran melek ruhunun işte bu vicdanda tezahür eder.

İnanç, insanın en kolay boyun eğdiği şeydir, yok edilemez ama isterse sahibi terk edebilir.

Bir Giritli sözü: Osmanlının hiddetinden değil, fitnesinden korkulur.

 
Toplam blog
: 173
: 2173
Kayıt tarihi
: 03.10.07
 
 

1958 Trabzon doğumlu. Darüşşafaka Lisesi ve M.Ü. Siyasal Bilimler Fakültesi mezunu. Yazdığı kitapla..