Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Aralık '09

 
Kategori
Spor
 

Muğla günlüğü

Muğla günlüğü
 

Bir bilgisayarımın takvimine baktım, bir de son yazdığım yazımın tarihine. Sizlere hafif tarçınlı ve susamlı cümle sepetimden kelime ikram etmeyeli tam 25 gün olmuş. Ama geçerli bir nedenim var tabi; yaklaşık iki haftalığına çıktığım Muğla tatilim… Futbol takımımızın aldığı seyircisiz oynama cezasını fırsat bilip, amatör branşlarımızın maçlarından feragat ederek düştük Annemle Muğla yollarına.

Soğuk 5 Aralık sabahında, Sabiha Gökçen’den havalanan 07.30 uçağıyla Başlamış oldu Muğla, Gökova, Bodrum günlüğüm. Kır saçlı tonton bulutların yarenliğindeki uçuşumuz 60 dakika kadar sürdü. Bodrum hava limanında, beraberinde getirdikleri yağmur taneleriyle karşıladılar bizi Ağabeyimle eşi hasret kokan yürekleriyle. Güzel Türkçemiz Ağabeyimin eşine “Yenge” dememi rica etse de, ben ‘Abla’ sıfatını daha bir yakıştırıyorum kendisine, Dil Kurumumuzun hoşgörüsüne sığınarak. 45 dakikalık karayolu yolculuğunun ardından vardığımız Muğla’daki evlerinde kahvaltı ederken müjdeledi Ağabeyim akşam Es-Es maçımızı hoş bir mekanda ailecek seyredeceğimizi. Sanırım yolculuk heyecanından olsa gerek, sıfır uykuyla çıkmıştım yola ve uyuyup, dinlenmem gerekiyordu maçın saatine kadar. Emrime amade yatağa muzandığımda aklımda tek bir düşünce vardı, o da zorlu Eskişehir deplasmanında formsuz takımımızın nasıl bir futbol sergileyeceği. Anlaşılacağı üzere uyku hak getire.

Maçın başlamasına az bir süre kala, minik bir Muğla turunun ardından girdik bir mekâna. Ahşap tavanı, loş aydınlatması, masa ve sandalyeleriyle buram buram nostalji kokan bu mekanın adı Mabolla… Aciz futbolumuz ve hakemin skora direkt etki eden 2-1’lik mağlubiyetimizin acısına merhem olmaya hiç bir şeyin gücü yetmez bilirim fakat inanın duble rakı ve canlı müzik Hızır gibi yetişti imdadıma dersem yalan olmaz hani.

Muğla’ya gelmişken Gökova’ya uğramadan… Kış tenhalığındaki Bodrum kumsallarının birinde, gün batımı eşliğinde akşam çayı içmeden… Muğla yağmurunu ve depremini yaşamadan… Facebook sokaklarında rastladığım sarı saçlı lacivert yürekli Ayşe kızı, Ağabeyimin yüz yaşında bir konağı andıran ofisinde ağırlayıp dostluğun kıvılcımına kibrit çakmadan sılaya dönmek ayıp olurdu kabul edersiniz ki.

Birazda size Muğla mutfağından, kentin mimarisi ve azgın yağmur tanelerinden kısaca söz etmek istiyorum sevgili okur. En meşhur yemekleri; mantar aşiretinin ileri gelen büyüklerinden olan Çıntar. İsteğe göre tavada kızartılıp ya da kavrulan bu yiyeceğin ben kızarmışını tavsiye ederim. Yağmurlar bir başka yağıyor bu kente. Ne zaman atıştıracağı hiç belli olmuyor. Mesela hava günlük güneşlikken aniden kenti istila ediyor şişman yağmur taneleri. Muğla yolları asfalt olmadığından o kadar yağışa rağmen bırakın sel baskınlarını, en ufak bir su birikintisine dahi rastlayamıyorsunuz. Toprak yağmur tanelerini emip ciğerine çekiyor çünkü. Dağın eteklerine üst üste oturan eski Muğla evlerinin görüntüsünün bile ayrı bir güzelliği var.

Sılaya dönüş arifemizde güç bela kazanılan 3-2’lik Ankaragücü maçında boş mabede İstanbul’dan uzak bir yerden bakınca daha iyi anlıyorsunuz takımı ne kadar özlediğinizi. Son maçlarda popülerliği iyiden iyiye artan Antrasit formanın dışında bu maçta görmekten mutluluk duyduğum bir başka şey ise; bayram seyran tanımaksızın kalp kıran pankartların “30 milyon taraftarınla yanındayız.” yazan yeni yüzüyle gönül alma çabasıydı. Ve şüphem yok ki o kırılan milyonlarca kalp onarıldı teker teker, Dönüş tarihimizin Sheriff maçımıza denk düşmesi; 31’inci yaş pastamı beraber kestiğim küçük dev adam Roberto’ya veda edemeyeceğim anlamına geliyordu ve bu da beni fazlasıyla üzmüştü. Uçağın dar penceresine yasladığım asık yüzüme tebessüm etmeyi öğretmek kemerimi bağlamak için yanıma gelen hostese kısmetmiş meğer. Bu tebessümüm hostesin adımı çağırmasıyla şaşkınlığa dönüştü birden. Tanrım bu sima, bu ses hiçte yabancı değildi bana. Ayrıca adımı nereden biliyordu? Tabi ya bu hostes benim lise sondan sınıf arkadaşım Ceyda’nın ta kendisiydi. Liseden mezun olduktan sonra havada karşılaşmak varmış kaderimizde.

Biliyorum yine haddimden fazla aştım satırlarımı. Bu son paragrafımı da Trabzonspor ve Altay maçlarımıza adamak istiyorum. Şenol Güneş Hoca’nın Trabzon’daki o ateşten gömleği sırtına geçirmesiyle şehrin takımına bir haller oldu ve üst üste üç maç kazanarak şampiyonluk potasına gidiler. Bu moral motivasyonuyla bizi konuk edecek olmaları ne yalan söyleyeyim çekinmeme neden olmuştu bu maçtan. Takımımızın da bezgin futbolunu göz önünde bulundurursak bu çekincemin yersiz olmadığını anlarsınız zaten. 1-0 kazanılan Sheriff maçındaki futbolumuz ne kadar yeterli olacaktı Trabzonspor’u yenmemize? Bu sorumun cevabını maçın adamı seçilen kavruk tenli Baroni ve golümüzü atan Güiza vermiş oldular. Her şeye rağmen devreyi lider tamamlayıp, Ziraat Türkiye Kupası’na Özer’in damgasını vurduğu 3-0’lık Altay galibiyetiyle başlamak güzel… Önümüz yılbaşı. Herkese şimdiden mutlu ve sağlıklı yıllar diliyorum. 2010’da yine bu satırlarda buluşmak umuduyla pek kıymetli okur…

 
Toplam blog
: 130
: 740
Kayıt tarihi
: 05.12.07
 
 

İlk önce şunu belirteyim; yürüme engelliyim fakat hayata pamuk ipliği ile değil, LACİVERT YÜREĞİM..